
Eğitimpedia, Nisan-2017’de Teacherhabits’te yayımlanmış bir makaleye dayandırdığı dosyanın girişinde öğretmenlere soruyordu:
“Öğretmenler neden bu kadar yorgun?
Siz de derslerden sonra kendinizi aşırı yorgun hissediyor musunuz?
Daha doğrusu, en son ne zaman derslerden sonra kendinizi yorgun hissetmediniz?”
Dosyanın sayfaları içerisinde ilerledikçe de bu soruların farklı yanıtlarını bulmuştuk.
İşte o dosyayla ilgili hatırlatma notları:
“Öğretmen olmayan arkadaşlarımız nasıl bu kadar bitkin olduğumuza inanmakta zorlanıyorlar. Sonuçta taş taşımıyoruz ya da son teslim tarihi baskılarıyla çalışmıyoruz ya da en fazla ürünü satan olmak için iş arkadaşlarımızla rekabet etmiyoruz ya da ensemizde insafsız bir patronun nefesini hissettiğimiz aşırı rekabetçi bir ofiste çalışmıyoruz. Çocuklarla çalışıyoruz! Günde yedi saat çalışıyoruz! Kendi programlarımız üzerinde çok fazla kontrolümüz var. Yaz tatilimiz var! Bazı öğretmenlerin kafasında bu düşünceler var ve dertlerinin ne olduğunu merak edip duruyorlar.
Nasıl bu kadar yorgun olabiliriz?
Nasıl?
Bunun aslında üç açık sebebi var:
Psikolog Roy Baumeister, insanların sınırlı bir irade gücü olduğunu bulduktan sonra “benlik kaynaklarının tükenmesi” adını verdiği bir kavram ortaya koydu. Baumeister irade gücünü, güçlenebilen ama aynı zamanda kullanılarak yıpratılan bir kasa benzetiyor. Benlik kaynaklarının tükenmesinin genel bir etkisi bulunuyor. Yani hayatınızın bir alanında öz-kontrol kullanmak, yaşamınızın diğer alanlarındaki öz-düzenleme (kendini regüle etme) becerinizi ciddi anlamda sarsıyor. Baumeister, öz-kontrol için çaba sarf etmenin kan şekeri düzeylerinde belirgin bir düşüşe sebep olduğunu buldu. Düşük kan şekeri ise fiziksel yorgunluğa sebep oluyordu. Bu da taşıdığınız en ağır şey ders kitabı olsa bile kendinizi bir futbol maçı oynamış gibi bitkin hissetmenize sebep oluyordu.
Bir öğretmen olarak ne sık öz-kontrolünüzü kullandığınızı düşünün. Bütün gün kendi benliğimizi sansürlüyoruz aslında. Alaycı bir yorumu içimizde tutuyoruz, tek istediğimiz ona ders vermek olsa da tembel bir öğrencinin yanından uzaklaşıyoruz, müdürün en yeni fikirleriyle ilgili dürüst düşüncelerimizi kendimize saklıyoruz, bir ebeveynden gelen saygısız bir mail’e profesyonel bir şekilde cevap veriyoruz, bazen hiç istemesek de bir öğrenciyle çalışıyoruz…
Özetle öz-kontrolü sürekli kullanıyoruz. Bu son derece yorucu bir şey.
Ama en büyük vurgunu yediğimiz yer başka:
Karar vermek de irade gücünü kullanır. Araştırmacılar buna ‘karar yorgunluğu’ diyor. Gün boyunca ne kadar çok karar alırsanız, o kadar fazla özgür irade kullanırsınız ve o kadar da yorulursunuz!
Öğretmenlerin her okul gününde yaklaşık 1,500 karar verdiği tahmin ediliyor. Bütün bu kararlarla, çocuklara öğretmenlik yapmanın gerekliliği olan bütün öz-kontrolü birleştirirseniz, irade gücümüzün saat beşe kadar tükenmesi hiç de şaşırtıcı değil. Gerçekten bitkin oluyoruz.
