
Bu aralar çok moda olan bir işletme terimi var: Hibrit insan...
Özetle; aynı anda birden fazla işi yapabilen, donanım ve yazılım bakımından bu çeşitliliğe uygun nitelikleri olan çalışan...
Hibrit teriminin bazı araç-gereçler için de kullanıldığını biliyorsunuz; mesela otomobillerde hem akaryakıtla hem elektrikle çalışma özelliği gibi bir durum kast edilir bu nitelemeyle.
İnsan söz konusu olduğunda hem çok modern ve gerekli gibi hem biraz insafsızca hem hukuksal açıdan mümkün ama diğer yandan insani açıdan sakıncalar barındıran bir tarif, bir beklenti, bir yeniden kurgulanma durumunu da açıklıyor ‘hibrit’ nitelemesi...
Haklısınız, biraz çelişik bir durum; çünkü bir yanımız bunun -hibrit insan olmanın- modern dünyanın son derece sofistike ekonomi ve çalışma koşullarında artık bir gereklilik, hatta zorunluluk olduğunu kabul ederken diğer yanımız buna yüksek sesle itiraz ediyor: ‘Niye kardeşim? Daha çok çalışmamız ve şimdiye dek doğamız gereği yaşamak için çalışırken artık çalışmak için yaşayacak olmamız niye? Dünyaya bunun için mi, sadece çalışmaya mı geldik?..’
Hoş, bu tepkinin olumu veya olumsuz olması biraz da ‘yüklenilecek o ikinci işin’ ne olduğuna bağlı. Güneş görmeyen bir ofiste gününü geçiren bir beyaz yakalıya ‘Hibrit ol, öğleden sonra bir ara müdürünün yerine denetleme yap, denetim ödeneğini al ve sonra da kurum restoranına in, onun yemeğini ye!’ teklifiyle gitmek fena olmazdı. Öylece anti-hibritleri ikna etmek kolaylaşabilirdi...
İşte o hibritlik karşıtı ya da deminki iç diyalogumuzun ikinci bölümünü seslendiren yanımız, birazdan bu yazının kahramanına dönüşecek Teğmen Rowan’ı belki hiçbir zaman anlayamayacak; ama olsun, hayatı talimat almakla ve talimat oluşturmakla geçen, ‘karar yorgunluğunu’ da maalesef çok iyi bilen biri olarak Rowan anlatılarına -o ikinci ses tarafından anlaşılmayacak olsa da- bir versiyon veya bir yorum da ben ekleyeceğim.
★★
İnternette herhalde yüzden fazla türevi elden ele dolaşan o ünlü ‘Garcia’ya Mektup’ ya da ‘Teğmen Rowan’ anlatısını muhtemelen işitmiş veya okumuşsunuzdur. Bazı kaynaklarda ‘Çavuş Rowan’ dendiğini de gördüm; ne fark eder ki? Ben bu anlatıyı ilk defa on yıl kadar önce, Ankara günlerimden kendisini tanıdığım efsane komutan (e) Piyade Albay Cengiz Öner’in sosyal medyadaki bir paylaşımından okumuştum. Şimdi alıntılar yapacağım son versiyon ise internette eskiden çokça ‘takıldığım’ astroset.com’dan:
Garcia'ya Mektup:
“Amerika Birleşik Devletleri ve İspanya arasındaki savaşın kritik bir aşamasında ABD Başkanı, çok acele olarak Küba'daki isyancıların önderi Garcia'ya bir haber göndermek istedi. Ancak işi zorlaştıran, hatta neredeyse olanaksız kılan bir detay vardı: Garcia, Küba dağlarından herhangi birinde ve yine o bilinmeyen dağdaki konumu bilinmeyen onlarca sığınağın herhangi birinin içinde saklanıyordu. Kendisine posta ya da telgraf yoluyla ulaşabilmek olanaksızdı...
ABD Başkanı'nın ona ne denli önemli bir haber göndermek istediğini bilen çevresindekiler, Garcia'ya bir haberin ancak elden götürülebilecek bir mektupla ulaştırılabileceğini bildirmek zorunda kaldılar. Başkanın çaresiz bakışları karşısında beklenen o yanıt, çevresindeki subaylardan birinden geldi: 'Benim birliğimde, Rowan adında bir teğmen var' dedi. ‘Rowan, kimsenin nerede olduğunu bilmediği Garcia'yı o bulabilir ve mektubunuzu kendisine ulaştırabilir...”
Bu yanıta Başkan'ın aklı pek yatmamıştı ama, yapılabilecek başka bir şey yoktu. Teğmen Rowan çağrıldı. Kendisine, Garcia'ya gönderilecek mektup uzatıldı ve...
'Bunu, Garcia'ya teslim edeceksin' denildi.
Rowan mektubu aldı, üniformasının yanındaki deri kesenin içine koydu, kesenin ağzını sıkıca büzdükten sonra, göğsünün üzerine kayışla bağladı. Önce Başkan'a selam verdi, sonra komutanlara, en sonra da kendi komutanına selam verdi, hiçbir şey sormadan, söylemeden dışarı çıktı.
