
Her 15 Temmuz’da bir yerlerden gelen “Doğum günün kutlu olsun” mesajı ile uyanırdım, yine öyle oldu. O gün benim doğum günümdü. Belki sayısız kere yazmış, söylemişimdir adı konan günleri hiç sevmem diye.
15 Temmuz benim için sıradan günlerden biriydi. O günün akşamında ailece terasta çay eşliğinde eski günleri yad ediyorduk. Televizyon kapalı, telefonlar içeride hiçbir şeyden habersiz esprilerle gülüyorduk.
Bir ara telefonuna bakan eşim Cihat İncesu, “ Boğaziçi köprüsü trafiğe kapatılmış” dedi. Tekrar güldük, “ee karşıya geçmeyeceğiz bize ne, tamirat vardır” dedik, önemsemedik.
Kısa bir süre sonra telefonlarımıza haber ajanslarının son dakika mesajları düşmeye başladı. Hepimiz telefonlara uzandık, “Boğaziçi köprüsü çift taraflı asker tarafından trafiğe kapatıldı” deniyordu haberlerde.
Gazetecilik refleksi ile yerimizden fırlayıp telefonu açtık. Doğal bir şey değildi, şehrin göbeğinde askerin tanklarla köprünün üzerinde ne işi vardı?
Olasılıkları, yaşadığımız tecrübeler ile harmanlamaya başladık. En zayıf ihtimal ise darbe girişiminin olmasıydı. Neden asker böyle bir çılgınlık yapsın ki? Diye düşündük. Derken Başbakan’ın “bu bir kalkışma” açıklaması ile adeta kendimize geldik…
Gelişmeler birbirini kovaladı. Evin içinde oraya buraya koşturanlar, dua edenler, beddua edenler… Bir anda her şey birbirine karıştı. Gençler şaşkın, “darbe ne?” diyerek birbirlerine anlamsız bakıyorlardı. O dakikalarda spiker TRT ekranlarında darbe bildirisi okuyordu. Korkunç bir andı. Gözbebeklerim büyüdü, keşke rüya olsaydı ama değildi...
Neden sonra kendime geldim. Evin içinde sesleri duymaya başladım. Susun diye bağırdım bir anda ve talimatlarımı ardı ardına sıraladım:
Hemen toparlanın çıkıyoruz...
Gazetenin ekibini toplayın…
Derhal baskı tesislerinin güvenliğini sağlayın…
Mutlaka Erzurum’da bir kalkışma olursa ‘matbaalara el koyarak gazete basımı durdurup kendi istediklerini bastırmak isteyeceklerdir’ diye düşündüm.
Bir yandan Ankara’daki siyasilere ulaşmaya çalışıyordum. Tüm gazete çalışanları bir an bile düşünmeden haber merkezinde toplandı. Bir gün sonra yayımlanacak Pusula Gazetesi’nin baskısını durdurduk.
Ülkede bir darbe girişimi vardı. Derhal manşet değişmeliydi. Tavrımız belliydi. Ne olursa olsun o gün bu hainlerin yaptıklarına bizde direnecektik.
Henüz sokaklar çok sessizdi. Muhabir arkadaşlarımız şehre dağıldı. Emniyet Müdürlüğü binası panzerler ile çevrilmiş, sokak her iki taraftan polisler tarafından kesilmişti. Polisevi’nin önünde çelik yelekli özel harekat timleri elleri tetikte bekliyordu. İçerdeki tüm ışıklar yanıyordu.
Kolordunun önünde bir hareketlilik vardı. İş makinaları göründü sokaklarda. Henüz Cumhurbaşkanı televizyonlarda sokaklara çıkın çağrısı dahi yapmamışken, Cumhuriyet caddesi üzerinde yaklaşık 50-60 kişilik bir grup Havuzbaşı’na doğru harekete geçti.
Polisevi önündeki polisler siper aldı. Gelenler düşman değil, bilakis Erzurumlu ülkücü gençlerdi. Balkonda Erzurum Emniyet Müdürü Kamil Karabörk göründü. Eliyle polislere sakin olun işareti yaptı.
Derken çok geçmeden Cumhuriyet Caddesi insan akınına uğradı. Cumhurbaşkanının çağrısını duyan on binlerce Erzurumlu, gençlere desteğe geldi. Sonrası malum…
Erzurum’da tek bir tank sokağa çıkamadı. Ama ülkede ciddi direniş vardı. Ülkeyi nasıl bir sabah bekliyordu bilinmiyordu. O gecenin zifiri karanlığını okunan salalar ve Allahüekber nidaları aydınlatıyordu.