II. Yüksek Yoğunluklu Duygular:
Öğretmenlerin yorgun olmalarının ikinci sebebi de yoğun duygular. Öfke, hayal kırıklığı, heyecan ve sevinç gibi yoğunluğu yüksek duygular fizyolojik olarak külfetlidir. Olumlu duygular, tıpkı olumsuz duygulara benzeyen fizyolojik tepkileri uyandırır: Nabzımız hızlanır, ter bezlerimiz harekete geçer ve kolayca tedirgin oluruz. İster olumlu olsun ister olumsuz, vücudumuzun stres tepkisini harekete geçirdiği için yoğun duygular bizi çok yorar.
Öğretmenlere, derslerinde coşkulu olmaları öğretilir. Pek çok öğretmen bunun gurubu harekete geçirmekte en etkili yol olduğuna inanır. Hep enerjik olmak gerekir. Bu doğru olabilir; ancak öfke, hayal kırıklığı ve hatta tedirginlik anlarıyla birleşen heyecan ve coşkunuz da sizi normalden daha fazla yoracaktır.
III. Yüksek Düzeyde ve Sürekli Kaygı:
Beklendiği üzere kaygılanmak da yorgunlukla ilişkilendiriliyor. Endişelendiğimizde negatif olayları hayal eder ve bekleriz. Stres seviyemiz artar ve vücudumuz savaş ya da kaç tepkisini harekete geçirir. Kalplerimiz daha hızlı atar, terleriz ve bağışıklık sistemimiz bir tepkiye hazırlanır. Bunun sonucu olarak bitkin düşeriz.
Öğretmenler çok çeşitli sebeplerle kaygılanırlar:
-Öğrenciler kolay öğrenmiyor
-Davranış sorunları yaygınlaşıyor
-Dersler sıklıkla fiyaskoya dönüşüyor
-Velilerin beklenti ve öfke düzeyleri çok yükseldi
-Yönetim baskısı, dış beklentilerden etkilenerek şiddetleniyor
-Donanımsal ve ekonomik sorunlar derinleşiyor
-Yenilikleri yakalamak gittikçe zorlaşıyor
-Öğretmen arasındaki ilişkiler eskisi kadar sıcak değil”
***
İlk paragraftaki o kritik soruyu bir kez daha yineleyelim:
Öğretmenler neden sürekli yorgun?
Dosya özetini okuduktan sonra bu yanıtı vermek biraz daha kolaylaşmış olmalı:
Her gün defalarca karar vermek, yoğun duygular arasında gidip gelmek ve çok fazla kaygı nedeni, öğretmenlerin enerjisini yutan bir kara deliğe dönüşüyor.
‘İyi ama artık herkes çok yorgun!’ diyebilirsiniz.
Öyle düşünüyorsanız şunu unutmayın: Hiç kimse değişim travması içindeki gençlerle öğretmenler kadar iç içe değil ve belki de hiçbir meslek grubu akşam eve öğretmenlerin götürdüğü kadar iş ve işe dair yoğun düşünce götürmüyor!
***
Başlıktaki soruya gelince…
Herhangi bir bağımsız sosyometrik araştırmaya dayanmamakla birlikte şunu söyleyebiliriz: Rekabet, çalışma koşullarının ve genel ekonomik koşulların ‘ağırlaşma’ yönünde değişimi; sürekli artan öğretmen sayısına bağlı olarak devlete atanmanın ve atandıktan sonra yer değiştirmenin, özel sektörde ise işe kabulün ve sonrasında kurumda tutunmanın gittikçe güçleşiyor olması; çoklu görevlendirmeler; yine rekabet koşullarına bağlı olarak yönetim beklentilerinin ağırlaşması gibi faktörler ‘öğretmenleri bugün geçmiştekine oranla daha fazla yoruyor olabilir’.
Ama bu bağlamda çözümü sadece öğretmenlerin çalıştıkları yerdeki -okullardaki- koşullarda değil, aynı zamanda öğretmenleri meslek yaşamlarına hazırlayan fakültelerde ve öğretmenlerin henüz öğrenciyken karşılaştıkları mental hazırlık süreçlerinde de aramak gerekiyor.
Öte yandan; geçmişteki, söz gelimi 1923-1930 arasındaki, yokluk ve yoksunluk koşullarında çalışmış öğretmenleri neyin-nasıl-ne kadar yorduğunu araştırmak ve bugünle karşılaştırmalı bir çıkarsama yapmak, bizi ‘öğretmen yorgunluğu’ hakkında çok daha başka ayrıntılara sürükleyebilir.
