
Yaşamak kolay aslında…
Bütününü kontrol altına almak ütopya olsa da onu yönetmek, kısmen mümkün. Neyi, nerede, ne zaman, nasıl yapman gerektiğini bilirsen her şey kolaylaşır…
Mesela:
Çocukların başını okşa.
Yaşlılarla sohbet et.
Esnafla, emekçiyle ve mesela sana servis yapan garsonla konuşurken emir kipi kullanma.
Sıra varsa hakkına riayet et, bekle.
Sokak hayvanlarını asla korkutma…
Ama hayatta her şey, zemine çivilenmiş eşyalar gibi sabit değil ki !
O halde neyi, nerede, ne zaman ve nasıl yapmak gerektiğini kimden öğreneceğiz?
Nerede yazar bu çekirdek bilgi?
***
Henüz çocukken işittiğimiz ama üzerinden yıllar geçtiği halde anımsanmaya değer bulduğumuz, aslında eskidikçe değerlendiğinin farkına vardığımız, hiç unutmadığımız, kuşaktan kuşağa aktardığımız çok kıymetli öğütler var belleğimizde.
Bazıları atasözü kılığında bunların, bazıları masal, bazıları şiir…
O öğütlerin bazıları doğru yolu bulmakla ilgili, bazıları doğru insan olmakla…
Bazıları malzemeden en verimli biçimde yararlanmakla, bazıları da büyük yapılar için tevazu içinde iyi bir yapıtaşı olabilmekle ilgili…
Hayat dersleri bunlar…
Kutadgu Bilig…
Mutluluk ve bilgelik doğuran, huzur veren bilgiler…
-Yusuf Has Hacib (?1007-1077), cennetmekân, nurlar içinde yatsın-
Özetin özetinin özeti durumunda ‘hayat felsefeleri’ kısaca onun söyledikleri, Kızılderili şeflerin, Şamanların, farklı medeniyet ve inançlardan farklı bilgelerin ve filozofların söyledikleri…
Büyük öğretiler…
Bizden önce yaşamışlara, bize ve bizden çok çok sonra yaşayacaklara neyin, nerede, ne zaman ve nasıl yapılması gerektiğini açıklayan öğretiler.
İnsanoğlunun deneme-yanılma yolculuğunu kısaltan, daha etkili ve daha kalıcı öğreten, daha kısa yoldan gerçeğe eriştiren öğütler…
Tabii ‘tavsiye, öğüt, öğreti’ denince olay -özellikle bugünün gençleri açısından- azıcık rahatsız edici bir hâl alıyor.
Nasıl derler, ‘kuru öğütler gençleri biraz irite ediyor’!
Onlara sunulan, daha doğrusu başlarına kakılan her öğüt, her tavsiye peşinden küçük çaplı bir isyanı sürüklüyor:
‘Kim demiş bunu? Bilgisayarı benden daha iyi mi kullanıyormuş, kaç platformda kaç ‘like’ almış, takipçisi kaç kişiymiş? Bana öğüt vermek ne haddineymiş? ...’
Evet bu bir başkaldırı, aslında masum bir isyan!
Ama sonra sonra keşfediliyor ki gerçek başka.
Hiç kimse hayatın güçlü akıntısına tek kürekle, tek başına karşı koyamıyor.
Hiç kimse sadece kendi deneyimleriyle bir yere varamıyor.
Hiçbir bellek içine yaşanmış her şeyi sığdıramıyor.
Başkalarına ihtiyacımız var.
Ve onların deneyimlerine…
Bunları anlayacak olgunluğa geldiğimizde isyan bitiyor, ‘kaliteli merak’ başlıyor.
İnsanı en öz, en değerli bilgilere yönlendiren, sürükleyen o merak…
***
Neyi, nerede, ne zaman yapmak lazım?
Ve nasıl yapmak?..
Öğütlerden, öğütlerin niye değerli olduğundan ve birbirine ulanan öğütlerin insanlarda genellikle uyandırdığı duygudan söz etmişken bütün öğütlerle ilgili olabilecek bu soruyu yanıtsız bırakmak olmaz. O halde:
En doğru şeyi, en doğru yerde, en doğru zamanda ve kusursuz biçimde yapmak lazım!
