
‘Herkes rüya görür ama hepimiz aynı biçimde rüya görmeyiz.’
Rüyadan rüyaya değişen şey nedir peki?
…
Thomas Edward Lawrance (1888-1935), daha yaygın bilinen adıyla ‘Arabistanlı Lawrance’, 1916-1918 arasında Sina ve Filistin cephelerinde Osmanlı’ya karşı Arap ayaklanmasını organize ettiği için kendi ülkesinde kahraman sayılıp filmlere, romanlara konu edilse de bizim kuşkusuz önyargıyla, hatta önyargının ilerisinde öfke ve nefretle andığımız biridir.
Yine de ‘casusu öldür; ama hakkını yeme’ hesabı, Lawrence’ın da hakkını vermek lazım.
O, ciltler dolusu kitaba bedel muhteşem bir söz söylemiş:
‘Herkes rüya görür ama hepimiz aynı biçimde rüya görmeyiz. Geceleri beyinlerinin tozlu kıvrımlarında rüya görenler, uyandıklarında her şeyin uçup gittiğini görürler. Oysa gündüz rüya gören insanlar, pek sıradan değillerdir; öylelerinin, gözleri açıkken gördükleri rüyayı gerçeğe dönüştürme imkânları vardır...’
İngiliz casus, bu sözü belki de Birleşik Krallık’ın Mekke’den Medine’ye, Bağdat’tan İstanbul’a tüm Ortadoğu’ya egemen olma rüyası gördüğü çeyrek asır süren o uzun ve zifiri karanlık gecede söylemiştir, kim bilir?
***
Gördüğü rüyayı gerçeğe dönüştürmeyi başarabilenler…
‘Gündüz vakti rüya görenlerin’ hepsi öyle midir?
Lawrance’a göre sanki öyle; ama onun da bütün hayalperestleri kastettiğini sanmıyorum. Mutlaka ‘çılgınca isteyenleri ve saf tutkunun, ölümüne sadakatin içinde erimiş kimseleri’ kastediyordur.
Kim ya da kimler öyledir peki?
Hangimiz öyleyiz?..
Bir çoğumuz öyleyiz elbette. Ben hiç karamsar değilim bu konuda. Hiç zorlanmadan gözlemleyebiliyorum:
Gündüz gözüyle, uyanıkken gördüğü rüyayı gerçekleştirmeye ve hayatı, hayatları hiç olmazsa bir parça değiştirmeye azmetmiş sayısız insan var aramızda.
‘İmkân’ engeline takılmayanlar onlar…
‘Koşullar’ deyip geri çekilmeyenler…
Ama’ları ardı ardına sıralamayanlar…
Yürekli insanlar…
Girişimciler…
Çılgınlar…
Risk almaktan korkmayanlar…
Serdengeçtiler…
Ve her şeyden önce ‘alçakgönüllü’ kahramanlar…
O kadar çok ki etrafımızda! O kadar çok ki…
***
‘Madem o kadar çoklar, öyleyse niye her şey iyiye gitmiyor?’ diye sorduğunuzu duyar gibiyim.
O zaman ikincil olarak hemen şu soruya odaklanmamız ve iki soruya ortak bir yanıt aramamız lazım:
‘Bizler, her şeyi çok iyi bildiğini zannedenler ve var olanla yetinmeyi seçmiş olanlar, gündüz rüya görebilen hayal gücü yüksek ve üretken insanlarımızın, özellikle de o üstün yetenekli, yüksek eğitimli, ışık saçan gençlerimizin önlerini ne kadar açıyoruz?’
Onlara inanmamız şart! İnanıyor muyuz peki?..
Önlerini açmamız şart! Ama bunu yapıyor muyuz?
En azından bir kerecik fırsat vermemiz, onlara bir şans tanımamız gerekir!
Çünkü onlar bizim toplum olarak gördüğümüz bütün güzel rüyaları temsil ediyorlar.
Ve onlara paha biçilemez!
***
25 Aralık’taki -ve yani bir önceki- yazımı bitirirken buna değinmiştim ama bir kez daha ‘unutmadan’ diyelim ve yine yüksek tondan vurgulayalım:
Çok az kaldı…
Hatta çok çok az!..
Neye mi çok az kaldı?
Yaşadıklarımızın 2020’yle bir ilgisi olmadığını; olup biten her şeyin daha çok bizim kusurlu algımızın, hatalı yaklaşımlarımızın, fütursuz tutum ve davranışlarımızın sonuçları olduğunu anlamamıza az kaldı.
Ve dolayısıyla samimi bir zihniyet devrimi yapmazsak 2021’de de aynı şeylerin, hatta inatçılık edersek maazallah belki 2020’dekilerden daha da kötülerinin, ama eğer akıllanırsak çocukluğumuzdaki kadar güzel ve iyi şeylerin başımıza yine gelebileceğini öğrenmemize çok az kaldı !..