“Öğretmenler neden bu kadar yorgun?
Siz de derslerden sonra kendinizi aşırı yorgun hissediyor musunuz?
Daha doğrusu, en son ne zaman derslerden sonra kendinizi yorgun hissetmediniz?”
Dosyanın sayfaları içerisinde ilerledikçe de bu soruların farklı yanıtlarını bulmuştuk.
İşte o dosyayla ilgili hatırlatma notları:
“Öğretmen olmayan arkadaşlarımız nasıl bu kadar bitkin olduğumuza inanmakta zorlanıyorlar. Sonuçta taş taşımıyoruz ya da son teslim tarihi baskılarıyla çalışmıyoruz ya da en fazla ürünü satan olmak için iş arkadaşlarımızla rekabet etmiyoruz ya da ensemizde insafsız bir patronun nefesini hissettiğimiz aşırı rekabetçi bir ofiste çalışmıyoruz. Çocuklarla çalışıyoruz! Günde yedi saat çalışıyoruz! Kendi programlarımız üzerinde çok fazla kontrolümüz var. Yaz tatilimiz var! Bazı öğretmenlerin kafasında bu düşünceler var ve dertlerinin ne olduğunu merak edip duruyorlar.
Nasıl bu kadar yorgun olabiliriz?
Nasıl?
Bunun aslında üç açık sebebi var:
- Karar Yorgunluğu ve İrade:
Psikolog Roy Baumeister, insanların sınırlı bir irade gücü olduğunu bulduktan sonra “benlik kaynaklarının tükenmesi” adını verdiği bir kavram ortaya koydu. Baumeister irade gücünü, güçlenebilen ama aynı zamanda kullanılarak yıpratılan bir kasa benzetiyor. Benlik kaynaklarının tükenmesinin genel bir etkisi bulunuyor. Yani hayatınızın bir alanında öz-kontrol kullanmak, yaşamınızın diğer alanlarındaki öz-düzenleme (kendini regüle etme) becerinizi ciddi anlamda sarsıyor. Baumeister, öz-kontrol için çaba sarf etmenin kan şekeri düzeylerinde belirgin bir düşüşe sebep olduğunu buldu. Düşük kan şekeri ise fiziksel yorgunluğa sebep oluyordu. Bu da taşıdığınız en ağır şey ders kitabı olsa bile kendinizi bir futbol maçı oynamış gibi bitkin hissetmenize sebep oluyordu.
Bir öğretmen olarak ne sık öz-kontrolünüzü kullandığınızı düşünün. Bütün gün kendi benliğimizi sansürlüyoruz aslında. Alaycı bir yorumu içimizde tutuyoruz, tek istediğimiz ona ders vermek olsa da tembel bir öğrencinin yanından uzaklaşıyoruz, müdürün en yeni fikirleriyle ilgili dürüst düşüncelerimizi kendimize saklıyoruz, bir ebeveynden gelen saygısız bir mail’e profesyonel bir şekilde cevap veriyoruz, bazen hiç istemesek de bir öğrenciyle çalışıyoruz…
Özetle öz-kontrolü sürekli kullanıyoruz. Bu son derece yorucu bir şey.
Ama en büyük vurgunu yediğimiz yer başka:
Karar vermek de irade gücünü kullanır. Araştırmacılar buna ‘karar yorgunluğu’ diyor. Gün boyunca ne kadar çok karar alırsanız, o kadar fazla özgür irade kullanırsınız ve o kadar da yorulursunuz!
Öğretmenlerin her okul gününde yaklaşık 1,500 karar verdiği tahmin ediliyor. Bütün bu kararlarla, çocuklara öğretmenlik yapmanın gerekliliği olan bütün öz-kontrolü birleştirirseniz, irade gücümüzün saat beşe kadar tükenmesi hiç de şaşırtıcı değil. Gerçekten bitkin oluyoruz.