Tüm ekip elimizi çabuk tutmalıydık. Gazetemiz tüm doğuya dağıldığı için bir an evvel baskıya girmek zorundaydık. “Kara Cuma” başlığı ile sayfaları hazırlayıp baskıya geçtik.
Doğu’da bir tek 16 Temmuz sabahı Pusula Gazetesi darbe girişimini lanetleyen manşeti ile çıktı.
Yarabbi nasıl bir geceydi o. Bizler Erzurum’da belki Ankara ve İstanbul da yaşayanlar kadar o hainlerin zulmüne, bombalarına maruz kalmadık ama televizyon ekranlarından görüyorduk vahşeti…
Keşke dedik, “Allah bizlere kanat verse, uçup bunların tepesine binsek, gökleri bunların başına yıksak.” Bize gerek kalmadı vatan evlatları kendi kanlarında boğdu hainleri.
Şehit kanları ile sulanan bu toprakların, hiç kimsenin boyundurluğu altına girmeyeceği bir kez daha tüm dünyaya ilan edildi. Onlarca masum insanımız şehit oldu. Meclisimiz bombalandı. Fakat güçleri ne o ezanı susturmaya nede o bayrağı indirmeye yetmedi.
O gecenin üzerinden tam bir yıl geçti. Şimdi kendimize bir slogan bulduk, “15 Temmuz hain darbe girişimini unutmadık, unutmayacağız”
Türk tarihinin en alçak, en kanlı gecesi nasıl unutulur ki? Din tüccarlığı yaparak kendini şeytana adayıp kendi halkına kurşun sıkan, bomba yağdıranları kim unutabilir ki? Vatan yaşasın ben ölürüm diyen o yüce şehitleri kim kalbinden, beyninden çıkarabilir ki?
Eğer bu halkın göğsünde iman, kalbinde vatan sevdası olmasaydı 15 Temmuz gecesi tarihe haçlı seferinin zaferi olarak geçerdi.
Ey Türkiye düşmanları, şunu artık anlayın; Bu halk güce değil Allaha tapıyor. Biz ne o geceyi ne de o geceyi bize yaşatanları asla unutmayız, unutturmayız...
15 Temmuz benim için sıradan günlerden biriydi. O günün akşamında ailece terasta çay eşliğinde eski günleri yad ediyorduk. Televizyon kapalı, telefonlar içeride hiçbir şeyden habersiz esprilerle gülüyorduk.
Bir ara telefonuna bakan eşim Cihat İncesu, “ Boğaziçi köprüsü trafiğe kapatılmış” dedi. Tekrar güldük, “ee karşıya geçmeyeceğiz bize ne, tamirat vardır” dedik, önemsemedik.
Kısa bir süre sonra telefonlarımıza haber ajanslarının son dakika mesajları düşmeye başladı. Hepimiz telefonlara uzandık, “Boğaziçi köprüsü çift taraflı asker tarafından trafiğe kapatıldı” deniyordu haberlerde.
Gazetecilik refleksi ile yerimizden fırlayıp telefonu açtık. Doğal bir şey değildi, şehrin göbeğinde askerin tanklarla köprünün üzerinde ne işi vardı?
Olasılıkları, yaşadığımız tecrübeler ile harmanlamaya başladık. En zayıf ihtimal ise darbe girişiminin olmasıydı. Neden asker böyle bir çılgınlık yapsın ki? Diye düşündük. Derken Başbakan’ın “bu bir kalkışma” açıklaması ile adeta kendimize geldik…
Gelişmeler birbirini kovaladı. Evin içinde oraya buraya koşturanlar, dua edenler, beddua edenler… Bir anda her şey birbirine karıştı. Gençler şaşkın, “darbe ne?” diyerek birbirlerine anlamsız bakıyorlardı. O dakikalarda spiker TRT ekranlarında darbe bildirisi okuyordu. Korkunç bir andı. Gözbebeklerim büyüdü, keşke rüya olsaydı ama değildi...
Neden sonra kendime geldim. Evin içinde sesleri duymaya başladım. Susun diye bağırdım bir anda ve talimatlarımı ardı ardına sıraladım:
Hemen toparlanın çıkıyoruz...
