
Kümbet Köyünde ki yolculuklarına devam eden Gülcan ve Feyza yatsı ezanı okunurken eve varmışlar hem çok acıkmış hem de çok yorulmuşlardı. Neredeyse yol boyunca bir köşeye düşüp orada kalacak bir halleri vardı. Sürekli olarak sokak aralarında duruyor, köyün çamurlu yolları üzerinde bulunan köşe taşlarında dinlendikten sonra yollarına devam ediyorlardı. Utanmasalar dedelerinin onları kucağında taşımalarını dahi isteyeceklerdi. Ara sırada ise Gülcan ve Feyz birbirlerine sarılıp oyunlar oynayarak eve doğru yol almaya çalışıyorlardı. Bu gün sanki evin yolu uzamış gibiydi. Gitti git bir türlü eve varamadık diyordu Gülcan ve Feyza. Haydar dedelerin evini ve yanan ışığı gördüklerinde ise sevinçten uçacak gibi olmuşlardı. Evin önüne yaklaştıklarında ise ahşap oymaları olan tarihi kapıyı hızlıca vurmuşlardı. Nineleri kapıyı açınca hal hatır sormadan koşarak içeriye girmişlerdi. Ayakkabıları birde yerde kendileri ise başka bir yerde hemen lavabonun yanında bitmişlerdi. Zehra Nine torunlarının bu halinden mutluydu ve arkalarından gülerek bakıyordu. Haydar Dede ile göz göze gelmiş ve birlikte içeriye girmişlerdi. Haydar Dede evi saran yemek kokusu almış ve eşinin yine hamaratlığını gösterdiğini anlamıştı. İkisi de mutlu idi çünkü torunları onlarla idi ve günlerini beraber geçiyorlardı. O günlerde dünyanın en mutlu insanları onlar idi. Evlerinde ne varsa onları torunlarına yedirmek istiyorlardı. Onlar mutlulukları ile baş başa iken kızlar ise başka işlerle meşgullerdi. Hemen ellerini yıkayan kızlar oturma odasına geçmişlerdi. Geri döndüklerinde odanın ortasındaki yer sofrasında bir sürü adını bilmedikleri yemeğin olduğunu fark ettiler. Yağlı, etli, tatlı, ekşi farklı farklı adını ve tadını hiç bilmedikleri bir sürü yemek vardı sofrada. İlk başta, yemekleri yemek istemediler. Haydar Dede kızların bu halinden durumu anlamıştı. Bir süre onları izledikten sonra olaya el koymaya karar verdi. Haydar Dede, -Hadi kızlar sofraya. Feyza, -Dedeci’m biz aç değiliz. Haydar Dede, -Nasıl aç değilsiniz sabahtan beri geziyoruz gün boyu hiçbir şey yemediniz, oturun bakayım, dedi. Kızlar oturmak zorunda kalıp sofraya yerleştiler. Babaanneleri Zehra Nine yemeklerin kızlara farklı geldiğini anlamış olacak ki, kızları yanına çağırıp yemekleri anlatmaya çalıştı. -Kızlar bakın bu Kesme Çorbası, bu Erişte Pilavı, bu Lor Dolması, bu Çortutu Pancarı, bu Tatar Böreği, bu Yaprak Sarması, bu Gliko, bu Dut Çullaması ve bu da Su Böreği! Gülcan: -Biz bu yemeklerden ve tatlılardan bazılarının isimleri biliyoruz; ama bazılarının ismini ilk defa duyuyoruz ve daha önce de hiç tatlarına bakmadık diye karşılık verdi. -Kızlar bunların hepsi Erzurum’a özgü nefis yemeklerdir. Mesela Çortutu Pancarı güzün depo edilmiş ya da turşusu yapılmış şalgamların kışın bulunduğu yerden çıkarılarak et, kavurma, pirinç ya da bulgur katılmasıyla yapılmış bir yemektir. Dut Çullaması, dutların kavurtulup daha sonra üstüne yumurta kırılmasıyla yapılan nefis bir tatlıdır Gülcan da. Lor dolması, pazı adındaki sebzenin geniş yapraklarının içine lor, bulgur, kaymak ve gerekli baharatlar karıştırılarak dolma şeklinde sarılmasıdır, dedi. Ninelerinin bu açıklamaları üzerine kızlar yemeklerin tadına bakmak istediler. Saatler geçmesine rağmen kızlar sofradan kalkmak istemiyorlardı. Her yemekten tattıktan sonra Erzurum’un zengin bir damak tadının olduğunu anlamış, Semra Teyze ve Zehra Ninelerine teşekkür ederek sofradan şükürle kalkmışlardı. Bir hafta boyunca köyde gönülleri gibi eğlenen ve tarihle iç içe olan çocuklar tatillerine yazlıkta devam etmek üzere yola koyulduklarında arkalarında onlara el sallayan dedeleri kaldığı için kızlar üzgündüler. Feyza ve Gülcan dedelerinin ağzında çıkan her sözü not etmiş köylerini yakından tanımışlardı. Babaları Sercan Bey direksiyonda, anneleri Seval Hanım ise yan koltukta kızları ile gurur duyduklarını konuşuyorlardı. Gülcan ve Feyza köye daha fazla gelmek istediklerini ve zamanlarının nasıl geçtiklerini anlamadıklarını anne ve babalarına heyecanlı bir şekilde anlatmaya başlamışlardı. Tatil dönüşü ise ilk ziyaretlerinin yine köye olmasını ise canı gönülden babalarından istemişlerdi. Sercan Bey ise bu isteği memnuniyetle karşılamıştı.