
Bu hafta ki yazımızda mahalleyi tanımlayan yazarlarımıza yer verecek, özümüz ve sözümüz olan mahallelerimizde tarihi yolculuğumuza devam edeceğiz. Hepimizin bir anısının kaldığı ve bugün birçoğunu kaybettiğimiz mahallelerimizle ilgili yazarlarımızın güzel tespitlerine şahit olacağız. Önümüzdeki haftadan itibaren ise artık 51 mahalleyi içerisine alan yazılarımızı sizlerle paylaşmaya başlayacağız. E-mail adresimize yazılarımızla ilgili düşüncelerinizi bekliyor ve keyifli okumalar diliyorum.
Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kurallarının gelenek ve göreneklerinin ortaklaşa alışkanlıklarının ahlakla ilgili davranış biçimlerinin tümü şeklinde tanımlayabileceğimiz töre, bir insan toplumunu halk ve en geniş ifadesiyle millet haline getiren en önemli unsurdur. Törenin bağlayıcılığı yaşamda halkın bu tür kurallara uyma zorunluluğunu hissettiği ölçüye bağlıdır. Peki, ama bu zorunluluğun kaynağı nedir? Bu sorunun cevabı ise törenin öğrenildiği ve uygulandığı toplum birimlerinde yatmaktadır. Bu birimleri etkinliklerine göre aile, mahalle, okul, iş çevresi, mahalli idare ve devlet olarak sıralamamız mümkündür. Hepsi ayrı bir dünyaya açılan ve hepsi insana işaret eden insan yuvalarının sıra, arkalı önlü dizilerek değerlerin ve hikâyelerin antolojileri hükmünü taşıyan, beşeri münasebetlerin provalarını yapıp insan içine çıktığımız mekânlarda mahallelerdir. Mahalle insanların biriktirdiği hikâyelerin, ruhun ve şahsiyetin billurlaştığı cemiyet içindeki hücreler gibiydi. Şehir denen vücudun uzuvlarıydı. Birbirine bağlı hatta sırt sırta ama birbirinden farklı karakterlere sahip canlı birer bünyedir mahalleler. (A.Rahmi Şeyhoğlu,“Bir Daüssıla Rüyası: Mahalle”,Berceste,S.63, İstanbul 2007, s.12.)
Mahalle bir şehrin kasabanın hatta büyük bir köyün yerleşim parçalarına verilen ve içinde barındırmış olduğu hane birimlerinin çeşitli ihtiyaçlarını giderecek hizmet birimlerini de içeren mahalli alandır. Bu tanımı sosyal yapıyı yansıtacak şekilde yaptığımızda mahallenin aslında yaşayan bir doku olduğunu görürüz. Mahalle aynı zamanda bir şehrin bir kasabanın veya bir köyün yerleşim parçasında yaşayanların sıkıntılarını ve sevinçlerini paylaştığı zorluklara karşı dayanışma gösterdiği bir sosyal güvenlik mekanizmasıdır. Osmanlı şehrinde; yönetim ve savunma binaları, dini ve kültürel yapıları, çarşı-pazar, evleri ve yolların hepsini içinde barındıran mahalleler, temel unsur olarak kabul görmüşlerdir. (Bilgehan Pamuk, XVII. Yüzyılda Bir Serhad Şehri Erzurum, s.106) Geleneksel Türk kent mimarisi coğrafi farklılıklara rağmen değişmeyen özelliklere sahip olmuştur. Bunlar; mahallelerin dar caddelerden ve ana sokak dışında çıkmaz sokaklardan oluşması, ev kapılarının birbirine bakması, mahalle içinde zengin ve fakirlerin bir arada yaşaması, çeşmesi, camisi, bakkalı ve çarşısının bulunmasıdır. Bu özellikler ister istemez mahalleyi komşuluk ilişkisi içinde toplumsal eğitim ve sosyal dayanışma merkezi haline getirmiştir.
