
Yöneticilik anlayışımın çekirdeğinde duran ama her muhakeme anında benim onu davranışa dönüştürmeye çalıştığım, hep önbelleğimde tuttuğum bir şeydir bu. Aslında bu, psikolojinin ve yerine göre de psikiyatrinin ve hukukun konusudur:
Sorunlu bir davranışı değerlendirirken kişiliği -ve yani esas masif, büyük, baskın olan şeyi- sorundan ayrı ele alabilmek…
Doğru yargılama açısı…
Anlamaya çalıştığım kişiye ‘Tamam, bu davranışın bir sorun yarattı ama seni sadece bu davranışınla, sadece yaşamından alınmış tek karelik bir enstantaneyle değerlendirmiyorum; sen bundan çok daha fazlasısın !’ diyebilmek…
Soruna değmiş -ya da daha katı bir tabirle ‘bulaşmış’- kişiliği, ele alınan sorundan ötürü ‘tümüyle sıfırlamamak’, böylelikle çözüm, çıkış ya da tanı-tedavi kapısını aralı tutmak.
İster kişilerarası ilişkiler deyin, ister uluslararası ilişkiler ya da iletişim deyin, eğitim deyin, hukuk deyin, adalet deyin…
Ne derseniz deyin, neyi ele alırsanız alın…
Bu çekirdek tutum, son derece önemli !
Doğru yere varırsınız ya da çuvallarsınız…
***
Ben, hayata ve insanlara baktığım açıdan, profesyonel olarak da bir eğitim kurumunun yönetimi bağlamında önemsiyorum bunu; ama elbette okullar kadar okul dışındaki kurumlar, sektörler, disiplinler, ilişkiler, türlü türlü yaşantılar için de geçerli ve gerekli olan, ‘analitik bakış açısı’ bu.
Bu, bir çeşit adil yargılama şerhidir; yargılanana sunulur…
Kim bilir, belki günün birinde roller değişir, bu defa da adil yargılanma güvencesine dönüşür ve bu kez de yargılayanlardan dilenir, umut edilir…
Bakış açısı değişimi işte:
Çalışanlar yöneticilerinden bekler, yöneticilerse patronlarından…
Çıraklar ustalarından, küçükler büyüklerinden bunu umar…
Herkesin, her fırsatta ve her problematik durumda ‘Ben masumum!’ diye haykırmasının bir gerekçesi de büyük olasılıkla budur işte:
‘Yüzde yüz kusurlu da olsa o bir tek yanlış davranıştan ötürü kişiliğin, gizli ya da açık iyi niteliklerin, geçmişteki olumlu davranışların tümden yok sayılmaması beklentisi’ !..
***
Çıkışı -olumlu davranış değişimini- nerede arayalım peki?
Yolumuzu kaybettiysek, pusulamız bozulduysa…
Herkes, her şeyi bir çırpıda silip atıyorsa yani…
Ne yapalım?
İşte tam da bu bağlamda ‘İlgi, eylemin saklı olduğu yerde başlar. Eğitimci ve terapistler için yeterliği keşfettirmek adına güzel bir odak. Ancak davranışları başlatarak olumsuz duyguları değiştirebiliriz’ diyor Doç. Dr. Mehmet Palancı…
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) akademisyenlerinden Palancı’yı PDR konusundaki dikkat çekici teorilerinden ve özellikle TEDMEM çatısı altındaki özgün bilimsel çalışmalarından tanıyoruz.
Palancı’yı ve bilimsel tezini daha uzun ele almak için bu yazının hacmi ne yazık ki yeterli olmayacak.
Ama onun üzerinde titizlikle durduğu ‘Ancak davranışları başlatarak olumsuz duyguları değiştirebileceğimiz’ gerçeğine bizim de toplumu oluşturan sıradan ama değerli insanlar olarak hep titizlikle eğilmemiz gerekmez mi?
***
Kafanızda oluştuğunu hissettiğim bir başka soru işareti…
Anlaşılmayı, affedilmeyi beklemek iyi de…
Ya sürekli yinelenen af, o bir çeşit zayıflık değil mi?
Haklısınız!
Hem ne diyordu Sarah Bernhard?
‘Biri sizi bir defa aldatırsa suç onundur. İkinci defa aldanırsanız bilin ki suç sizindir…’
O halde; kişiliği genellikle durumların ve davranışların dışında veya üzerinde bir soyutluk olarak ele alsak da ‘olayların veya davranışların yinelenirlik (tekrarlanma ya da süreklilik kazanma) boyutunu’ özenlice ve nesnel takip etmek, hani deyim yerindeyse ‘kayıt tutmak’, düzgün bir hayat sürdürebilmek için şart !
