
(Mustafa Kemal - Nuri Conker dostluğunu anlatan yazının devamı…)
Hareket ordusu, Trablusgarp, Çanakkale, Muş cephesi, Kurtuluş Savaşı…
Mustafa Kemal Paşa nerede, Nuri Conker oradaydı...
Manifestosunda adı geçmiyor ya acep Bandırma'nın kaçak yolcusu muydu?
19 Mayıs 1919'da nerede olduğunun kayıtları yok...
★★
O, Paşa olabilirdi. Bakan olabilirdi. TBMM başkanı bile olabilirdi. İstemedi. Arkadaş kalmayı tercih etti.
Arkadaşlığını hiç suistimal etmedi.
Bulundukları ortamda elektrik kesilirse, ışıklar tekrar geldiğinde hep aynı manzara görülürdü: Nuri ayakta, tabancası elinde, gövdesini Mustafa Kemal’e siper etmiş olurdu.
50 yaşına girdiği gece, kapı çalındı, açtılar, arkadaşı Mustafa Kemal gelmişti. Önceden haber vermemiş, sürpriz yapmıştı. “Yaş gününü kutlamaya geldim” dedi, oturdu. Sonra da bütün gece boyunca, “Benim ihtiyarlarla alakam yok, ben artık ihtiyarlarla konuşmuyorum” diyerek Nuri’yi çıldırttı.
Aile fertleriyle neşeyle sohbet etti, gülmekten kırıldılar, Nuri’yle tek kelime konuşmadı, söylediklerine cevap bile vermedi, geldiği gibi kıkırdaya kıkırdaya gitti. Nuri’yi kızdırmayı çok severdi. asla darılmazlar, gücenmezlerdi, birbirlerine…
(…)
Mustafa Kemal Paşa bazen muhalifleriyle dalga geçmek için “görevimi bırakmayı düşünüyorum, yerime Nuri’yi aday göstereceğim, mükemmel reisicumhur olur” diyordu. Conker de “göreve hazırım, üstelik Kemal’in aldığı maaşın yarısına yaparım” diyordu! Mustafa Kemal Paşa’ya sık sık “çocukluğu”yla ilgili sorular sorarlardı. “Kim bilir çocukken ne müstesna insandınız, kim bilir ne olağanüstü, ne harikulade hatıralarınız vardır’ diye merak ederlerdi. Bu tür durumlarda hep Conker’i işaret ederdi. “Nuri anlatsın” derdi. Conker de her zamanki alaycı üslubuyla anlatırdı: “Bakla tarlasında karga çobanlığı ederdi!”
İkisinin arasındaki şifreydi…
Conker’in “karga çobanı” lafını duyanlar “aman efendim olur mu hiç öyle” filan demeye kalkışınca, Mustafa Kemal Paşa tekrar söze girerdi: “Bana insanüstü bir çocukluk yakıştırmaya kalkışmayınız. Ben de hepiniz gibi çocuktum” derdi.
Neredeyse bütün Atatürk biyografilerinde yer alan “çocukken bakla tarlasında kargaları kovalardı” klişesinin kaynağı, işte buydu.
Mustafa Kemal Paşa ile Nuri Conker’in danışıklı dövüşünün sonucu...
Mustafa Kemal’in gerçekten “karga kovaladığını” değil, “herkes gibi bir çocuk” olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı.
Yağcılık yaparak abartılmaması gerektiğini anlatmaya çalışıyorlardı. Conker’in bu alaycı lafı döndü dolaştı, somut gerçekmiş gibi tarihi biyografilere girdi.
★★
1937 yılı, 11 Ocak günü…
Ankara…
Nuri, hiçbir rahatsızlığı yokken kalp krizi nedeniyle vefat etti. Mustafa Kemal Paşa yıkıldı…
Hatay üzüntüsüne Conker'in ölümü acısı karıştı…
İki sıkı arkadaş ilkokul yıllarından ölene değin hiç ayrılmamışlardı, ölüm ayırmıştı onları…
Derin üzüntüsü öylesineydi ki cenazesine katılamadı. Evini görmemek için taziyeye bile gidemedi. Bir daha asla Nuri Conker'in oturduğu semte bile uğrayamadı. Nuri Conker’i anımsatan her şeyden uzak durmaya çalıştı.
Bir akşam sofrada derin düşünceler içinde yemek yemeye çalışıyordu. Aniden yerinden fırladı, otomobile bindi, şoföre nereye gidileceğini söylemeden “Şuradan sağa dön, şuradan sola dön…” diyerek yolu tarif etti.
Cebeci’ye geldiler, “Burada dur” dedi.
Can arkadaşı Nuri’nin kabrine gelmişti…
Mezarın başına yürüdü, sessiz sessiz durdu. Avuç açıp dua etti.
Sonra da sadece bir cümle kurdu; “Beni niçin yalnız bıraktın Nuri”
Bir süre daha sessizce durdu, bitkin halde otomobile döndü. Bir daha asla kabrine de gidemedi.
Mustafa Kemal Paşa’nın söylemiyle Nuri, anıları kalbinden ve vicdanından asla çıkmayacak sevgili kardeşiydi…”
★★
İki can yoldaşının insan kokan sıcacık hikâyesini ben size çok çok kısaltarak anlattım.
Ama siz Yaşar Gürsoy’un 2011 yılında Alfa Yayınları’ndan çıkan ‘Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker’ adlı kitabını mutlaka okumalısınız.
Bu dostluğun, anlatabildiğimden çok daha uzun, duygu yüklü bir hikâyesi var çünkü.