Anadolu’nun hangi iline, kasabasına veya köyüne giderseniz gidin karşınıza dar caddelerin yer aldığı bir yapılaşma çıkacaktır. Bunun temel nedeni olarak güvenlik sorunlarının çözümü savı ileri sürülecektir. Bu özellik cumhuriyet döneminde kurulmuş bütün şehirlerimiz içinde geçerlidir. Memduh Gezgincinin “Mimari Gelenekler” isimli kitabının giriş kısmında anlattığı olay konuyu aydınlatması bakımından önemlidir. Gezgincinin, mimarlık eğitimi almak üzere köyünde ayrılırken dedesinin: “Oğul evlerini yaparken komşularının haklarını düşün, evlerini birbirine yakın yap ki komşu hasta olduğunda farkına varılması kolay olsun. İniltisini işitsin ki derdine derman olsun çorbasını soğutmadan yetiştirebilsin. Cenazesi var ise bunu camiye gitmeden öğrensin, gerekirse evini taziye açsın. Tecrübesiz gelin var ise komşu ninesi yetişsin ayıbını örtsün, kapısında edepsizlik eden olmasın ve mahalle birbirinden haberdar olsun.” (Ömer Özgödek, “Töre ve Mahalle”, Erzurum Töresi, s.1, Erzurum 2006, s.17.)
Öğütleri mahalle ve mahallerde ki evlerin birbirine yakın yapılmasını temelinde sosyal ve psikolojik öğelerinde etkili olduğunu göstermektedir. Caddelerinin dar olmasının başka bir sebebi de mahalleye taşınmanın aslında bir tavsiyeye dayanan onaya tabi olmasında yatar. Bu gün bunu batı dünyasında ve Amerika da banliyö semtlerinde bazı komüniteler, komünite dediğimiz mahalle sekenesi yapıyor. Yeni yerleşmek isteyene ev satılırken önce bakıyorlar; bu kimdir, nasıl bir insandır diye, sonra ona göre evi satıyorlar. (A.Rahmi Şeyhoğlu,“Bir Daüssıla Rüyası: Mahalle”, Berceste, S.63, İstanbul 2007, s.12.) Türk mahalle geleneğinde mahalleli kimliği çok önem arz etmekte bir kişinin evlenmesinden işe girmesine kadar belirleyici bir rol oynamaktadır. Mahalleler insanların, insanlarda mahallelerinin mizacını bürünürlerdi. Mahallenin her ferdinin umumi adı mahalle sakini idi. Çünkü mahallede herkes sakin olmalıydı. Taşkınlık, terbiyesizlik ve saygısızlık dışlanmakla cezalandırılırdı.
“Mahalleye geldik” sözü haram ayların başlaması gibi yasakların ve kendine çeki düzen vermenin en sert ikazıydı. (Samiha Ayverdi, Hey Gidi Günler Hey, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002,s.219.) Bir mahalle sakini demek, sanki aynı çatı altında yaşayan kalpler demekti ki hastalıkta, sağlıkta, bollukta, darlıkta, düğünde dernekte beraber olan ve bu beraberliğin gerektirdiği yardımı esirgemeyen akraba ve dostlardı sanki. Kişinin kötü ahlaklı olması aslında mahallenin utancıdır. Kişinin iyi, olması mahallenin iyiliğinin göstergesidir. Herkesin bir lakabı vardı ve herkesin yedi sülalesi bilinirdi. Her mahallenin kadrolu delilisi, ayyaşı, kavgacısı, huysuzu ve buna mükabil âlimi, fazılı ve okumuşu vardı. Mahalleler bu iki grup arasındaki nispete göre iyi mahalle, kötü mahalle sıfatını alırdı. Bizim çocukluluk dönemizde Çırçır mahallesinden belirli saatlerin dışında geçmek ve orada bulunmak herkesin yapabileceği bir iş değildi. Hemen mahalle halkından biri yanınıza gelir, sorular sorarak sizin mahallede bulunma nedeninizi öğrenirdi. İş için orda iseniz veya yolunuz oradan geçiyorsa sorun olmazdı. Bunun dışında ki durumlarda sizi zor bir sorgulama süreci beklerdi. ( Taner Özdemir, Kaybolan Şehir Erzurum, Fenomen Yayıncılık, Ankara 2006, ss.70-71.)
Kötü ve iyi mahallenin sayısı mahallenin kalitesi ve mahalle halkının ahlaki değerlere bakış acısını ve komşuluk ilişkisinin göstergesi kabul edilir, bundan dolayı mahalleye yeni taşınanın işlediği kusurlardan bu kişiyi tavsiye eden kişi sorumlu tutulurdu. Buda ister istemez tavsiye sahibi olanı yeni komşuyu denetleme, ona mahalleyi tanıtma, hatalarını önleme ve varsa düzeltmeye iterdi.
