
Ah, ne güzel şarkıdır o:
“Eller günahkâr
Diller günahkâr
Bir çağ yangını bu
Bütün dünya günahkâr
Masum değiliz, hiçbirimiz
Masum değiliz, hiçbirimiz...”
...
Sözleri -bu muhteşem şiiri- Sezen Aksu yazmış. Bestesini ise Sezen Aksu ile rahmetli Uzay Heparı (1969-1994) birlikte yapmışlar...
Mevzu derin, şarkı da çok güzel ama bizim bu bağlamda öncelikle ele almamız gereken şey bir şarkı değil, ‘masum olmak ya da olmamak’.
İşte asıl mesele bu!
Adil olmak ya da olmamak...
Suçsuz olmak ya da olmamak...
Dürüst olmak ya da olmamak...
Yasalara, hukuka, insan haklarına saygılı olmak ya da olmamak...
Hepsinin üzerinde ahlaka ve etik değerlere sahip olmak ya da olmamak...
Herhalde ‘masumiyetin’ sınırlarını bu sınırlar içerisinde ‘olan ya da olmayan şeyler’ belirliyor.
Dahası da vardır, uzatmayayım.
★★
Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden çok değerli ağabeyim, sapasağlam edebiyatçı ve eğitim yöneticisi Erol Sevindir paylaşmıştı sembolik değeri çok yüksek olan bu mânidâr hikâyeyi. Öyle anımsıyorum. Değilse ağabeyim bağışlasın beni; ama böyle güzel bir vesileyle İstanbul eğitim çevresinde kendisine çok saygın bir yer edinen hemşehrimi anmak da benim için ayrı bir güzellik oldu.
Koşulsuz hümanizmasıyla, dürüstlüğüyle, gözünü budaktan sakınmayan yürekliliğiyle, ileri görüşlülüğüyle ve en önemlisi belki de yüksek vefakârlığıyla aklımda silinmez bir yer edinen Erol Sevindir aktarıyor bize:
“Eski Çin’de, bir zamanlar, bir adam o kadar aç ve bitkin düşmüş ki sonunda dayanamayıp köyünün manavından bir armut çalmış...
Bir armut sadece...
Ama çalmış işte...
Manav şikayetçi olmuş, adamı yakalayıp tam da o gün, o civarda maiyetiyle birlikte bulunan İmparator'un karşısına çıkarmışlar. Hırsız, karşısında kasaba yargıcını değil de koskoca imparatoru görünce bir an dumura uğramış. Toparlamış kendini ve şöyle demiş:
-Değerli efendim, çok açtım, dayanamadım çaldım ve yedim. Beni affetmeniz için yalvarıyorum. Eğer affedersiniz size paha biçilemez bir armağanım olacak...
İmparator karşısındaki çulsuz çelimsiz adama bakmış, dudak bükmüş:
-Senin gibi birinde paha biçilemez ne olabilir ki?
Hırsız, avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatmış ve
-Bu çekirdeği ekerseniz sadece birkaç gün içinde altın meyveler veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz...
İmparator kahkaha atarak
-Ek o zaman, altın meyveleri görünce affederim seni...
Yoksul adam:
-Yalnız; yüce haşmetlim, bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım. Bu tohumu ancak, ömründe hiç çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş, gerçekten iyi ve masum olan biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni lanetler, zehirler, tarif edilemez acılar içinde ölmesine sebep olur. Böyleyken de Sultanım, bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz...
İmparator irkilmiş, suratını asmış, bir süre düşünmüş, sonra hırçın bir sesle:
-Ben İmparator'um bahçıvan değil. O tohumu başvezirime ver, o eksin de altın meyveleri görelim.
Yoksul adam, tohumu başvezire uzatınca başvezir de telaş içerisinde imparatora dönüp itiraz etmiş:
-Haşmetlim, bilirsiniz ben ekme-biçme işlerinde çok beceriksizim. Bu nadide sihirli tohumu ziyan ederim. Müsaade buyrunuz, bu tohumu haznedar başı eksin. Haznedar başı da hemen bir bahane bulmuş ve bu görevi başkasına devretmeyi teklif etmiş...
