
DAVANIN FAALİYET ALANLARI İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR: -VII-
d- Bir Kadro Öncülüğündeki İlk Halk Hareketinin Dinamikleri: -II-
2- İslami Düşünce, Anlayış ve Yaşayışının, Batı Düşünce, Anlayış ve Yaşayışıyla Uyuşmaması:
Bir önceki makalemizde, dışarıda Avrupa, içeride de vesayet sisteminin, birlikte planlayıp uygulamaya koydukları, yaklaşık 150 yıllık planlarını, 1960'lı yıllarda başlayan süreçte İslamcıların bozduğunu belirtmiştik. O yazıda, konuya Batı açısından bakmış ve bu planın bozulmasının, Batı'dan kaynaklanan sebeplerini sıralamıştık. Bugünkü yazımızda da, İslam Kültürü ya da bu kültürle boyanmış milletimiz açısından bakıp, bu planın bozulmasının, İslam'dan kaynaklanan sebeplerini irdeleyeceğiz. Böylece şunu görmüş olacağız: Milletimizi, 'Bu Millet Olmaktan Çıkarma ve Başkalaştırma/Bozma' plan ve çalışmaları, hem Batı ve Batıcıların beceriksizliği ve tutarsızlığı, hem İslam'ın ve İslam Kültürünün güçlü oluşu, hem de Ülkemizde İslamcıların, zamanında siyasete girmiş olmalarından dolayı sonuçsuz kalmış, böylece Aziz Milletimiz önemli bir tehlikeyi savmuştur. Bu çerçevede:
a- İslam ve Batı İnanç, Din ve Kültürlerinin Uyuşmaması:
İslam ve Batı toplumları arasındaki en önemli ayrışma noktası inanç, inanca dayalı bir yaşam biçimi, tarih ve kültür bağlamındadır. Bu, çok temelden ve asırlarca da uğrunda mücadele edilmiş bir ayrışmadır. En başta İslam'ın dünya ile ahireti, din ile devleti, akıl ile imanı, İslam ile siyaseti, bilimle dini, zenginle yoksulu vb. aynı çizgide buluşturan tevhit inancı ve ona dayalı İslam Kültürü ile Hristiyan teslis akidesine dayalı ve yukarıda saydıklarımızı birbirine düşman gören Batı kültürü, temelde birbirinden ayrışırlar.
Müslümanlar, yaklaşık on asır, dünyanın en büyük gücü olarak insanlığı yönetmiş ya da yönlendirmiş olmalarına rağmen, geçmişte ve bugün sömürüye, zulme ve haksızlığa bulaşmamışlardır. İnsan olarak bir kısım eksilik ve yanlışlıklarının bulunmasına karşın, Müslümanlar, olabildiğince adil, diğer din ve inançlara saygılı, paylaşımcı ve birlikte yaşamayı esas alan bir inanca ve kültüre sahiptirler. Üç kıtayı yönetmiş olan Müslümanlar, 'çok değişik etnik ve dini toplum ve toplulukları birlikte yaşama ve yaşatmanın' en güzel örneklerini sergilemişlerdir. Bugün zayıflamış olsa bile, Müslümanların pek çok bilimsel ve teknolojik buluşa imza atmış, insanlığa çok büyük hizmetleri geçmiş olan bilimsel faaliyetleri yürüttükleri dönemlerinin gölgesi hala insanlığın üzerindedir. Ayrıca berrak yüzlü bir kültürleri vardır.