II. Yüksek Yoğunluklu Duygular:
Öğretmenlerin yorgun olmalarının ikinci sebebi de yoğun duygular. Öfke, hayal kırıklığı, heyecan ve sevinç gibi yoğunluğu yüksek duygular fizyolojik olarak külfetlidir. Olumlu duygular, tıpkı olumsuz duygulara benzeyen fizyolojik tepkileri uyandırır: Nabzımız hızlanır, ter bezlerimiz harekete geçer ve kolayca tedirgin oluruz. İster olumlu olsun ister olumsuz, vücudumuzun stres tepkisini harekete geçirdiği için yoğun duygular bizi çok yorar.
Öğretmenlere, derslerinde coşkulu olmaları öğretilir. Pek çok öğretmen bunun gurubu harekete geçirmekte en etkili yol olduğuna inanır. Hep enerjik olmak gerekir. Bu doğru olabilir; ancak öfke, hayal kırıklığı ve hatta tedirginlik anlarıyla birleşen heyecan ve coşkunuz da sizi normalden daha fazla yoracaktır.
III. Yüksek Düzeyde ve Sürekli Kaygı:
Beklendiği üzere kaygılanmak da yorgunlukla ilişkilendiriliyor. Endişelendiğimizde negatif olayları hayal eder ve bekleriz. Stres seviyemiz artar ve vücudumuz savaş ya da kaç tepkisini harekete geçirir. Kalplerimiz daha hızlı atar, terleriz ve bağışıklık sistemimiz bir tepkiye hazırlanır. Bunun sonucu olarak bitkin düşeriz.
Öğretmenler çok çeşitli sebeplerle kaygılanırlar:
-Öğrenciler kolay öğrenmiyor
-Davranış sorunları yaygınlaşıyor
-Dersler sıklıkla fiyaskoya dönüşüyor
-Velilerin beklenti ve öfke düzeyleri çok yükseldi
-Yönetim baskısı, dış beklentilerden etkilenerek şiddetleniyor
-Donanımsal ve ekonomik sorunlar derinleşiyor
-Yenilikleri yakalamak gittikçe zorlaşıyor
-Öğretmen arasındaki ilişkiler eskisi kadar sıcak değil”
***
İlk paragraftaki o kritik soruyu bir kez daha yineleyelim:
Öğretmenler neden sürekli yorgun?
Dosya özetini okuduktan sonra bu yanıtı vermek biraz daha kolaylaşmış olmalı:
Her gün defalarca karar vermek, yoğun duygular arasında gidip gelmek ve çok fazla kaygı nedeni, öğretmenlerin enerjisini yutan bir kara deliğe dönüşüyor.
‘İyi ama artık herkes çok yorgun!’ diyebilirsiniz.
Öyle düşünüyorsanız şunu unutmayın: Hiç kimse değişim travması içindeki gençlerle öğretmenler kadar iç içe değil ve belki de hiçbir meslek grubu akşam eve öğretmenlerin götürdüğü kadar iş ve işe dair yoğun düşünce götürmüyor!
***
Başlıktaki soruya gelince…
Herhangi bir bağımsız sosyometrik araştırmaya dayanmamakla birlikte şunu söyleyebiliriz: Rekabet, çalışma koşullarının ve genel ekonomik koşulların ‘ağırlaşma’ yönünde değişimi; sürekli artan öğretmen sayısına bağlı olarak devlete atanmanın ve atandıktan sonra yer değiştirmenin, özel sektörde ise işe kabulün ve sonrasında kurumda tutunmanın gittikçe güçleşiyor olması; çoklu görevlendirmeler; yine rekabet koşullarına bağlı olarak yönetim beklentilerinin ağırlaşması gibi faktörler ‘öğretmenleri bugün geçmiştekine oranla daha fazla yoruyor olabilir’.
Ama bu bağlamda çözümü sadece öğretmenlerin çalıştıkları yerdeki -okullardaki- koşullarda değil, aynı zamanda öğretmenleri meslek yaşamlarına hazırlayan fakültelerde ve öğretmenlerin henüz öğrenciyken karşılaştıkları mental hazırlık süreçlerinde de aramak gerekiyor.
Öte yandan; geçmişteki, söz gelimi 1923-1930 arasındaki, yokluk ve yoksunluk koşullarında çalışmış öğretmenleri neyin-nasıl-ne kadar yorduğunu araştırmak ve bugünle karşılaştırmalı bir çıkarsama yapmak, bizi ‘öğretmen yorgunluğu’ hakkında çok daha başka ayrıntılara sürükleyebilir.