Teğmen, yola çıktıktan tam dört gün sonra, gecenin karanlığından da yararlanarak, üstü açık bir kayıkla Küba sahilinin açıklarına vardı. Küba'nın, balta girmemiş ormanlarına dalıp gözden kaybolduktan üç hafta sonra, adanın öteki yakasında ortaya çıktı. Ülkesinin düşmanı olan bir ülkeyi, yürüyerek bir uçtan öteki uca geçti ve mektubu Garcia'ya teslim etti. Yakalandığı anda casus sayılıp kurşuna dizileceğini çok iyi biliyordu.
Burada size Rowan'ın, Garcia'ya mektubu götürebilmek için ne zorluklarla yüzleştiğini ve ne tehlikeler atlattığını anlatacak değilim. Onun, ne denli kahraman bir asker olduğunu da anlatacak değilim. Yalnızca bir noktayı, hem de çok gereksinim duyduğumuz bir noktayı, iyice belirtmek için yazıyorum size tüm bunları.
ABD Başkanı'nın makam odasındaki olayı, ana çizgileriyle bir kez daha gözden geçirelim:
ABD Başkanı McKinley (1843-1901), Garcia'ya teslim edilmek üzere Rowan'a bir mektup verdi. Ona yalnızca, 'Bu mektubu Garcia'ya teslim et!' dedi. Rowan mektubu aldı, göğsüne bağladı, selamını verdi ve odadan çıktı...
Lütfen dikkat ediniz: Rowan, 'Bu Garcia kimdir, nerededir?' diye bir soru sormadı. 'Ödeneğimi nerden alayım, yol masraflarım ne olacak, kimle-nasıl gideyim, dönüşte terfi ettirilecek miyim?' diye de sormadı. Yaptığı tek şey, kendisine verilen görevi kabul etmek oldu.
Sorgusuz sualsiz kabul etmek ve sonra kendi planlama yeteneğiyle misyonuna odaklanmak!
Zaten kendisinden beklenen, onun da yapması gereken buydu!
Rowan, ülkesindeki her okula heykeli dikilebilecek ve yetişen tüm kuşaklara örnek olarak tanıtılabilecek bir 'ölümsüz kahramandır’. Fakat bugünün gençleri onun kahramanlığından çok, başka bir özelliğini örnek almak zorundadırlar. Teğmen Rowan'ın örnek alınması gereken özelliği; verilen görevi sadakatle kabullenmek, o görevi yerine getirebilmek için hemen harekete geçmek ve görevi eksiksiz tamamlayabilmek için tüm enerjisini bir noktaya odaklama disiplinidir.
(...)
(Devamı yarın Pusula’da)
Özetle; aynı anda birden fazla işi yapabilen, donanım ve yazılım bakımından bu çeşitliliğe uygun nitelikleri olan çalışan...
Hibrit teriminin bazı araç-gereçler için de kullanıldığını biliyorsunuz; mesela otomobillerde hem akaryakıtla hem elektrikle çalışma özelliği gibi bir durum kast edilir bu nitelemeyle.
İnsan söz konusu olduğunda hem çok modern ve gerekli gibi hem biraz insafsızca hem hukuksal açıdan mümkün ama diğer yandan insani açıdan sakıncalar barındıran bir tarif, bir beklenti, bir yeniden kurgulanma durumunu da açıklıyor ‘hibrit’ nitelemesi...
Haklısınız, biraz çelişik bir durum; çünkü bir yanımız bunun -hibrit insan olmanın- modern dünyanın son derece sofistike ekonomi ve çalışma koşullarında artık bir gereklilik, hatta zorunluluk olduğunu kabul ederken diğer yanımız buna yüksek sesle itiraz ediyor: ‘Niye kardeşim? Daha çok çalışmamız ve şimdiye dek doğamız gereği yaşamak için çalışırken artık çalışmak için yaşayacak olmamız niye? Dünyaya bunun için mi, sadece çalışmaya mı geldik?..’
Hoş, bu tepkinin olumu veya olumsuz olması biraz da ‘yüklenilecek o ikinci işin’ ne olduğuna bağlı. Güneş görmeyen bir ofiste gününü geçiren bir beyaz yakalıya ‘Hibrit ol, öğleden sonra bir ara müdürünün yerine denetleme yap, denetim ödeneğini al ve sonra da kurum restoranına in, onun yemeğini ye!’ teklifiyle gitmek fena olmazdı. Öylece anti-hibritleri ikna etmek kolaylaşabilirdi...
İşte o hibritlik karşıtı ya da deminki iç diyalogumuzun ikinci bölümünü seslendiren yanımız, birazdan bu yazının kahramanına dönüşecek Teğmen Rowan’ı belki hiçbir zaman anlayamayacak; ama olsun, hayatı talimat almakla ve talimat oluşturmakla geçen, ‘karar yorgunluğunu’ da maalesef çok iyi bilen biri olarak Rowan anlatılarına -o ikinci ses tarafından anlaşılmayacak olsa da- bir versiyon veya bir yorum da ben ekleyeceğim.