...
Orada bulunan herkes sudan sebeplerle tohum ekme görevinden yırtmaya çalışmış. E, işin sonunda zehirlenip acılar içinde ölmek var, değil mi? Tabii eğer masum değiller ise...
Sonra İmparator, doğan sessizliğin içerisinde bir süre düşünmüş. Başı önünde suspus dikilen başvezirine, haznedara ve bütün diğer görevlilere dik dik bakmış ve
-Hadi bakalım bu hırsız bahçıvana tohumun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip sevindirelim.
demiş. Cebinden bir altın çıkarıp tutması için yoksul adamın önüne fırlatmış. Sonra herkesin ceplerinden sessiz sedasız birer altın çıkarıp adama vermesini izlemiş. En nihayet mahkemeye son noktayı koymuş:
-Yahu bir armudun lafı mı olur, bu işi amma uzattınız. Sen de bas git efendi, şu altınla dilediğin kadar armut al ye; o elindeki tohumunu da kime, nereye ektirirsen ektir! Bizden uzak olsun yeter!..”
★★
Ve yani, hikâye belki Çin’den ama mevzu her devirden, her yerden, hayatın içinden:
“Masum değiliz, hiçbirimiz
Masum değiliz, hiçbirimiz...”
Ama...
Belki o kadar da vahim değildir dünyanın ahvali. Sezen Aksu yanılmıştır belki. Sonuçta bütün çocuklar dünyaya günahsız geliyor, değil mi? O halde belki de asıl sorun, çoğu kitapta yazdığı gibi biz büyürken bir yanımızın ömür boyu ‘çocuk kalabilmesidir’:
Vicdanımızın...
“Eller günahkâr
Diller günahkâr
Bir çağ yangını bu
Bütün dünya günahkâr
Masum değiliz, hiçbirimiz
Masum değiliz, hiçbirimiz...”
...
Sözleri -bu muhteşem şiiri- Sezen Aksu yazmış. Bestesini ise Sezen Aksu ile rahmetli Uzay Heparı (1969-1994) birlikte yapmışlar...
Mevzu derin, şarkı da çok güzel ama bizim bu bağlamda öncelikle ele almamız gereken şey bir şarkı değil, ‘masum olmak ya da olmamak’.
İşte asıl mesele bu!
Adil olmak ya da olmamak...
Suçsuz olmak ya da olmamak...
Dürüst olmak ya da olmamak...
Yasalara, hukuka, insan haklarına saygılı olmak ya da olmamak...
Hepsinin üzerinde ahlaka ve etik değerlere sahip olmak ya da olmamak...
Herhalde ‘masumiyetin’ sınırlarını bu sınırlar içerisinde ‘olan ya da olmayan şeyler’ belirliyor.
Dahası da vardır, uzatmayayım.
★★
Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden çok değerli ağabeyim, sapasağlam edebiyatçı ve eğitim yöneticisi Erol Sevindir paylaşmıştı sembolik değeri çok yüksek olan bu mânidâr hikâyeyi. Öyle anımsıyorum. Değilse ağabeyim bağışlasın beni; ama böyle güzel bir vesileyle İstanbul eğitim çevresinde kendisine çok saygın bir yer edinen hemşehrimi anmak da benim için ayrı bir güzellik oldu.
Koşulsuz hümanizmasıyla, dürüstlüğüyle, gözünü budaktan sakınmayan yürekliliğiyle, ileri görüşlülüğüyle ve en önemlisi belki de yüksek vefakârlığıyla aklımda silinmez bir yer edinen Erol Sevindir aktarıyor bize:
“Eski Çin’de, bir zamanlar, bir adam o kadar aç ve bitkin düşmüş ki sonunda dayanamayıp köyünün manavından bir armut çalmış...
Bir armut sadece...
Ama çalmış işte...