Hareket ordusu, Trablusgarp, Çanakkale, Muş cephesi, Kurtuluş Savaşı…
Mustafa Kemal Paşa nerede, Nuri Conker oradaydı...
Manifestosunda adı geçmiyor ya acep Bandırma'nın kaçak yolcusu muydu?
19 Mayıs 1919'da nerede olduğunun kayıtları yok...
★★
O, Paşa olabilirdi. Bakan olabilirdi. TBMM başkanı bile olabilirdi. İstemedi. Arkadaş kalmayı tercih etti.
Arkadaşlığını hiç suistimal etmedi.
Bulundukları ortamda elektrik kesilirse, ışıklar tekrar geldiğinde hep aynı manzara görülürdü: Nuri ayakta, tabancası elinde, gövdesini Mustafa Kemal’e siper etmiş olurdu.
50 yaşına girdiği gece, kapı çalındı, açtılar, arkadaşı Mustafa Kemal gelmişti. Önceden haber vermemiş, sürpriz yapmıştı. “Yaş gününü kutlamaya geldim” dedi, oturdu. Sonra da bütün gece boyunca, “Benim ihtiyarlarla alakam yok, ben artık ihtiyarlarla konuşmuyorum” diyerek Nuri’yi çıldırttı.
Aile fertleriyle neşeyle sohbet etti, gülmekten kırıldılar, Nuri’yle tek kelime konuşmadı, söylediklerine cevap bile vermedi, geldiği gibi kıkırdaya kıkırdaya gitti. Nuri’yi kızdırmayı çok severdi. asla darılmazlar, gücenmezlerdi, birbirlerine…
(…)
Mustafa Kemal Paşa bazen muhalifleriyle dalga geçmek için “görevimi bırakmayı düşünüyorum, yerime Nuri’yi aday göstereceğim, mükemmel reisicumhur olur” diyordu. Conker de “göreve hazırım, üstelik Kemal’in aldığı maaşın yarısına yaparım” diyordu! Mustafa Kemal Paşa’ya sık sık “çocukluğu”yla ilgili sorular sorarlardı. “Kim bilir çocukken ne müstesna insandınız, kim bilir ne olağanüstü, ne harikulade hatıralarınız vardır’ diye merak ederlerdi. Bu tür durumlarda hep Conker’i işaret ederdi. “Nuri anlatsın” derdi. Conker de her zamanki alaycı üslubuyla anlatırdı: “Bakla tarlasında karga çobanlığı ederdi!”
İkisinin arasındaki şifreydi…
Conker’in “karga çobanı” lafını duyanlar “aman efendim olur mu hiç öyle” filan demeye kalkışınca, Mustafa Kemal Paşa tekrar söze girerdi: “Bana insanüstü bir çocukluk yakıştırmaya kalkışmayınız. Ben de hepiniz gibi çocuktum” derdi.
Neredeyse bütün Atatürk biyografilerinde yer alan “çocukken bakla tarlasında kargaları kovalardı” klişesinin kaynağı, işte buydu.
Mustafa Kemal Paşa ile Nuri Conker’in danışıklı dövüşünün sonucu...
Mustafa Kemal’in gerçekten “karga kovaladığını” değil, “herkes gibi bir çocuk” olduğunu anlatmaya çalışıyorlardı.
Yağcılık yaparak abartılmaması gerektiğini anlatmaya çalışıyorlardı. Conker’in bu alaycı lafı döndü dolaştı, somut gerçekmiş gibi tarihi biyografilere girdi.
★★
1937 yılı, 11 Ocak günü…
Ankara…
Nuri, hiçbir rahatsızlığı yokken kalp krizi nedeniyle vefat etti. Mustafa Kemal Paşa yıkıldı…
Hatay üzüntüsüne Conker'in ölümü acısı karıştı…
İki sıkı arkadaş ilkokul yıllarından ölene değin hiç ayrılmamışlardı, ölüm ayırmıştı onları…
Derin üzüntüsü öylesineydi ki cenazesine katılamadı. Evini görmemek için taziyeye bile gidemedi. Bir daha asla Nuri Conker'in oturduğu semte bile uğrayamadı. Nuri Conker’i anımsatan her şeyden uzak durmaya çalıştı.
Bir akşam sofrada derin düşünceler içinde yemek yemeye çalışıyordu. Aniden yerinden fırladı, otomobile bindi, şoföre nereye gidileceğini söylemeden “Şuradan sağa dön, şuradan sola dön…” diyerek yolu tarif etti.
Cebeci’ye geldiler, “Burada dur” dedi.
Can arkadaşı Nuri’nin kabrine gelmişti…
Mezarın başına yürüdü, sessiz sessiz durdu. Avuç açıp dua etti.
Sonra da sadece bir cümle kurdu; “Beni niçin yalnız bıraktın Nuri”
Bir süre daha sessizce durdu, bitkin halde otomobile döndü. Bir daha asla kabrine de gidemedi.
Mustafa Kemal Paşa’nın söylemiyle Nuri, anıları kalbinden ve vicdanından asla çıkmayacak sevgili kardeşiydi…”
★★
İki can yoldaşının insan kokan sıcacık hikâyesini ben size çok çok kısaltarak anlattım.
Ama siz Yaşar Gürsoy’un 2011 yılında Alfa Yayınları’ndan çıkan ‘Atatürk ve Can Yoldaşı Nuri Conker’ adlı kitabını mutlaka okumalısınız.
Bu dostluğun, anlatabildiğimden çok daha uzun, duygu yüklü bir hikâyesi var çünkü.