
Okuyucu bir metinle baş başa kaldığı zaman aynı zamanda yazarla iletişime geçmekte bazen onunla gönül bağını güçlendirmekte, bazen ona hayranlık hissetmekte, bazen de yazarla cebelleşmektedir. Okuyucu metnin üzerine notlar alıyor ve yazının etrafını çiziyorsa yazar ile okuyucu arasında oluşan bağlar somutlaşıyor demektir.
Bir metni okumanın birçok türü olmasına rağmen bu türlerin en önemlisi eleştirel okumadır ki bu da okurun yazara vermiş olduğu tepkiyi ortaya koyar. Bu tepkiler de genelde okunan yerlere belirli işaretlerin konulması ile ortaya çıkar. Bir yazının okuyucu tarafından altının çizilmesi ile oluşan altı çizili satırlar genelde tüm insanların zihninde tekrar okunması, okunurken dikkat edilmesi gerekliliğini ortaya koyan ve üzerinde ciddi şekilde düşünülmesi gereken işaretlerdir. Günümüzde birçok okuyucunun kitap okurken en çok başvurduğu yöntemlerden birisi önemli görülen yerlerin altının çizilmesi ile ortaya çıkmaktadır.
Okurken kitapların altını çizme alışkanlığı matbaanın ortaya çıkması ve kitabın maddi değerinin yaklaşık üç yüz kat düşmesi ile birlikte olmuştur.
Eski kitaplarda yazının sanatsal tarafı işlevsel yönünün önüne geçmekte, kitabın içeriğini oluşturan yazar kadar dış yapının mimarı konumunda olan hattat, ciltçi, tezhipçi, el becerilerini sergilemek zorunda kalıyorlar, emeklerinin maddi karşılığını aldıklarında ise kitabın maddi değerinin artması kaçınılmaz oluyordu.
Matbaanın olmadığı bu ortamlarda el emeği ile ortaya çıkan bu eserler kitabın maddi değerini artırmakta ve onu zenginlere mahsus bir meta hâline getirmekteydi. Ortaçağ dönemlerinde kitabın maddi değeri üst seviyede olduğu için kitapların çalınmaması amacıyla kütüphanede zincirlere vurulmakta, okuyucular da bir tarafından zincire vurulmuş sabit şekilde duran kitapları okumak zorunda kalmaktaydı.
Doğu toplumlarında ise kitabın en büyük düşmanı olarak güveler (haşere, kurtçuklar) görülmekteydi ve kitabın kenarlarını kemirmemeleri, kitaba zarar vermemesi için “kebikeç “denilen ve kitapları haşerelerden koruduğuna inanılan “ya hafız, ya kebikeç” kelimeleri kitapların ilk sahifelerine yazılırdı, bu yazı ile birlikte kitaba böcekler tarafından verilecek zararı önleyeceklerini düşünmekte, kitaba verilen değeri ortaya koymaktaydılar.
Kitabın maddi değerinin bu kadar önem arz ettiği bu ortamlarda kitaplar bazen emaneten alınmakta bu yüzden hem kitap sahipleri hem de emaneten kitabı okumaya alan kişiler o kitabın korunmasına özen göstermekteydi.
Bazen okuyucular kitabın yanına yazılar (haşiyeler) düşmekte idiler. Çoğu zaman da okuyucu, metinde önemli gördüğü yerlerin altını çizmeye çekindiği için önemli gördüğü yerlerin yanına “mühim” kelimesinin kısaltılmış hali olan “mim” harfini koymakta, böylece bu kitabın “önemli” “mühim” yerleri belirlenmekteydi. “Mim” harfi konulan yer, aynı zamanda “mimlenmiş” olmakta ve zamanla kişiler kitabı okurken “mim”li yerleri daha bir dikkatle okuma gereği duymaktaydılar.
Bu durum halk arasında biraz da olumsuz anlam boyutu ile değerlendirerek “mimleme, mimlenme” şeklinde de kullanılarak kelimenin anlam genişlemesine uğramasını sağlamıştır.