Mesela sosyal medyada ‘Tatarlar’ sayfasında sıralanan ve sevgili Aysel Tülay’ın derleyip bize aktardığı öğütlere kulak verebiliriz:
Durumlar ve gereksinimler değiştikçe biz de yeni şeyler ekleriz bu listeye:
Böyle uzar gider. İyiliğin ve iyiliğe erişme yollarının sonu yok ki…
Ve ne güzeldir, ne kadar muhteşem bir şeydir iyilik, sağlık, esenlik…
Hani, atımızın su içtiği yerden su içmeyi deneyimlemek ya da tavuklarımızla aynı saatte uykuya dalmak gibi bir şansımız olmasa da konuşmaktan çok susmaya ve hiç olmazsa anlattığımız kadar da dinlemeye önem verebiliriz mesela…
Sesimizi yükseltmeden derdimizi anlatabiliriz, insanları dinlemekten keyif alabiliriz, onlar da belki bizden, bizim üslubumuzdan huzur damıtırlar…
Yani !
Mesela…
Toprağa, ağaçlara, bütün hayvanlara, insanlara saygı duyabiliriz.
Gözümüzü gökyüzünün aydınlığına dikebiliriz…
Kim dile getirmiş olursa olsun, bunlar ‘içi hayatla doldurulmuş öneriler’.
Bütününü kontrol altına almak ütopya olsa da onu yönetmek, kısmen mümkün. Neyi, nerede, ne zaman, nasıl yapman gerektiğini bilirsen her şey kolaylaşır…
Mesela:
Çocukların başını okşa.
Yaşlılarla sohbet et.
Esnafla, emekçiyle ve mesela sana servis yapan garsonla konuşurken emir kipi kullanma.
Sıra varsa hakkına riayet et, bekle.
Sokak hayvanlarını asla korkutma…
Ama hayatta her şey, zemine çivilenmiş eşyalar gibi sabit değil ki !
O halde neyi, nerede, ne zaman ve nasıl yapmak gerektiğini kimden öğreneceğiz?
Nerede yazar bu çekirdek bilgi?
***
Henüz çocukken işittiğimiz ama üzerinden yıllar geçtiği halde anımsanmaya değer bulduğumuz, aslında eskidikçe değerlendiğinin farkına vardığımız, hiç unutmadığımız, kuşaktan kuşağa aktardığımız çok kıymetli öğütler var belleğimizde.
Bazıları atasözü kılığında bunların, bazıları masal, bazıları şiir…
O öğütlerin bazıları doğru yolu bulmakla ilgili, bazıları doğru insan olmakla…
Bazıları malzemeden en verimli biçimde yararlanmakla, bazıları da büyük yapılar için tevazu içinde iyi bir yapıtaşı olabilmekle ilgili…
Hayat dersleri bunlar…
Kutadgu Bilig…
Mutluluk ve bilgelik doğuran, huzur veren bilgiler…
-Yusuf Has Hacib (?1007-1077), cennetmekân, nurlar içinde yatsın-
Özetin özetinin özeti durumunda ‘hayat felsefeleri’ kısaca onun söyledikleri, Kızılderili şeflerin, Şamanların, farklı medeniyet ve inançlardan farklı bilgelerin ve filozofların söyledikleri…
Büyük öğretiler…
Bizden önce yaşamışlara, bize ve bizden çok çok sonra yaşayacaklara neyin, nerede, ne zaman ve nasıl yapılması gerektiğini açıklayan öğretiler.
İnsanoğlunun deneme-yanılma yolculuğunu kısaltan, daha etkili ve daha kalıcı öğreten, daha kısa yoldan gerçeğe eriştiren öğütler…
Tabii ‘tavsiye, öğüt, öğreti’ denince olay -özellikle bugünün gençleri açısından- azıcık rahatsız edici bir hâl alıyor.
Nasıl derler, ‘kuru öğütler gençleri biraz irite ediyor’!
Onlara sunulan, daha doğrusu başlarına kakılan her öğüt, her tavsiye peşinden küçük çaplı bir isyanı sürüklüyor:
‘Kim demiş bunu? Bilgisayarı benden daha iyi mi kullanıyormuş, kaç platformda kaç ‘like’ almış, takipçisi kaç kişiymiş? Bana öğüt vermek ne haddineymiş? ...’