Mahallenin çıkmaz sokaklardan oluşması, mahalle yaşantısının hane içi yaşantıya etkisini artırırdı. Çıkmaz sokaklarda evlerin birbirine yakın olması ev içinde yüksek sesle konuşmayı, eşlerin birbirlerine darpta bulunmasını önleyici bir etki oluşturmakta, yani kısaca aile kavgalarını engelleyen dolayısıyla da aile içi saygıyı da muhafaza etmede belirleyici bir unsur olmaktaydı. Çıkmaz sokak mahalle güvenliği açısından da önemlidir; çünkü mahalleye gelen yabancıların tespit edilmesi ve bunlardan gelebilecek bir zararı önleyici yapıya sahiptir. Çıkmaz sokak aynı zamanda ticarette ve evlilikte önemli bir soruşturma yeriydi. Bir kişinin ahlakı bu sokakta ki komşulardan öğrenilir ve evlenilecek veya ortaklaşa iş yapılacak kişinin tanınması için ilk soruşturulacak çevre tabi ki bu çıkmaz sokak sakinleri olurdu. Evlerin kapılarının birbirlerine bakması geleneksel Türk yerleşim özelliklerinden biridir. Kapı komşusu olmak mahalle kültürü açısından önemli bir kavramdır. Bir kişinin kendi evine girerken sadece kendi kapısından geçmediğini karşısında ve yan tarafında kendi kültürel değerlerini paylaştığını bildiği bir ailenin var olduğunu bilerek ona göre davranmaya zorlamıştır. Sokaklar aslında şehrin kendisidir. İlk gördüğümüz bir şehirde arta kalan ilk şey önce sokaktır. Şehrin bir ucundan ötekine kadar, zaman zaman çıkmazlarda kördüğüm olsa bile; havayı, suyu, elektriği, yolları ve insanları tesadüflerin çizgileriyle birbirine bağlayan sokaktır. Eski şehir dokusunda mahalle bir bünye, bir nevi organizma hayatiyeti taşırken, sokakta adeta bir uzuv gibi görünürdü. (İsmail Bingöl, Türkülerde Yaşayan Şehir: Erzurum, Dergah Yay., İstanbul 1999, s.132.)
Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kurallarının gelenek ve göreneklerinin ortaklaşa alışkanlıklarının ahlakla ilgili davranış biçimlerinin tümü şeklinde tanımlayabileceğimiz töre, bir insan toplumunu halk ve en geniş ifadesiyle millet haline getiren en önemli unsurdur. Törenin bağlayıcılığı yaşamda halkın bu tür kurallara uyma zorunluluğunu hissettiği ölçüye bağlıdır. Peki, ama bu zorunluluğun kaynağı nedir? Bu sorunun cevabı ise törenin öğrenildiği ve uygulandığı toplum birimlerinde yatmaktadır. Bu birimleri etkinliklerine göre aile, mahalle, okul, iş çevresi, mahalli idare ve devlet olarak sıralamamız mümkündür. Hepsi ayrı bir dünyaya açılan ve hepsi insana işaret eden insan yuvalarının sıra, arkalı önlü dizilerek değerlerin ve hikâyelerin antolojileri hükmünü taşıyan, beşeri münasebetlerin provalarını yapıp insan içine çıktığımız mekânlarda mahallelerdir. Mahalle insanların biriktirdiği hikâyelerin, ruhun ve şahsiyetin billurlaştığı cemiyet içindeki hücreler gibiydi. Şehir denen vücudun uzuvlarıydı. Birbirine bağlı hatta sırt sırta ama birbirinden farklı karakterlere sahip canlı birer bünyedir mahalleler. (A.Rahmi Şeyhoğlu,“Bir Daüssıla Rüyası: Mahalle”,Berceste,S.63, İstanbul 2007, s.12.)
