
Ego dermiş ki ‘Her şey tam istediğim gibi olsun o zaman huzur bulurum’.
Buna karşın Ruh, ‘Önce bir huzur bulayım sonra her şey istediğim gibi olur’ dermiş.
Bu polemik, ruhun içine egonun ve egonun içine de ruhun üflendiği zamandan bugüne, belki 40 bin yıldır, belki de 40 milyon yıldır hiç kesintisiz süregelmiş.
‘Öncelikler’ meselesi:
Var olmak mı öncelikli, varlıklı olmak mı?
Olmak mı öncelikli, sahip olmak mı?
Huzur mu öncelikli, konfor mu?
Başarı ve ünvanlar mı önemli, mutluluk mu?
Başka bir deyişle ‘makam mevki diye yırtınanlar mı haklı, Mandıra Filozofu mu?’
Bunlar, yanıtlaması çok çok zor sorular…
Aslında neredeyse herkesin verdiği yanıt -ve çoğunlukla riya- aynı: Neredeyse herkes der ki ‘Elbette var olmak önemli, elbette olmak önemli, elbette huzur önemli, elbette şeref ve haysiyet önemli… Ünvanlar, makamlar, varlık, konfor, para pul ikinci planda…’
Peki ya dışarıdaki hayat?
Bir bakın…
Söylendiği gibi mi?
Dahası; dışarıdaki hayat, her durumda kusurlu mu?
Mesela bazı durumlarda paranın, mevkinin, konforun öncelik kazanması hepten yanlış mı?
Her konuda ‘tek doğru yanıt ve mutlak doğru tek yaklaşım’ olabilir mi?
Bunlar hakikaten zor sorular.
Yanıtlamak kolay olsaydı herkes yanıtlardı ve o zaman herkesin hayatı doğrular manzumesine dönüşürdü. Kimse kimseyi yadırgamazdı. Kimse kimseyi yargılamazdı. Kimse kimseyi incitmezdi. Kimse kimseden incinmezdi…
Hayat olağanüstü güzel bir şeye dönüşürdü.
Ve herhalde o zaman hiç kimse cenneti aramazdı…
Ama yanıtlar da hayatlar da çok farklı…
7 milyar 764 milyon insanın hepsinin karar kıldığı ortak bir nosyon yok. Hiçbir zaman olmadı.
Ve böyle bir ortak karar hiç olmayacak.
Öyleyse çoğulluk içinde nerede durduğumuz önemli.
Çoğunluğun bir parçası olmanın hiçbir önemi yok.
***
Gerçi seyrek aralıklarla bunu yapmamız aslında hiçbir şeyi değiştirmeyecek; ama lütfen bir nefes alıp düşünelim:
İçimizde hangisi ağır basıyor, ruh mu ego mu?
Ve insanlara ahlak dersi verirken, çocuklarımızın zihnine, dimağına öğüt üstüne öğüt yığarken gerçek fikrimizi mi dile getiriyoruz, yoksa riyakârlık mı ediyoruz?
Buna karşın Ruh, ‘Önce bir huzur bulayım sonra her şey istediğim gibi olur’ dermiş.
Bu polemik, ruhun içine egonun ve egonun içine de ruhun üflendiği zamandan bugüne, belki 40 bin yıldır, belki de 40 milyon yıldır hiç kesintisiz süregelmiş.
‘Öncelikler’ meselesi:
Var olmak mı öncelikli, varlıklı olmak mı?
Olmak mı öncelikli, sahip olmak mı?
Huzur mu öncelikli, konfor mu?
Başarı ve ünvanlar mı önemli, mutluluk mu?
Başka bir deyişle ‘makam mevki diye yırtınanlar mı haklı, Mandıra Filozofu mu?’
Bunlar, yanıtlaması çok çok zor sorular…
Aslında neredeyse herkesin verdiği yanıt -ve çoğunlukla riya- aynı: Neredeyse herkes der ki ‘Elbette var olmak önemli, elbette olmak önemli, elbette huzur önemli, elbette şeref ve haysiyet önemli… Ünvanlar, makamlar, varlık, konfor, para pul ikinci planda…’
Peki ya dışarıdaki hayat?
Bir bakın…
Söylendiği gibi mi?
Dahası; dışarıdaki hayat, her durumda kusurlu mu?
Mesela bazı durumlarda paranın, mevkinin, konforun öncelik kazanması hepten yanlış mı?
Her konuda ‘tek doğru yanıt ve mutlak doğru tek yaklaşım’ olabilir mi?
Bunlar hakikaten zor sorular.
Yanıtlamak kolay olsaydı herkes yanıtlardı ve o zaman herkesin hayatı doğrular manzumesine dönüşürdü. Kimse kimseyi yadırgamazdı. Kimse kimseyi yargılamazdı. Kimse kimseyi incitmezdi. Kimse kimseden incinmezdi…
Hayat olağanüstü güzel bir şeye dönüşürdü.
Ve herhalde o zaman hiç kimse cenneti aramazdı…
Ama yanıtlar da hayatlar da çok farklı…
7 milyar 764 milyon insanın hepsinin karar kıldığı ortak bir nosyon yok. Hiçbir zaman olmadı.
Ve böyle bir ortak karar hiç olmayacak.
Öyleyse çoğulluk içinde nerede durduğumuz önemli.
Çoğunluğun bir parçası olmanın hiçbir önemi yok.
***
Gerçi seyrek aralıklarla bunu yapmamız aslında hiçbir şeyi değiştirmeyecek; ama lütfen bir nefes alıp düşünelim:
İçimizde hangisi ağır basıyor, ruh mu ego mu?
Ve insanlara ahlak dersi verirken, çocuklarımızın zihnine, dimağına öğüt üstüne öğüt yığarken gerçek fikrimizi mi dile getiriyoruz, yoksa riyakârlık mı ediyoruz?