Gazetenin ekibini toplayın…
Derhal baskı tesislerinin güvenliğini sağlayın…
Mutlaka Erzurum’da bir kalkışma olursa ‘matbaalara el koyarak gazete basımı durdurup kendi istediklerini bastırmak isteyeceklerdir’ diye düşündüm.
Bir yandan Ankara’daki siyasilere ulaşmaya çalışıyordum. Tüm gazete çalışanları bir an bile düşünmeden haber merkezinde toplandı. Bir gün sonra yayımlanacak Pusula Gazetesi’nin baskısını durdurduk.
Ülkede bir darbe girişimi vardı. Derhal manşet değişmeliydi. Tavrımız belliydi. Ne olursa olsun o gün bu hainlerin yaptıklarına bizde direnecektik.
Henüz sokaklar çok sessizdi. Muhabir arkadaşlarımız şehre dağıldı. Emniyet Müdürlüğü binası panzerler ile çevrilmiş, sokak her iki taraftan polisler tarafından kesilmişti. Polisevi’nin önünde çelik yelekli özel harekat timleri elleri tetikte bekliyordu. İçerdeki tüm ışıklar yanıyordu.
Kolordunun önünde bir hareketlilik vardı. İş makinaları göründü sokaklarda. Henüz Cumhurbaşkanı televizyonlarda sokaklara çıkın çağrısı dahi yapmamışken, Cumhuriyet caddesi üzerinde yaklaşık 50-60 kişilik bir grup Havuzbaşı’na doğru harekete geçti.
Polisevi önündeki polisler siper aldı. Gelenler düşman değil, bilakis Erzurumlu ülkücü gençlerdi. Balkonda Erzurum Emniyet Müdürü Kamil Karabörk göründü. Eliyle polislere sakin olun işareti yaptı.
Derken çok geçmeden Cumhuriyet Caddesi insan akınına uğradı. Cumhurbaşkanının çağrısını duyan on binlerce Erzurumlu, gençlere desteğe geldi. Sonrası malum…
Erzurum’da tek bir tank sokağa çıkamadı. Ama ülkede ciddi direniş vardı. Ülkeyi nasıl bir sabah bekliyordu bilinmiyordu. O gecenin zifiri karanlığını okunan salalar ve Allahüekber nidaları aydınlatıyordu.
Tüm ekip elimizi çabuk tutmalıydık. Gazetemiz tüm doğuya dağıldığı için bir an evvel baskıya girmek zorundaydık. “Kara Cuma” başlığı ile sayfaları hazırlayıp baskıya geçtik.
Doğu’da bir tek 16 Temmuz sabahı Pusula Gazetesi darbe girişimini lanetleyen manşeti ile çıktı.
Yarabbi nasıl bir geceydi o. Bizler Erzurum’da belki Ankara ve İstanbul da yaşayanlar kadar o hainlerin zulmüne, bombalarına maruz kalmadık ama televizyon ekranlarından görüyorduk vahşeti…
Keşke dedik, “Allah bizlere kanat verse, uçup bunların tepesine binsek, gökleri bunların başına yıksak.” Bize gerek kalmadı vatan evlatları kendi kanlarında boğdu hainleri.
Şehit kanları ile sulanan bu toprakların, hiç kimsenin boyundurluğu altına girmeyeceği bir kez daha tüm dünyaya ilan edildi. Onlarca masum insanımız şehit oldu. Meclisimiz bombalandı. Fakat güçleri ne o ezanı susturmaya nede o bayrağı indirmeye yetmedi.
O gecenin üzerinden tam bir yıl geçti. Şimdi kendimize bir slogan bulduk, “15 Temmuz hain darbe girişimini unutmadık, unutmayacağız”
Türk tarihinin en alçak, en kanlı gecesi nasıl unutulur ki? Din tüccarlığı yaparak kendini şeytana adayıp kendi halkına kurşun sıkan, bomba yağdıranları kim unutabilir ki? Vatan yaşasın ben ölürüm diyen o yüce şehitleri kim kalbinden, beyninden çıkarabilir ki?
Eğer bu halkın göğsünde iman, kalbinde vatan sevdası olmasaydı 15 Temmuz gecesi tarihe haçlı seferinin zaferi olarak geçerdi.
Ey Türkiye düşmanları, şunu artık anlayın; Bu halk güce değil Allaha tapıyor. Biz ne o geceyi ne de o geceyi bize yaşatanları asla unutmayız, unutturmayız...