
Mesleki ve etik ilkelere bağlılık, öğrenim süreçlerini yönetme hüneri, kriz yönetme becerisi, takım oyununa yatkınlık, kurumdaşlık kültürü, sadakat, sırdaşlık…
Tüm bunlar, bir öğretmene çalıştığı kurumda ve sosyal yaşantısında saygınlık kazandırabilecek niteliklerdir.
Keza; yasalara saygılı iyi bir yurttaş olmak, insanlarla olumlu iletişimler kurabilmek, bilimden ve özgürlükten yana olmak da öyle.
Fakat bugün bu genel kriterlerden çok daha spesifik bir kriterin peşine düşeceksek eğer, değişen sosyal koşullar ve genişleyen risk yelpazesi ışığında daha yeni bir şeyden söz etmek mümkün:
Öğretmen için saygınlığın başladığı sınır, bugün biraz da ‘sorunu veya gereksinimi eğitim paydaşlarının tümünden önce keşfetmek, paydaşlar içerisinde bilgilendirmeyi (enformasyonu) ilk gerçekleştiren ve devamında yöneten olmak, başka bir deyişle de keşfe, çözüme ve ilerlemeye öncü olmak’ biçiminde tanımlanabilir.
Proaktif ve etkin olmak…
Sorunu ya da olumlu-olumsuz potansiyelleri, velinin ‘kendi kısıtlı olanaklarıyla’ belirlemesinden ya da belirlediği ayrıntıyı okula, öğretmene aktarmasından önce öğrencinin yanıbaşındaki kişinin, öğretmenin dikkate değer tüm ayrıntıları keşfetmesi…
İşte bu, harikulade bir prestij vesilesidir.
‘Öğretmenim siz bunu nasıl görmediniz?’
‘Aylardır çocuğumun dersine giriyorsunuz; onun şu özelliği hiç mi dikkatinizi çekmedi?’
‘Geçen gün sınıfta bir sorun yaşanmış, haberiniz oldu mu öğretmenim? Peki niye bana açmadınız bu sorunu?..’
Bu soruları işitmek bir öğretmen için ne kadar sıkıntılı bir durumdur, bunu kuşkusuz en iyi öğretmenler bilir.
Öyle bir durumda veliye ‘Öyle mi(ymiş)?..’ demek, bütün o sorulara verilebilecek en tuhaf, en güven sarsıcı yanıttır.
‘Yoo, benim haberim yok!’ demek ise olası çözüm girişimlerine karşı en baştan kuşku doğurmak gibi olumsuz bir etki doğurur.
Bundan hiç kuşkunuz olmasın.
Bilginin toplumların geleceğine yön verdiği çağımızda bilgi akışına hükmetmek, başka bir deyişle enformasyonu biçimlendirmek, eğitim sektöründeki profesyoneller için de kuşkusuz sahip olunabilecek çok önemli bir ayrıcalık.
Öğretmenler, okul yöneticileri bu niteliği nasıl edinir, nasıl geliştirir peki?
Eğitim fakültelerinin bu bağlamda öğretmen adayına verdiği eğitim yeterli midir?..
Elbette hiçbir ülkede, hiçbir fakülte, mezunlarına ileride yaşayabileceklerinin tamamını standart biçimde öğretemez; ama sırf üniversal düzeyde düşünmeyelim, üniversite öncesinde de var olan çok iyi eğitim kurumları, kurumsal bellekleri güçlü ve vizyonları gelişime odaklı olduğu için personelin -ve aslında bütün paydaşların- bilgiyi yönetme (enformasyon) becerilerini, bu becerilerin geliştirilmesini önemserler.
Biz, yüzümüzü öyle okullara çevirmeliyiz. ‘Öğrenen okullar’, kendilerini var eden öğretmenlerin ‘bilgi akışına hükmedebilecek, başka bir deyişle enformasyonu biçimlendirebilecek’ profesyonellere dönüşmelerini rastlantılara bırakmaz. Kurumdaşları bu konuda eğitirler ve dönüştürürler. Bunun için özel duyarlılıkları, özel programları ve defalarca gözden geçirilmiş izlenceleri vardır.
Keşif becerisi…
Bu, bütün beceriler içinde hiç kuşkusuz en önemlilerinden birisi ve aynı zamanda bir ‘sınır çizgisi’…
Fakat ‘keşfetmek’ elbette inovasyon için yetmeyecektir; keşfedileni doğru kaydetmek, çok boyutlu biçimde tahlil etmek, öngörüler geliştirmek, bulguları iyi bir zamanlamayla ve doğru kişilerle paylaşmak, sürekliliği sağlamak ve en nihayet davranış değişimi oluşturmak ya da riskleri soruna dönüşmeden gidermek gerekiyor ki keşfin öğretmene ve okula yararı olsun!
Proaktif olmak bu!
Saptanan olumlu potansiyellerle ilgili gelişim planlarını, yine saptanan olumsuz potansiyele yönelik önlemleri ve belirlenen sorun(lar)la ilgili çözüm düşüncelerini, planları, rol üstlenecekleri, işbölümünü, hiyerarşiyi, süreçleri, zamanlamayı; çözümün işe yaramaması durumunda uygulanacak B ve C planlarını biliyor olmak…
Paylaşmak…
Bilgilendirmek…
Önce keşfeden, doğru zamanda bilgi ileten olmak…
Gerçek öğretmen saygınlığı, bugünün okullarında işte bu kritik eşik aşıldığında başlıyor.