Buna karşın Batıcıların bize kabul ettirmeğe; inancımız, kültürümüz ve tarihimizin yerine koymağa çalıştıkları, Batıcı kültür ve yaşam biçimi, geçmişte ve bugün sömürüye, zulme ve bin bir türlü çirkinliklere bulaşmış, iki veya daha fazla yüzlü, hala onun izlerini taşıyan ve o anlayışı devam ettiren bir kültür ve yaşam biçimidir. Batı insanı da, pek çok sorun, sıkıntı ve insanlığa karşı işlenmiş suçlarla dolu, bu kendi inancının, tarihinin ve kültürünün yanlış ve işe yaramaz olduğunu, kendisini bundan sonra da tutsak yapacağını, yaklaşık 16 asır yaşadıktan sonra ancak görmüş ve 17. Yüzyıldan itibaren de, Müslümanların etkisiyle yavaş yavaş ondan kopmağa başlamıştır. Aslında bu kopuş, Batı insanı için bir kurtuluş vesilesi ya da fırsatı olabilirdi. O aklı ve zekâsıyla doğru bir çizgi yakalayabilirdi. Ancak Batı, bu fırsatı değerlendirememiş, aksine bu kopuştan sonra başka yanlışa düşmüştür. Avrupalı entelektüeller, bilim insanları ve uygulayıcılar, Ortaçağ boyunca etkisi altında inim inim inledikleri Hristiyanlık dinine, kültürüne ve yaşam biçimine olan tepkileri ve 18.yüzyılda beliren aydınlanma çağının ürettiği 'din karşıtlığı'nın etkisiyle önce din düşmanlığına sürüklenmişlerdir. Bu sürükleniş ve bu tepkisellik, onları sadece kendilerine din diye sunulan şeye değil, gerçek ya da uydurma din demeden, bütün dinlere karşı bir düşmanlığa itmiştir. Hatta Aydınlanma çağının parolası, 'bütün dinleri, insan hayatından söküp atma' anlayışına dayalı idi. Ya da modern çağın ürettiği seküler din ve onun tanrıları, tarihten beri sürüp gelen dinlerin yerini alacağını düşünüyorlardı. Ancak gelişen bilimsel faaliyetler, bunun mümkün olamayacağını; en ilkel kavimlerden, görece en uygar olanına kadar, insanın doğasında, çok kuvveti bir 'dine yönelme' duygusunun olduğunu göstermiştir. Çünkü insanda nasıl göz var ve bir şeyler görmek isterse, kulak var, bir şeyler duymak ihtiyacında ise, insanda aynı zamanda 'inanma duygusu' da vardır ve Yaratıcı tarafından insan benliğine yerleştirilmiş fıtri bir duygudur. Fıtri olan bu duygu, inanma ihtiyacı içinde olan manevi bir organdır. Öyle her şeyle de tatmin olmaz.
Yarın devam edelim.
d- Bir Kadro Öncülüğündeki İlk Halk Hareketinin Dinamikleri: -II-
2- İslami Düşünce, Anlayış ve Yaşayışının, Batı Düşünce, Anlayış ve Yaşayışıyla Uyuşmaması:
Bir önceki makalemizde, dışarıda Avrupa, içeride de vesayet sisteminin, birlikte planlayıp uygulamaya koydukları, yaklaşık 150 yıllık planlarını, 1960'lı yıllarda başlayan süreçte İslamcıların bozduğunu belirtmiştik. O yazıda, konuya Batı açısından bakmış ve bu planın bozulmasının, Batı'dan kaynaklanan sebeplerini sıralamıştık. Bugünkü yazımızda da, İslam Kültürü ya da bu kültürle boyanmış milletimiz açısından bakıp, bu planın bozulmasının, İslam'dan kaynaklanan sebeplerini irdeleyeceğiz. Böylece şunu görmüş olacağız: Milletimizi, 'Bu Millet Olmaktan Çıkarma ve Başkalaştırma/Bozma' plan ve çalışmaları, hem Batı ve Batıcıların beceriksizliği ve tutarsızlığı, hem İslam'ın ve İslam Kültürünün güçlü oluşu, hem de Ülkemizde İslamcıların, zamanında siyasete girmiş olmalarından dolayı sonuçsuz kalmış, böylece Aziz Milletimiz önemli bir tehlikeyi savmuştur. Bu çerçevede:
a- İslam ve Batı İnanç, Din ve Kültürlerinin Uyuşmaması:
İslam ve Batı toplumları arasındaki en önemli ayrışma noktası inanç, inanca dayalı bir yaşam biçimi, tarih ve kültür bağlamındadır. Bu, çok temelden ve asırlarca da uğrunda mücadele edilmiş bir ayrışmadır. En başta İslam'ın dünya ile ahireti, din ile devleti, akıl ile imanı, İslam ile siyaseti, bilimle dini, zenginle yoksulu vb. aynı çizgide buluşturan tevhit inancı ve ona dayalı İslam Kültürü ile Hristiyan teslis akidesine dayalı ve yukarıda saydıklarımızı birbirine düşman gören Batı kültürü, temelde birbirinden ayrışırlar.