Evet bu bir başkaldırı, aslında masum bir isyan!
Ama sonra sonra keşfediliyor ki gerçek başka.
Hiç kimse hayatın güçlü akıntısına tek kürekle, tek başına karşı koyamıyor.
Hiç kimse sadece kendi deneyimleriyle bir yere varamıyor.
Hiçbir bellek içine yaşanmış her şeyi sığdıramıyor.
Başkalarına ihtiyacımız var.
Ve onların deneyimlerine…
Bunları anlayacak olgunluğa geldiğimizde isyan bitiyor, ‘kaliteli merak’ başlıyor.
İnsanı en öz, en değerli bilgilere yönlendiren, sürükleyen o merak…
***
Neyi, nerede, ne zaman yapmak lazım?
Ve nasıl yapmak?..
Öğütlerden, öğütlerin niye değerli olduğundan ve birbirine ulanan öğütlerin insanlarda genellikle uyandırdığı duygudan söz etmişken bütün öğütlerle ilgili olabilecek bu soruyu yanıtsız bırakmak olmaz. O halde:
En doğru şeyi, en doğru yerde, en doğru zamanda ve kusursuz biçimde yapmak lazım!
Mesela sosyal medyada ‘Tatarlar’ sayfasında sıralanan ve sevgili Aysel Tülay’ın derleyip bize aktardığı öğütlere kulak verebiliriz:
- Atın su içtiği yerden iç, at asla pis su içmez.
- Döşeğini kedinin uyuduğu yere ser.
- İçinde kurt olan meyveyi gözünü kırpmadan ye.
- Köstebeğin kabarttığı, karıncanın yuva yaptığı yere ağaç dik.
- Yılanın güneşlendiği yeri bul, evini tam oraya yap.
- Kuyuyu, kuşların sıcakta toplandığı yere kaz.
- Tavukların yattığı saatte yat, uyandıkları saatte uyan; gün sana yetecek ve sen altın tohumu bulmuş olacaksın.
- Daha fazla yeşillik, daha az et ve ekmek ye; hayvanlarınki gibi güçlü organların olur.
- Toprağa saygı duy ama yerden çok gökyüzüne bak; fikirlerin açık ve aydınlık olur.
- Konuşmaktan çok susmaya önem ver; kalbindeki sükûneti ve ruhundaki tükenmez enerjiyi keşfedeceksin.
- Çok konuşursan düşmana ihtiyacın kalmayacak, kendi değerini düşüreceksin ve merak edilecek bir yanın olmayacak…
Durumlar ve gereksinimler değiştikçe biz de yeni şeyler ekleriz bu listeye:
- Ağaçları, çiçekleri incitme.
- İnsanlara karşı sesini yükseltme.
- Her şeyden şikayetçi olma.
- Senden bir şey isteyeni azarlama.
- Gücünü, senden güçsüz olanlara şefkat göstererek kanıtla.
- Bu dünyada çok uzun kalmayacağını hatırla ve bırakacağın izi düşün. Nasıl bir iz bırakmak, nasıl anılmak istersin?..
Böyle uzar gider. İyiliğin ve iyiliğe erişme yollarının sonu yok ki…
Ve ne güzeldir, ne kadar muhteşem bir şeydir iyilik, sağlık, esenlik…
Hani, atımızın su içtiği yerden su içmeyi deneyimlemek ya da tavuklarımızla aynı saatte uykuya dalmak gibi bir şansımız olmasa da konuşmaktan çok susmaya ve hiç olmazsa anlattığımız kadar da dinlemeye önem verebiliriz mesela…
Sesimizi yükseltmeden derdimizi anlatabiliriz, insanları dinlemekten keyif alabiliriz, onlar da belki bizden, bizim üslubumuzdan huzur damıtırlar…
Yani !
Mesela…
Toprağa, ağaçlara, bütün hayvanlara, insanlara saygı duyabiliriz.
Gözümüzü gökyüzünün aydınlığına dikebiliriz…
Kim dile getirmiş olursa olsun, bunlar ‘içi hayatla doldurulmuş öneriler’.