Tüm bunlar, bir öğretmene çalıştığı kurumda ve sosyal yaşantısında saygınlık kazandırabilecek niteliklerdir.
Keza; yasalara saygılı iyi bir yurttaş olmak, insanlarla olumlu iletişimler kurabilmek, bilimden ve özgürlükten yana olmak da öyle.
Fakat bugün bu genel kriterlerden çok daha spesifik bir kriterin peşine düşeceksek eğer, değişen sosyal koşullar ve genişleyen risk yelpazesi ışığında daha yeni bir şeyden söz etmek mümkün:
Öğretmen için saygınlığın başladığı sınır, bugün biraz da ‘sorunu veya gereksinimi eğitim paydaşlarının tümünden önce keşfetmek, paydaşlar içerisinde bilgilendirmeyi (enformasyonu) ilk gerçekleştiren ve devamında yöneten olmak, başka bir deyişle de keşfe, çözüme ve ilerlemeye öncü olmak’ biçiminde tanımlanabilir.
Proaktif ve etkin olmak…
Sorunu ya da olumlu-olumsuz potansiyelleri, velinin ‘kendi kısıtlı olanaklarıyla’ belirlemesinden ya da belirlediği ayrıntıyı okula, öğretmene aktarmasından önce öğrencinin yanıbaşındaki kişinin, öğretmenin dikkate değer tüm ayrıntıları keşfetmesi…
İşte bu, harikulade bir prestij vesilesidir.
‘Öğretmenim siz bunu nasıl görmediniz?’
‘Aylardır çocuğumun dersine giriyorsunuz; onun şu özelliği hiç mi dikkatinizi çekmedi?’
‘Geçen gün sınıfta bir sorun yaşanmış, haberiniz oldu mu öğretmenim? Peki niye bana açmadınız bu sorunu?..’
Bu soruları işitmek bir öğretmen için ne kadar sıkıntılı bir durumdur, bunu kuşkusuz en iyi öğretmenler bilir.
Öyle bir durumda veliye ‘Öyle mi(ymiş)?..’ demek, bütün o sorulara verilebilecek en tuhaf, en güven sarsıcı yanıttır.
‘Yoo, benim haberim yok!’ demek ise olası çözüm girişimlerine karşı en baştan kuşku doğurmak gibi olumsuz bir etki doğurur.
Bundan hiç kuşkunuz olmasın.
Bilginin toplumların geleceğine yön verdiği çağımızda bilgi akışına hükmetmek, başka bir deyişle enformasyonu biçimlendirmek, eğitim sektöründeki profesyoneller için de kuşkusuz sahip olunabilecek çok önemli bir ayrıcalık.
Öğretmenler, okul yöneticileri bu niteliği nasıl edinir, nasıl geliştirir peki?
Eğitim fakültelerinin bu bağlamda öğretmen adayına verdiği eğitim yeterli midir?..
Elbette hiçbir ülkede, hiçbir fakülte, mezunlarına ileride yaşayabileceklerinin tamamını standart biçimde öğretemez; ama sırf üniversal düzeyde düşünmeyelim, üniversite öncesinde de var olan çok iyi eğitim kurumları, kurumsal bellekleri güçlü ve vizyonları gelişime odaklı olduğu için personelin -ve aslında bütün paydaşların- bilgiyi yönetme (enformasyon) becerilerini, bu becerilerin geliştirilmesini önemserler.
Biz, yüzümüzü öyle okullara çevirmeliyiz. ‘Öğrenen okullar’, kendilerini var eden öğretmenlerin ‘bilgi akışına hükmedebilecek, başka bir deyişle enformasyonu biçimlendirebilecek’ profesyonellere dönüşmelerini rastlantılara bırakmaz. Kurumdaşları bu konuda eğitirler ve dönüştürürler. Bunun için özel duyarlılıkları, özel programları ve defalarca gözden geçirilmiş izlenceleri vardır.
Keşif becerisi…
Bu, bütün beceriler içinde hiç kuşkusuz en önemlilerinden birisi ve aynı zamanda bir ‘sınır çizgisi’…
Fakat ‘keşfetmek’ elbette inovasyon için yetmeyecektir; keşfedileni doğru kaydetmek, çok boyutlu biçimde tahlil etmek, öngörüler geliştirmek, bulguları iyi bir zamanlamayla ve doğru kişilerle paylaşmak, sürekliliği sağlamak ve en nihayet davranış değişimi oluşturmak ya da riskleri soruna dönüşmeden gidermek gerekiyor ki keşfin öğretmene ve okula yararı olsun!
Proaktif olmak bu!
Saptanan olumlu potansiyellerle ilgili gelişim planlarını, yine saptanan olumsuz potansiyele yönelik önlemleri ve belirlenen sorun(lar)la ilgili çözüm düşüncelerini, planları, rol üstlenecekleri, işbölümünü, hiyerarşiyi, süreçleri, zamanlamayı; çözümün işe yaramaması durumunda uygulanacak B ve C planlarını biliyor olmak…
Paylaşmak…
Bilgilendirmek…
Önce keşfeden, doğru zamanda bilgi ileten olmak…
Gerçek öğretmen saygınlığı, bugünün okullarında işte bu kritik eşik aşıldığında başlıyor.