
Sosyal medyada şu sıralar elden ele -daha doğrusu telden tele- dolaşan kısa ama harikulade derin bir felsefe metni var:
‘Nietzsche, Araba Atı ve İnsanlık…’
Maalesef yazının geçtiği ilk kaynağı belirleyemedim; ama yazarını tanısaydım herhalde yaşına bakmadan ellerinden öperdim.
Metin şöyle:
“1889 yılında Torino'da hayatının dönüm noktasına yürüdüğünü o an için bilmeyen Friedrich Nietzsche (1844-1900), şehri dolaşırken bir faytoncunun atını hunharca kırbaçladığını görür. At o kadar yorgundur ki yere çökmüştür ve artık kırbaç darbelerine tepki bile veremez.
Nietzsche, koşarak atın yanına gider, boynuna sarılır, ağlayarak ata bir şeyler söyler, bilincini yitirir ve bayılır.
Bayılmadan önce ata "Anne, senden özür dilerim!" veya "Anne, ben ne aptalım!" dediği rivayet edilir…
Bu olaydan sonra tam on yıl kimseyle konuşmaz, dengesiz davranışları artar, akıl hastanesine yatırılır ama bir daha asla eskisi gibi olamaz.
Dostoyevski de benzer bir olayı Suç ve Ceza adlı romanında baş karakter Raskolnikov'un uykularını kaçıran en büyük kâbusu olarak ve deyim yerindeyse ‘bir çocuğun çaresizliği’ içerisinde anlatır:
“Raskolnikov küçük bir çocuktur. Bir arabacı yorgun yürüyemeyecek haldeki atını; hiç acımadan, çekemeyeceği kadar insanla dolu arabayı çekmesi için kırbaçlar ve yanındakiler de onunla birlikte ellerine geçen her şeyle ata vururlar.
Küçük bir çocuk olan Raskolnikov ata sarılır, ağlar yardım ister ama kimse ona yardım etmez. En sonunda arabacı herkesin gözü önünde atı vahşice öldürür.
Yaptığından kendisi gibi orada, onunla birlikte olanlar büyük keyif alırlar.”
Keza Milan Kundera, o çok ünlü ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ romanında Nietzsche'nin başından geçen olayı şöyle değerlendirir:
“Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığıyla özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömülmüş gözlerden uzak sınavı) onun merhametine bırakılmış olanlara davranışlarında gizlidir:
Hayvanlara...
Ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır. O kadar temel bir yenilgi ki bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır.”
Nietzsche ve Dostoyevski; anlam veremedikleri merhametsizlikler karşısında çaresiz kalıp, o tutumları sergileyen insanlardan uzak durmayı tercih etmişlerdir. Kundera’nın açıklaması da yine aynı gerçek üzerinedir.
Goethe ise tüm bu acıklı çaresizlik durumlarını şöyle tanımlar:
‘Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir.”
***
Bu bahsi bir başka alıntıyla ve bu kez sinemaya, bir filme sıçrayarak bitirelim. Andaç Yazlı, bloğunda yayınladığı 22 Kasım 2011 tarihli yazısında Nietzsche’ye gönderme yapıyor ve şöyle diyordu:
“Bela Tarr'ın son filmi ‘Torino Atı’ aynı Trier'in Dogville'nde olduğu gibi siyah bir ekran üzerinde beliren dış ses aracılığıyla açılır. Anlatılan hikâye, Friedrich Nietzsche'nin Torino'da sahibi tarafından kırbaçlanan bir atın boynuna sarılarak ağladığı ve olay sonrasında suskunluğunu bozmadan geçirdiği on yılın, ‘Anne ben ne aptalım!’ sözüyle sonlandığı bir yaşam kesitine uzanır.
(…)
Hikâyeye dış sesin gözüyle ortak olduğumuz bu kesit, 146 dakikalık seyrin ana çatısını oluşturuyor. Film, bu noktadan sonra bir baba ve kızın uzak bir dağ kasabasında geçirdiği 6 günü kadrajlıyor. Söz konusu baba, Nietzsche'nin boynuna sarıldığı atın sahibi arabacı.
Bir anlamda film,146 dakika boyunca kırbaçlanan o at ve arabacısına ne oldu sorusuyla ilerleyerek büyük düşünür Nietzsche'nin derin felsefi dünyasını olabildiğince aralıyor.”
***
Şimdi şunu tekrar düşünebiliriz:
Nietzsche niye delirmişti?
Ve onu delirten nedenlerin kökenine indiğimizde, bugünün dünyalılarını kuşatan şu ızdırap verici hayatı ve içi boşalmış şu genelgeçer merhamet algısını Nietzsche’yi delirten neden, durum ve koşulların çok uzağına koyabiliyor muyuz?
Yanıtınız ne?
Ya da durun bitirmeden bir de şöyle sorayım:
Bunca merhametsizliğe, hoşgörüsüzlüğe, nefrete, kamplaşmaya tanık olduktan sonra sizin çıldırma hususundaki son durumunuz ne?
Yırttınız mı, ramak mı kaldı?
* Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız Dergisi Şubat-2021 sayısında yayımlanan yazısından alıntılanmıştır.
‘Nietzsche, Araba Atı ve İnsanlık…’
Maalesef yazının geçtiği ilk kaynağı belirleyemedim; ama yazarını tanısaydım herhalde yaşına bakmadan ellerinden öperdim.