Müslümanlar, yaklaşık on asır, dünyanın en büyük gücü olarak insanlığı yönetmiş ya da yönlendirmiş olmalarına rağmen, geçmişte ve bugün sömürüye, zulme ve haksızlığa bulaşmamışlardır. İnsan olarak bir kısım eksilik ve yanlışlıklarının bulunmasına karşın, Müslümanlar, olabildiğince adil, diğer din ve inançlara saygılı, paylaşımcı ve birlikte yaşamayı esas alan bir inanca ve kültüre sahiptirler. Üç kıtayı yönetmiş olan Müslümanlar, 'çok değişik etnik ve dini toplum ve toplulukları birlikte yaşama ve yaşatmanın' en güzel örneklerini sergilemişlerdir. Bugün zayıflamış olsa bile, Müslümanların pek çok bilimsel ve teknolojik buluşa imza atmış, insanlığa çok büyük hizmetleri geçmiş olan bilimsel faaliyetleri yürüttükleri dönemlerinin gölgesi hala insanlığın üzerindedir. Ayrıca berrak yüzlü bir kültürleri vardır.
Buna karşın Batıcıların bize kabul ettirmeğe; inancımız, kültürümüz ve tarihimizin yerine koymağa çalıştıkları, Batıcı kültür ve yaşam biçimi, geçmişte ve bugün sömürüye, zulme ve bin bir türlü çirkinliklere bulaşmış, iki veya daha fazla yüzlü, hala onun izlerini taşıyan ve o anlayışı devam ettiren bir kültür ve yaşam biçimidir. Batı insanı da, pek çok sorun, sıkıntı ve insanlığa karşı işlenmiş suçlarla dolu, bu kendi inancının, tarihinin ve kültürünün yanlış ve işe yaramaz olduğunu, kendisini bundan sonra da tutsak yapacağını, yaklaşık 16 asır yaşadıktan sonra ancak görmüş ve 17. Yüzyıldan itibaren de, Müslümanların etkisiyle yavaş yavaş ondan kopmağa başlamıştır. Aslında bu kopuş, Batı insanı için bir kurtuluş vesilesi ya da fırsatı olabilirdi. O aklı ve zekâsıyla doğru bir çizgi yakalayabilirdi. Ancak Batı, bu fırsatı değerlendirememiş, aksine bu kopuştan sonra başka yanlışa düşmüştür. Avrupalı entelektüeller, bilim insanları ve uygulayıcılar, Ortaçağ boyunca etkisi altında inim inim inledikleri Hristiyanlık dinine, kültürüne ve yaşam biçimine olan tepkileri ve 18.yüzyılda beliren aydınlanma çağının ürettiği 'din karşıtlığı'nın etkisiyle önce din düşmanlığına sürüklenmişlerdir. Bu sürükleniş ve bu tepkisellik, onları sadece kendilerine din diye sunulan şeye değil, gerçek ya da uydurma din demeden, bütün dinlere karşı bir düşmanlığa itmiştir. Hatta Aydınlanma çağının parolası, 'bütün dinleri, insan hayatından söküp atma' anlayışına dayalı idi. Ya da modern çağın ürettiği seküler din ve onun tanrıları, tarihten beri sürüp gelen dinlerin yerini alacağını düşünüyorlardı. Ancak gelişen bilimsel faaliyetler, bunun mümkün olamayacağını; en ilkel kavimlerden, görece en uygar olanına kadar, insanın doğasında, çok kuvveti bir 'dine yönelme' duygusunun olduğunu göstermiştir. Çünkü insanda nasıl göz var ve bir şeyler görmek isterse, kulak var, bir şeyler duymak ihtiyacında ise, insanda aynı zamanda 'inanma duygusu' da vardır ve Yaratıcı tarafından insan benliğine yerleştirilmiş fıtri bir duygudur. Fıtri olan bu duygu, inanma ihtiyacı içinde olan manevi bir organdır. Öyle her şeyle de tatmin olmaz.
Yarın devam edelim.