Mahalle bir şehrin kasabanın hatta büyük bir köyün yerleşim parçalarına verilen ve içinde barındırmış olduğu hane birimlerinin çeşitli ihtiyaçlarını giderecek hizmet birimlerini de içeren mahalli alandır. Bu tanımı sosyal yapıyı yansıtacak şekilde yaptığımızda mahallenin aslında yaşayan bir doku olduğunu görürüz. Mahalle aynı zamanda bir şehrin bir kasabanın veya bir köyün yerleşim parçasında yaşayanların sıkıntılarını ve sevinçlerini paylaştığı zorluklara karşı dayanışma gösterdiği bir sosyal güvenlik mekanizmasıdır. Osmanlı şehrinde; yönetim ve savunma binaları, dini ve kültürel yapıları, çarşı-pazar, evleri ve yolların hepsini içinde barındıran mahalleler, temel unsur olarak kabul görmüşlerdir. (Bilgehan Pamuk, XVII. Yüzyılda Bir Serhad Şehri Erzurum, s.106) Geleneksel Türk kent mimarisi coğrafi farklılıklara rağmen değişmeyen özelliklere sahip olmuştur. Bunlar; mahallelerin dar caddelerden ve ana sokak dışında çıkmaz sokaklardan oluşması, ev kapılarının birbirine bakması, mahalle içinde zengin ve fakirlerin bir arada yaşaması, çeşmesi, camisi, bakkalı ve çarşısının bulunmasıdır. Bu özellikler ister istemez mahalleyi komşuluk ilişkisi içinde toplumsal eğitim ve sosyal dayanışma merkezi haline getirmiştir.
Anadolu’nun hangi iline, kasabasına veya köyüne giderseniz gidin karşınıza dar caddelerin yer aldığı bir yapılaşma çıkacaktır. Bunun temel nedeni olarak güvenlik sorunlarının çözümü savı ileri sürülecektir. Bu özellik cumhuriyet döneminde kurulmuş bütün şehirlerimiz içinde geçerlidir. Memduh Gezgincinin “Mimari Gelenekler” isimli kitabının giriş kısmında anlattığı olay konuyu aydınlatması bakımından önemlidir. Gezgincinin, mimarlık eğitimi almak üzere köyünde ayrılırken dedesinin: “Oğul evlerini yaparken komşularının haklarını düşün, evlerini birbirine yakın yap ki komşu hasta olduğunda farkına varılması kolay olsun. İniltisini işitsin ki derdine derman olsun çorbasını soğutmadan yetiştirebilsin. Cenazesi var ise bunu camiye gitmeden öğrensin, gerekirse evini taziye açsın. Tecrübesiz gelin var ise komşu ninesi yetişsin ayıbını örtsün, kapısında edepsizlik eden olmasın ve mahalle birbirinden haberdar olsun.” (Ömer Özgödek, “Töre ve Mahalle”, Erzurum Töresi, s.1, Erzurum 2006, s.17.)
Öğütleri mahalle ve mahallerde ki evlerin birbirine yakın yapılmasını temelinde sosyal ve psikolojik öğelerinde etkili olduğunu göstermektedir. Caddelerinin dar olmasının başka bir sebebi de mahalleye taşınmanın aslında bir tavsiyeye dayanan onaya tabi olmasında yatar. Bu gün bunu batı dünyasında ve Amerika da banliyö semtlerinde bazı komüniteler, komünite dediğimiz mahalle sekenesi yapıyor. Yeni yerleşmek isteyene ev satılırken önce bakıyorlar; bu kimdir, nasıl bir insandır diye, sonra ona göre evi satıyorlar. (A.Rahmi Şeyhoğlu,“Bir Daüssıla Rüyası: Mahalle”, Berceste, S.63, İstanbul 2007, s.12.) Türk mahalle geleneğinde mahalleli kimliği çok önem arz etmekte bir kişinin evlenmesinden işe girmesine kadar belirleyici bir rol oynamaktadır. Mahalleler insanların, insanlarda mahallelerinin mizacını bürünürlerdi. Mahallenin her ferdinin umumi adı mahalle sakini idi. Çünkü mahallede herkes sakin olmalıydı. Taşkınlık, terbiyesizlik ve saygısızlık dışlanmakla cezalandırılırdı.