Metin şöyle:
“1889 yılında Torino'da hayatının dönüm noktasına yürüdüğünü o an için bilmeyen Friedrich Nietzsche (1844-1900), şehri dolaşırken bir faytoncunun atını hunharca kırbaçladığını görür. At o kadar yorgundur ki yere çökmüştür ve artık kırbaç darbelerine tepki bile veremez.
Nietzsche, koşarak atın yanına gider, boynuna sarılır, ağlayarak ata bir şeyler söyler, bilincini yitirir ve bayılır.
Bayılmadan önce ata "Anne, senden özür dilerim!" veya "Anne, ben ne aptalım!" dediği rivayet edilir…
Bu olaydan sonra tam on yıl kimseyle konuşmaz, dengesiz davranışları artar, akıl hastanesine yatırılır ama bir daha asla eskisi gibi olamaz.
Dostoyevski de benzer bir olayı Suç ve Ceza adlı romanında baş karakter Raskolnikov'un uykularını kaçıran en büyük kâbusu olarak ve deyim yerindeyse ‘bir çocuğun çaresizliği’ içerisinde anlatır:
“Raskolnikov küçük bir çocuktur. Bir arabacı yorgun yürüyemeyecek haldeki atını; hiç acımadan, çekemeyeceği kadar insanla dolu arabayı çekmesi için kırbaçlar ve yanındakiler de onunla birlikte ellerine geçen her şeyle ata vururlar.
Küçük bir çocuk olan Raskolnikov ata sarılır, ağlar yardım ister ama kimse ona yardım etmez. En sonunda arabacı herkesin gözü önünde atı vahşice öldürür.
Yaptığından kendisi gibi orada, onunla birlikte olanlar büyük keyif alırlar.”
Keza Milan Kundera, o çok ünlü ‘Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ romanında Nietzsche'nin başından geçen olayı şöyle değerlendirir:
“Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığıyla özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı (iyice derinlere gömülmüş gözlerden uzak sınavı) onun merhametine bırakılmış olanlara davranışlarında gizlidir:
Hayvanlara...
Ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır. O kadar temel bir yenilgi ki bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır.”
Nietzsche ve Dostoyevski; anlam veremedikleri merhametsizlikler karşısında çaresiz kalıp, o tutumları sergileyen insanlardan uzak durmayı tercih etmişlerdir. Kundera’nın açıklaması da yine aynı gerçek üzerinedir.
Goethe ise tüm bu acıklı çaresizlik durumlarını şöyle tanımlar:
‘Dünya hassas kalpler için bir cehennemdir.”
***
Bu bahsi bir başka alıntıyla ve bu kez sinemaya, bir filme sıçrayarak bitirelim. Andaç Yazlı, bloğunda yayınladığı 22 Kasım 2011 tarihli yazısında Nietzsche’ye gönderme yapıyor ve şöyle diyordu:
“Bela Tarr'ın son filmi ‘Torino Atı’ aynı Trier'in Dogville'nde olduğu gibi siyah bir ekran üzerinde beliren dış ses aracılığıyla açılır. Anlatılan hikâye, Friedrich Nietzsche'nin Torino'da sahibi tarafından kırbaçlanan bir atın boynuna sarılarak ağladığı ve olay sonrasında suskunluğunu bozmadan geçirdiği on yılın, ‘Anne ben ne aptalım!’ sözüyle sonlandığı bir yaşam kesitine uzanır.
(…)
Hikâyeye dış sesin gözüyle ortak olduğumuz bu kesit, 146 dakikalık seyrin ana çatısını oluşturuyor. Film, bu noktadan sonra bir baba ve kızın uzak bir dağ kasabasında geçirdiği 6 günü kadrajlıyor. Söz konusu baba, Nietzsche'nin boynuna sarıldığı atın sahibi arabacı.
Bir anlamda film,146 dakika boyunca kırbaçlanan o at ve arabacısına ne oldu sorusuyla ilerleyerek büyük düşünür Nietzsche'nin derin felsefi dünyasını olabildiğince aralıyor.”
***
Şimdi şunu tekrar düşünebiliriz:
Nietzsche niye delirmişti?
Ve onu delirten nedenlerin kökenine indiğimizde, bugünün dünyalılarını kuşatan şu ızdırap verici hayatı ve içi boşalmış şu genelgeçer merhamet algısını Nietzsche’yi delirten neden, durum ve koşulların çok uzağına koyabiliyor muyuz?
Yanıtınız ne?
Ya da durun bitirmeden bir de şöyle sorayım:
Bunca merhametsizliğe, hoşgörüsüzlüğe, nefrete, kamplaşmaya tanık olduktan sonra sizin çıldırma hususundaki son durumunuz ne?
Yırttınız mı, ramak mı kaldı?
* Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız Dergisi Şubat-2021 sayısında yayımlanan yazısından alıntılanmıştır.
Niçeda paradokslar dolu, merhamet zayıflıktır diyor, merhamet kölelik ahlakının esasıdır diyor acımasızlığı savunuyor ama at için de ağlıyor, oysa ata vuran adama sevinmesi gerekirdi. Bu da niçe nin eylem ve söylemlerinde farklılıklar olduğunu gösteriyor. Sonra, tanrı yok diyor, daha sonra da tanrı öldü diyor, olmayan bir şey nasıl ölebilir. Diğer bir paradoksu, felsefesinin 2.sı güç, güce tapma, üstinsan ama güce kavuşmuş belli bir makama mevkiye ulaşmış insanla da dalga geçercesine, ne kadar büyük makama oturursanız oturun sonunda kıçınızın üstüne oturuyorsunuz, diyor. Süperman karakteri de niçe nin üstinsan fikrinden çıkmıştır.