Manav şikayetçi olmuş, adamı yakalayıp tam da o gün, o civarda maiyetiyle birlikte bulunan İmparator'un karşısına çıkarmışlar. Hırsız, karşısında kasaba yargıcını değil de koskoca imparatoru görünce bir an dumura uğramış. Toparlamış kendini ve şöyle demiş:
-Değerli efendim, çok açtım, dayanamadım çaldım ve yedim. Beni affetmeniz için yalvarıyorum. Eğer affedersiniz size paha biçilemez bir armağanım olacak...
İmparator karşısındaki çulsuz çelimsiz adama bakmış, dudak bükmüş:
-Senin gibi birinde paha biçilemez ne olabilir ki?
Hırsız, avucunun içindeki armut çekirdeğini uzatmış ve
-Bu çekirdeği ekerseniz sadece birkaç gün içinde altın meyveler veren bir ağacın yeşerdiğini göreceksiniz...
İmparator kahkaha atarak
-Ek o zaman, altın meyveleri görünce affederim seni...
Yoksul adam:
-Yalnız; yüce haşmetlim, bu tohumu ben ekemem çünkü ben bir hırsızım. Bu tohumu ancak, ömründe hiç çalmamış, başkalarına hiç haksızlık yapmamış, yalan söylememiş, gerçekten iyi ve masum olan biri ekebilir. Tohum o zaman gücünü gösterir, aksi takdirde onu ekeni lanetler, zehirler, tarif edilemez acılar içinde ölmesine sebep olur. Böyleyken de Sultanım, bu tohumu ancak siz ekebilirsiniz...
İmparator irkilmiş, suratını asmış, bir süre düşünmüş, sonra hırçın bir sesle:
-Ben İmparator'um bahçıvan değil. O tohumu başvezirime ver, o eksin de altın meyveleri görelim.
Yoksul adam, tohumu başvezire uzatınca başvezir de telaş içerisinde imparatora dönüp itiraz etmiş:
-Haşmetlim, bilirsiniz ben ekme-biçme işlerinde çok beceriksizim. Bu nadide sihirli tohumu ziyan ederim. Müsaade buyrunuz, bu tohumu haznedar başı eksin. Haznedar başı da hemen bir bahane bulmuş ve bu görevi başkasına devretmeyi teklif etmiş...
...
Orada bulunan herkes sudan sebeplerle tohum ekme görevinden yırtmaya çalışmış. E, işin sonunda zehirlenip acılar içinde ölmek var, değil mi? Tabii eğer masum değiller ise...
Sonra İmparator, doğan sessizliğin içerisinde bir süre düşünmüş. Başı önünde suspus dikilen başvezirine, haznedara ve bütün diğer görevlilere dik dik bakmış ve
-Hadi bakalım bu hırsız bahçıvana tohumun nasıl altın meyve verdiğini hep birlikte gösterip sevindirelim.
demiş. Cebinden bir altın çıkarıp tutması için yoksul adamın önüne fırlatmış. Sonra herkesin ceplerinden sessiz sedasız birer altın çıkarıp adama vermesini izlemiş. En nihayet mahkemeye son noktayı koymuş:
-Yahu bir armudun lafı mı olur, bu işi amma uzattınız. Sen de bas git efendi, şu altınla dilediğin kadar armut al ye; o elindeki tohumunu da kime, nereye ektirirsen ektir! Bizden uzak olsun yeter!..”
★★
Ve yani, hikâye belki Çin’den ama mevzu her devirden, her yerden, hayatın içinden:
“Masum değiliz, hiçbirimiz
Masum değiliz, hiçbirimiz...”
Ama...
Belki o kadar da vahim değildir dünyanın ahvali. Sezen Aksu yanılmıştır belki. Sonuçta bütün çocuklar dünyaya günahsız geliyor, değil mi? O halde belki de asıl sorun, çoğu kitapta yazdığı gibi biz büyürken bir yanımızın ömür boyu ‘çocuk kalabilmesidir’:
Vicdanımızın...