Palancı da Bernhard da bu gerekliliğe dikkat çekiyor olmalı.
Sorunlu bir davranışı değerlendirirken kişiliği -ve yani esas masif, büyük, baskın olan şeyi- sorundan ayrı ele alabilmek…
Doğru yargılama açısı…
Anlamaya çalıştığım kişiye ‘Tamam, bu davranışın bir sorun yarattı ama seni sadece bu davranışınla, sadece yaşamından alınmış tek karelik bir enstantaneyle değerlendirmiyorum; sen bundan çok daha fazlasısın !’ diyebilmek…
Soruna değmiş -ya da daha katı bir tabirle ‘bulaşmış’- kişiliği, ele alınan sorundan ötürü ‘tümüyle sıfırlamamak’, böylelikle çözüm, çıkış ya da tanı-tedavi kapısını aralı tutmak.
İster kişilerarası ilişkiler deyin, ister uluslararası ilişkiler ya da iletişim deyin, eğitim deyin, hukuk deyin, adalet deyin…
Ne derseniz deyin, neyi ele alırsanız alın…
Bu çekirdek tutum, son derece önemli !
Doğru yere varırsınız ya da çuvallarsınız…
***
Ben, hayata ve insanlara baktığım açıdan, profesyonel olarak da bir eğitim kurumunun yönetimi bağlamında önemsiyorum bunu; ama elbette okullar kadar okul dışındaki kurumlar, sektörler, disiplinler, ilişkiler, türlü türlü yaşantılar için de geçerli ve gerekli olan, ‘analitik bakış açısı’ bu.
Bu, bir çeşit adil yargılama şerhidir; yargılanana sunulur…
Kim bilir, belki günün birinde roller değişir, bu defa da adil yargılanma güvencesine dönüşür ve bu kez de yargılayanlardan dilenir, umut edilir…
Bakış açısı değişimi işte:
Çalışanlar yöneticilerinden bekler, yöneticilerse patronlarından…
Çıraklar ustalarından, küçükler büyüklerinden bunu umar…
Herkesin, her fırsatta ve her problematik durumda ‘Ben masumum!’ diye haykırmasının bir gerekçesi de büyük olasılıkla budur işte:
‘Yüzde yüz kusurlu da olsa o bir tek yanlış davranıştan ötürü kişiliğin, gizli ya da açık iyi niteliklerin, geçmişteki olumlu davranışların tümden yok sayılmaması beklentisi’ !..
***
Çıkışı -olumlu davranış değişimini- nerede arayalım peki?
Yolumuzu kaybettiysek, pusulamız bozulduysa…
Herkes, her şeyi bir çırpıda silip atıyorsa yani…
Ne yapalım?
İşte tam da bu bağlamda ‘İlgi, eylemin saklı olduğu yerde başlar. Eğitimci ve terapistler için yeterliği keşfettirmek adına güzel bir odak. Ancak davranışları başlatarak olumsuz duyguları değiştirebiliriz’ diyor Doç. Dr. Mehmet Palancı…
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) akademisyenlerinden Palancı’yı PDR konusundaki dikkat çekici teorilerinden ve özellikle TEDMEM çatısı altındaki özgün bilimsel çalışmalarından tanıyoruz.
Palancı’yı ve bilimsel tezini daha uzun ele almak için bu yazının hacmi ne yazık ki yeterli olmayacak.
Ama onun üzerinde titizlikle durduğu ‘Ancak davranışları başlatarak olumsuz duyguları değiştirebileceğimiz’ gerçeğine bizim de toplumu oluşturan sıradan ama değerli insanlar olarak hep titizlikle eğilmemiz gerekmez mi?
***
Kafanızda oluştuğunu hissettiğim bir başka soru işareti…
Anlaşılmayı, affedilmeyi beklemek iyi de…
Ya sürekli yinelenen af, o bir çeşit zayıflık değil mi?
Haklısınız!
Hem ne diyordu Sarah Bernhard?
‘Biri sizi bir defa aldatırsa suç onundur. İkinci defa aldanırsanız bilin ki suç sizindir…’
O halde; kişiliği genellikle durumların ve davranışların dışında veya üzerinde bir soyutluk olarak ele alsak da ‘olayların veya davranışların yinelenirlik (tekrarlanma ya da süreklilik kazanma) boyutunu’ özenlice ve nesnel takip etmek, hani deyim yerindeyse ‘kayıt tutmak’, düzgün bir hayat sürdürebilmek için şart !
Palancı da Bernhard da bu gerekliliğe dikkat çekiyor olmalı.