★★
İnternette herhalde yüzden fazla türevi elden ele dolaşan o ünlü ‘Garcia’ya Mektup’ ya da ‘Teğmen Rowan’ anlatısını muhtemelen işitmiş veya okumuşsunuzdur. Bazı kaynaklarda ‘Çavuş Rowan’ dendiğini de gördüm; ne fark eder ki? Ben bu anlatıyı ilk defa on yıl kadar önce, Ankara günlerimden kendisini tanıdığım efsane komutan (e) Piyade Albay Cengiz Öner’in sosyal medyadaki bir paylaşımından okumuştum. Şimdi alıntılar yapacağım son versiyon ise internette eskiden çokça ‘takıldığım’ astroset.com’dan:
Garcia'ya Mektup:
“Amerika Birleşik Devletleri ve İspanya arasındaki savaşın kritik bir aşamasında ABD Başkanı, çok acele olarak Küba'daki isyancıların önderi Garcia'ya bir haber göndermek istedi. Ancak işi zorlaştıran, hatta neredeyse olanaksız kılan bir detay vardı: Garcia, Küba dağlarından herhangi birinde ve yine o bilinmeyen dağdaki konumu bilinmeyen onlarca sığınağın herhangi birinin içinde saklanıyordu. Kendisine posta ya da telgraf yoluyla ulaşabilmek olanaksızdı...
ABD Başkanı'nın ona ne denli önemli bir haber göndermek istediğini bilen çevresindekiler, Garcia'ya bir haberin ancak elden götürülebilecek bir mektupla ulaştırılabileceğini bildirmek zorunda kaldılar. Başkanın çaresiz bakışları karşısında beklenen o yanıt, çevresindeki subaylardan birinden geldi: 'Benim birliğimde, Rowan adında bir teğmen var' dedi. ‘Rowan, kimsenin nerede olduğunu bilmediği Garcia'yı o bulabilir ve mektubunuzu kendisine ulaştırabilir...”
Bu yanıta Başkan'ın aklı pek yatmamıştı ama, yapılabilecek başka bir şey yoktu. Teğmen Rowan çağrıldı. Kendisine, Garcia'ya gönderilecek mektup uzatıldı ve...
'Bunu, Garcia'ya teslim edeceksin' denildi.
Rowan mektubu aldı, üniformasının yanındaki deri kesenin içine koydu, kesenin ağzını sıkıca büzdükten sonra, göğsünün üzerine kayışla bağladı. Önce Başkan'a selam verdi, sonra komutanlara, en sonra da kendi komutanına selam verdi, hiçbir şey sormadan, söylemeden dışarı çıktı.
Teğmen, yola çıktıktan tam dört gün sonra, gecenin karanlığından da yararlanarak, üstü açık bir kayıkla Küba sahilinin açıklarına vardı. Küba'nın, balta girmemiş ormanlarına dalıp gözden kaybolduktan üç hafta sonra, adanın öteki yakasında ortaya çıktı. Ülkesinin düşmanı olan bir ülkeyi, yürüyerek bir uçtan öteki uca geçti ve mektubu Garcia'ya teslim etti. Yakalandığı anda casus sayılıp kurşuna dizileceğini çok iyi biliyordu.
Burada size Rowan'ın, Garcia'ya mektubu götürebilmek için ne zorluklarla yüzleştiğini ve ne tehlikeler atlattığını anlatacak değilim. Onun, ne denli kahraman bir asker olduğunu da anlatacak değilim. Yalnızca bir noktayı, hem de çok gereksinim duyduğumuz bir noktayı, iyice belirtmek için yazıyorum size tüm bunları.
ABD Başkanı'nın makam odasındaki olayı, ana çizgileriyle bir kez daha gözden geçirelim:
ABD Başkanı McKinley (1843-1901), Garcia'ya teslim edilmek üzere Rowan'a bir mektup verdi. Ona yalnızca, 'Bu mektubu Garcia'ya teslim et!' dedi. Rowan mektubu aldı, göğsüne bağladı, selamını verdi ve odadan çıktı...
Lütfen dikkat ediniz: Rowan, 'Bu Garcia kimdir, nerededir?' diye bir soru sormadı. 'Ödeneğimi nerden alayım, yol masraflarım ne olacak, kimle-nasıl gideyim, dönüşte terfi ettirilecek miyim?' diye de sormadı. Yaptığı tek şey, kendisine verilen görevi kabul etmek oldu.
Sorgusuz sualsiz kabul etmek ve sonra kendi planlama yeteneğiyle misyonuna odaklanmak!
Zaten kendisinden beklenen, onun da yapması gereken buydu!
Rowan, ülkesindeki her okula heykeli dikilebilecek ve yetişen tüm kuşaklara örnek olarak tanıtılabilecek bir 'ölümsüz kahramandır’. Fakat bugünün gençleri onun kahramanlığından çok, başka bir özelliğini örnek almak zorundadırlar. Teğmen Rowan'ın örnek alınması gereken özelliği; verilen görevi sadakatle kabullenmek, o görevi yerine getirebilmek için hemen harekete geçmek ve görevi eksiksiz tamamlayabilmek için tüm enerjisini bir noktaya odaklama disiplinidir.
(...)
(Devamı yarın Pusula’da)