“Mahalleye geldik” sözü haram ayların başlaması gibi yasakların ve kendine çeki düzen vermenin en sert ikazıydı. (Samiha Ayverdi, Hey Gidi Günler Hey, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 2002,s.219.) Bir mahalle sakini demek, sanki aynı çatı altında yaşayan kalpler demekti ki hastalıkta, sağlıkta, bollukta, darlıkta, düğünde dernekte beraber olan ve bu beraberliğin gerektirdiği yardımı esirgemeyen akraba ve dostlardı sanki. Kişinin kötü ahlaklı olması aslında mahallenin utancıdır. Kişinin iyi, olması mahallenin iyiliğinin göstergesidir. Herkesin bir lakabı vardı ve herkesin yedi sülalesi bilinirdi. Her mahallenin kadrolu delilisi, ayyaşı, kavgacısı, huysuzu ve buna mükabil âlimi, fazılı ve okumuşu vardı. Mahalleler bu iki grup arasındaki nispete göre iyi mahalle, kötü mahalle sıfatını alırdı. Bizim çocukluluk dönemizde Çırçır mahallesinden belirli saatlerin dışında geçmek ve orada bulunmak herkesin yapabileceği bir iş değildi. Hemen mahalle halkından biri yanınıza gelir, sorular sorarak sizin mahallede bulunma nedeninizi öğrenirdi. İş için orda iseniz veya yolunuz oradan geçiyorsa sorun olmazdı. Bunun dışında ki durumlarda sizi zor bir sorgulama süreci beklerdi. ( Taner Özdemir, Kaybolan Şehir Erzurum, Fenomen Yayıncılık, Ankara 2006, ss.70-71.)
Kötü ve iyi mahallenin sayısı mahallenin kalitesi ve mahalle halkının ahlaki değerlere bakış acısını ve komşuluk ilişkisinin göstergesi kabul edilir, bundan dolayı mahalleye yeni taşınanın işlediği kusurlardan bu kişiyi tavsiye eden kişi sorumlu tutulurdu. Buda ister istemez tavsiye sahibi olanı yeni komşuyu denetleme, ona mahalleyi tanıtma, hatalarını önleme ve varsa düzeltmeye iterdi.
Mahallenin çıkmaz sokaklardan oluşması, mahalle yaşantısının hane içi yaşantıya etkisini artırırdı. Çıkmaz sokaklarda evlerin birbirine yakın olması ev içinde yüksek sesle konuşmayı, eşlerin birbirlerine darpta bulunmasını önleyici bir etki oluşturmakta, yani kısaca aile kavgalarını engelleyen dolayısıyla da aile içi saygıyı da muhafaza etmede belirleyici bir unsur olmaktaydı. Çıkmaz sokak mahalle güvenliği açısından da önemlidir; çünkü mahalleye gelen yabancıların tespit edilmesi ve bunlardan gelebilecek bir zararı önleyici yapıya sahiptir. Çıkmaz sokak aynı zamanda ticarette ve evlilikte önemli bir soruşturma yeriydi. Bir kişinin ahlakı bu sokakta ki komşulardan öğrenilir ve evlenilecek veya ortaklaşa iş yapılacak kişinin tanınması için ilk soruşturulacak çevre tabi ki bu çıkmaz sokak sakinleri olurdu. Evlerin kapılarının birbirlerine bakması geleneksel Türk yerleşim özelliklerinden biridir. Kapı komşusu olmak mahalle kültürü açısından önemli bir kavramdır. Bir kişinin kendi evine girerken sadece kendi kapısından geçmediğini karşısında ve yan tarafında kendi kültürel değerlerini paylaştığını bildiği bir ailenin var olduğunu bilerek ona göre davranmaya zorlamıştır. Sokaklar aslında şehrin kendisidir. İlk gördüğümüz bir şehirde arta kalan ilk şey önce sokaktır. Şehrin bir ucundan ötekine kadar, zaman zaman çıkmazlarda kördüğüm olsa bile; havayı, suyu, elektriği, yolları ve insanları tesadüflerin çizgileriyle birbirine bağlayan sokaktır. Eski şehir dokusunda mahalle bir bünye, bir nevi organizma hayatiyeti taşırken, sokakta adeta bir uzuv gibi görünürdü. (İsmail Bingöl, Türkülerde Yaşayan Şehir: Erzurum, Dergah Yay., İstanbul 1999, s.132.)