Günümüzde mimlenmek kelimesi tamamen olumsuz anlam imajı uyandıran durumlar için kullanılmaktadır.
Bir metni okumanın birçok türü olmasına rağmen bu türlerin en önemlisi eleştirel okumadır ki bu da okurun yazara vermiş olduğu tepkiyi ortaya koyar. Bu tepkiler de genelde okunan yerlere belirli işaretlerin konulması ile ortaya çıkar. Bir yazının okuyucu tarafından altının çizilmesi ile oluşan altı çizili satırlar genelde tüm insanların zihninde tekrar okunması, okunurken dikkat edilmesi gerekliliğini ortaya koyan ve üzerinde ciddi şekilde düşünülmesi gereken işaretlerdir. Günümüzde birçok okuyucunun kitap okurken en çok başvurduğu yöntemlerden birisi önemli görülen yerlerin altının çizilmesi ile ortaya çıkmaktadır.
Okurken kitapların altını çizme alışkanlığı matbaanın ortaya çıkması ve kitabın maddi değerinin yaklaşık üç yüz kat düşmesi ile birlikte olmuştur.
Eski kitaplarda yazının sanatsal tarafı işlevsel yönünün önüne geçmekte, kitabın içeriğini oluşturan yazar kadar dış yapının mimarı konumunda olan hattat, ciltçi, tezhipçi, el becerilerini sergilemek zorunda kalıyorlar, emeklerinin maddi karşılığını aldıklarında ise kitabın maddi değerinin artması kaçınılmaz oluyordu.
Matbaanın olmadığı bu ortamlarda el emeği ile ortaya çıkan bu eserler kitabın maddi değerini artırmakta ve onu zenginlere mahsus bir meta hâline getirmekteydi. Ortaçağ dönemlerinde kitabın maddi değeri üst seviyede olduğu için kitapların çalınmaması amacıyla kütüphanede zincirlere vurulmakta, okuyucular da bir tarafından zincire vurulmuş sabit şekilde duran kitapları okumak zorunda kalmaktaydı.
Doğu toplumlarında ise kitabın en büyük düşmanı olarak güveler (haşere, kurtçuklar) görülmekteydi ve kitabın kenarlarını kemirmemeleri, kitaba zarar vermemesi için “kebikeç “denilen ve kitapları haşerelerden koruduğuna inanılan “ya hafız, ya kebikeç” kelimeleri kitapların ilk sahifelerine yazılırdı, bu yazı ile birlikte kitaba böcekler tarafından verilecek zararı önleyeceklerini düşünmekte, kitaba verilen değeri ortaya koymaktaydılar.
Kitabın maddi değerinin bu kadar önem arz ettiği bu ortamlarda kitaplar bazen emaneten alınmakta bu yüzden hem kitap sahipleri hem de emaneten kitabı okumaya alan kişiler o kitabın korunmasına özen göstermekteydi.
Bazen okuyucular kitabın yanına yazılar (haşiyeler) düşmekte idiler. Çoğu zaman da okuyucu, metinde önemli gördüğü yerlerin altını çizmeye çekindiği için önemli gördüğü yerlerin yanına “mühim” kelimesinin kısaltılmış hali olan “mim” harfini koymakta, böylece bu kitabın “önemli” “mühim” yerleri belirlenmekteydi. “Mim” harfi konulan yer, aynı zamanda “mimlenmiş” olmakta ve zamanla kişiler kitabı okurken “mim”li yerleri daha bir dikkatle okuma gereği duymaktaydılar.
Bu durum halk arasında biraz da olumsuz anlam boyutu ile değerlendirerek “mimleme, mimlenme” şeklinde de kullanılarak kelimenin anlam genişlemesine uğramasını sağlamıştır.
Günümüzde mimlenmek kelimesi tamamen olumsuz anlam imajı uyandıran durumlar için kullanılmaktadır.