
Bu arada muhtar Murat Bey arabadan usulca inmiş, kimseler fark etmeden namaz vakti geldiği için caminin yolunu tutmuştu. Sercan Bey bu durumu anladığında saat epeyce ilerlemişti. Haydar Dede ise dizinin dibine aldığı torunlarıyla yaşadığı ev hakkında konuşuyordu. Haydar Dede: -Kızlar, burası benim babam Ali Rıza Bey’in yaşadığı ev! Babam burada doğmuş, burada vefat etmiş. Anlayacağınız o ki, bu ev babamdan bana kalan tek hatıradır dedi. Dedelerinin yaşadığı, çocukluğunun geçtiği yerleri ilk defa gören kızlar merak içinde kalmışlardı. Ev şehirde yaşadıkları eve hiç benzemiyordu. Dedelerinin bu konuşmasının ardından Gülcan konuyu değiştirerek havayı dağıtmak istercesine; -Dedeciğim biz valizlerimizdeki eşyalarımızı odamıza koyalım daha sonra bizi köyümüzün içinde biraz gezdir, dedi. Haydar Dede: -Tamam, kızlar, siz eşyalarınızı bırakın gelin, muhtarla beraber köyü gezdirelim size, dedi. Kızların gitmeleri ile gelmeleri bir anda olmuş ve Feyza, -Dedeciğim biz hazırız hadi gidelim, demişti. Haydar Dede: -Tamam, kızlar bakalım beğenecek misiniz köyümüzü, camimizi, çeşmemizi. Feyza, Gülcan, Murat Bey ve Haydar Dede köyün tümsekli yollarında yürümeye başladılar. Sessizliği bozan ise Murat Bey oldu: -Kızlar köyün adını biliyor musunuz? Gülcan, -Hayır, bilmiyoruz. Nedir? Murat Bey: -Köyümüzün adı Kümbettir. Feyza, -Evet, duymuştuk; ama daha önce hiç gelmemiştik. İlk defa geliyoruz. Haydar Dede, köyde toplanma yeri olan Kümbet Camii ve çeşmenin olduğu yerleri kızlara göstermek istiyordu. Aklında ise hep köye ismini veren Kümbet ve içinde metfun olan Ahmet Baba’nın kabrini gezdirmek istiyordu. Vakit hayli geç olduğu için cami ve çeşmeyi bugün aradan çıkaralım diye düşündü. Haydar Dede, köyün tümsekli yollarında ağır adımlarla ilerlerken yanlarından geçen kadınlardan birine seslendi: -Semra kızım, bize mi gidiyorsun böyle? -He dedem, Sercan abimle ve Seval yengemin geldiğini haber aldım. Zehra Ninemin işleri yoğundur. Yenge hanım yorgun, Çocuklar açtırlar. Gideyim de en azından yemeklerini ben pişireyim dedim. Haydar Dede, -İyi yapmışsın kızım. Biz köyün içinde torunlarımla dolaştıktan sonra geleceğiz. Semra Hanım, -Maşallah Haydar Dedem, bu güzeller torunların mı? -Evet, kızım bu sene beni tek bırakmadılar, onlar da köye geldiler. Neyse kızım sen eve geç, biz de işimiz bitince geliriz zaten, dedi ve yollarına devam ettiler. Kızları köydeki ahırlardan birine götürdüler. Muhtar Murat Bey: Kızlar burası ahır! Köylüler hayvanlarını burada kış boyunca korur ve onları otla, samanla beslerler. İçeri girmek ister misiniz? Feyza,-Gülcan ne olur hadi girelim… Gülcan, -Tamam, hadi girelim, dedi. Ahırın kapısı açılır açılmaz, yayılan koku nedeniyle Gülcan ahıra girmekten vazgeçip burnunu tutarak uzaklaştı. Feyza ise kokuya rağmen hayvanları görmek için içeriye girdi. Ahırın içerisinde çok güzel inekler vardı. Feyza derisi sarı beyaz olan ineği çok sevmişti. Hatta ineğin yanına kadar giderek onu sarı kız diye sevdi. Ahırdan çıktıklarında Gülcan onları dışarıda bekliyordu. Gülcan, “Feyza’ya nasıl girdin içeri, çok kötü kokuyordu? ” dedi. Feyza, -Ne yapayım ama hepsi birbirlerinden güzellerdi dayanamadım, görmek istedim. Gülcan, -Ne olacak, bu senin hayvan sevgin? Neyse dedeciğim, artık eve gitsek çok iyi olur, bugün ben çok yoruldum. Haydar Dede, -Daha dur kızım camiyi ve çeşmeyi gezmedik. O an öğle namazı için Kümbet Camisinin minaresinden ezan müezzin tarafından davudi bir sesle okunuyordu. Caminin asıl ismi ise Osman Efendi Camisi idi. Cami, dikdörtgen şeklinde olup dönemin Erzurum eski müftülerinden Osman Efendi tarafından 1793 tarihinde yaptırılmıştı. Cami daha sonra 1980 yılında yıktırılmış, yerine şimdiki betonarme cami inşa edilmişti. Haydar Dede’nin anlattıkları karşısında köy halkı da bir kez daha eski camilerinin yıkılmasına mani olamadıkları için üzülmüşlerdi. Cemaatle kılınan namazdan sonra cami dışında bekleyen Feyza ile Gülcan, Haydar Dede birlikte köy çeşmesine doğru yöneldiler.