Geri sayım başladı:
5… 4… 3… 2…
Rüyadan rüyaya değişen şey nedir peki?
…
Thomas Edward Lawrance (1888-1935), daha yaygın bilinen adıyla ‘Arabistanlı Lawrance’, 1916-1918 arasında Sina ve Filistin cephelerinde Osmanlı’ya karşı Arap ayaklanmasını organize ettiği için kendi ülkesinde kahraman sayılıp filmlere, romanlara konu edilse de bizim kuşkusuz önyargıyla, hatta önyargının ilerisinde öfke ve nefretle andığımız biridir.
Yine de ‘casusu öldür; ama hakkını yeme’ hesabı, Lawrence’ın da hakkını vermek lazım.
O, ciltler dolusu kitaba bedel muhteşem bir söz söylemiş:
‘Herkes rüya görür ama hepimiz aynı biçimde rüya görmeyiz. Geceleri beyinlerinin tozlu kıvrımlarında rüya görenler, uyandıklarında her şeyin uçup gittiğini görürler. Oysa gündüz rüya gören insanlar, pek sıradan değillerdir; öylelerinin, gözleri açıkken gördükleri rüyayı gerçeğe dönüştürme imkânları vardır...’
İngiliz casus, bu sözü belki de Birleşik Krallık’ın Mekke’den Medine’ye, Bağdat’tan İstanbul’a tüm Ortadoğu’ya egemen olma rüyası gördüğü çeyrek asır süren o uzun ve zifiri karanlık gecede söylemiştir, kim bilir?
***
Gördüğü rüyayı gerçeğe dönüştürmeyi başarabilenler…
‘Gündüz vakti rüya görenlerin’ hepsi öyle midir?
Lawrance’a göre sanki öyle; ama onun da bütün hayalperestleri kastettiğini sanmıyorum. Mutlaka ‘çılgınca isteyenleri ve saf tutkunun, ölümüne sadakatin içinde erimiş kimseleri’ kastediyordur.
Kim ya da kimler öyledir peki?
Hangimiz öyleyiz?..
Bir çoğumuz öyleyiz elbette. Ben hiç karamsar değilim bu konuda. Hiç zorlanmadan gözlemleyebiliyorum:
Gündüz gözüyle, uyanıkken gördüğü rüyayı gerçekleştirmeye ve hayatı, hayatları hiç olmazsa bir parça değiştirmeye azmetmiş sayısız insan var aramızda.
‘İmkân’ engeline takılmayanlar onlar…
‘Koşullar’ deyip geri çekilmeyenler…
Ama’ları ardı ardına sıralamayanlar…
Yürekli insanlar…
Girişimciler…
Çılgınlar…
Risk almaktan korkmayanlar…
Serdengeçtiler…
Ve her şeyden önce ‘alçakgönüllü’ kahramanlar…
O kadar çok ki etrafımızda! O kadar çok ki…
***
‘Madem o kadar çoklar, öyleyse niye her şey iyiye gitmiyor?’ diye sorduğunuzu duyar gibiyim.
O zaman ikincil olarak hemen şu soruya odaklanmamız ve iki soruya ortak bir yanıt aramamız lazım:
‘Bizler, her şeyi çok iyi bildiğini zannedenler ve var olanla yetinmeyi seçmiş olanlar, gündüz rüya görebilen hayal gücü yüksek ve üretken insanlarımızın, özellikle de o üstün yetenekli, yüksek eğitimli, ışık saçan gençlerimizin önlerini ne kadar açıyoruz?’
Onlara inanmamız şart! İnanıyor muyuz peki?..
Önlerini açmamız şart! Ama bunu yapıyor muyuz?
En azından bir kerecik fırsat vermemiz, onlara bir şans tanımamız gerekir!
Çünkü onlar bizim toplum olarak gördüğümüz bütün güzel rüyaları temsil ediyorlar.
Ve onlara paha biçilemez!
***
25 Aralık’taki -ve yani bir önceki- yazımı bitirirken buna değinmiştim ama bir kez daha ‘unutmadan’ diyelim ve yine yüksek tondan vurgulayalım:
Çok az kaldı…
Hatta çok çok az!..
Neye mi çok az kaldı?
Yaşadıklarımızın 2020’yle bir ilgisi olmadığını; olup biten her şeyin daha çok bizim kusurlu algımızın, hatalı yaklaşımlarımızın, fütursuz tutum ve davranışlarımızın sonuçları olduğunu anlamamıza az kaldı.
Ve dolayısıyla samimi bir zihniyet devrimi yapmazsak 2021’de de aynı şeylerin, hatta inatçılık edersek maazallah belki 2020’dekilerden daha da kötülerinin, ama eğer akıllanırsak çocukluğumuzdaki kadar güzel ve iyi şeylerin başımıza yine gelebileceğini öğrenmemize çok az kaldı !..
Geri sayım başladı:
5… 4… 3… 2…