
Koronavirüs salgını sürecinde sokağa çıkma yasağının açıklandığı o ilk günü, 10 Nisan Cuma akşamını anımsıyorsunuz, değil mi?
Peki o gün marketten Luppo alabilmek için kişiler arası mesafe (KAM) ya da başka bir ifadeyle de fiziksel mesafe* (FİM) kuralını ihlal etti diye sosyal medyada dalga geçilen düşen o babayı…
İşte o babanın gerçek hikâyesini öğrendiğimizde burnumuzun direği sızlamıştı, yüzümüz kızarmıştı.
Olay sadece Luppo olayı değildi !..
Acıklı bir durumu mizahla ele aldığımız için mahcup olmuştuk özetle…
Gördünüz mü, bir sosyo-medikal terim, iki paket Luppo ve buraya kadarki yetmiş sözcük bize neler neler anımsattı.
O halde…
Yukarıdaki *(dipnot) işaretinin metin içi şerhini yapalım ve çok uzaklardan bir gazeteci-yazarın bize anımsatacağı başka bir konuya geçelim.
*: Kişiler arası mesafe ya da fiziksel mesafe…
Girişte bu terimi yanlışlıkla değil, bile isteye kullandım.
Zira son dönemde özellikle resmi demeçlerde çok yaygın kullanılan ‘sosyal mesafe’ ifadesi, her işittiğimde bana 1882-1973 arasında yaşamış Amerikalı Sosyolog Emory Bogardus’un 1925’de ustalığa geçerken geliştirdiği o ünlü ‘sosyal mesafe ölçeğini’ anımsatıyor. ‘Sosyal mesafe’ olgusunun bir yayında karşımıza ilk çıkışı da zaten o ölçek sayesinde olmuş.
Şurası çok trajik: Bogardus, o ölçeği ilk defa ABD’de insanların farklı ırk, din, sınıf gibi gruplardan üyeler ile -özellikle de beyazların siyahlar ile- sosyal ilişkiye girmeyi kabul etme veya reddetme derecesini ölçmek için geliştirmişti.
Kullanışlı, bilimsel bir ölçek; ama çok kötü ırkçı çağrışımlarla yüklü…
Irkçı olan Bogardus değil elbette, onun ölçeğinin tatbik edildiği toplumun maalesef ki şaşırtıcı derecede çoğunluğu.
Onun için ben, ‘sosyal mesafe’ yerine ‘fiziksel mesafe’ ifadesini bile isteye tercih ettim.
Her neyse, şimdi zaten daha önemli konularla uğraşıyoruz. ‘Alıştığımız gibi yaşamak’ mı, ‘alışkanlıklarımızdan vazgeçip hayatta kalmak’ mı?
Bir çıkmazın, bir ikilemin içindeyiz.
Ama aşacağız…
***
Uruguaylı gazeteci-yazar Eduardo Galeano'nun (1940-2015) 1998 ilk basımlı Tepetaklak: Tersine Dünya Okulu (Patas Arriba La Escuela Del Mundo Al Revés) adlı kitabında şöyle bir bölüm var:
“Cardona Köyü'ndeki komşularının bakış açısına göre, yaz kış aynı elbiseyle dolaşan Toto Zaugg müthiş bir insandı.
-Toto asla üşümez, asla soğuk almaz!
diyorlardı.
Toto buna karşılık bir şey demiyordu.
Soğuk alıyordu. Alamadığı şey paltoydu...”
Duygu sömürüsü yapmamak ve çaresiz bir insanın saygınlığına zarar vermemek için yeri geldiği halde şu trajik Luppo konusuna dönmeyeceğim; ama durup düşünelim lütfen.
Düşünülecek çok şey var!
‘Alamadığı şey…’
‘Alamadığı…’
‘Alamadığımız…’
‘Alamadığımız şeyler…’
Onlar ne çok ve ne sınırsız değil mi?
İnsanların güç yetirip alamadığı o kadar çok şey var ki…
Hele de şimdilerde.
***
Kitaba dönelim:
Sel Yayınları, 2018 yazında Galeano’nun kitabının Türkçe çevirisini yayımladığında arka kapak tanıtımında şu notu kullanmıştı:
Eduardo Galeano insan onurunun, erdemliliğin, adalet duygusunun ve toplumsal belleğin yağma, talan, çıkar ilişkileri ve emperyal politikalarla alaşağı edildiği günümüzün ‘tepetaklak’ dünyasında ayakta durmamız için kılavuzluk etmeyi sürdürüyor.
Yeni dünyayı saran belleksizleşme sendromuna keskin kalemiyle savaş açan Galeano, Meksikalı gravür ustası José Guadalupe Posada’nın kışkırtıcı tasvirleriyle zenginleşen Tepetaklak: Tersine Dünya Okulu’nda adaletsizliğin, ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin temel ilkelerini; dünyamızı tahrip edenlerin dokunulmazlık kalkanını; iletişimsizliğin ve tüketimin yayılma stratejilerini; suçlu yaratma ve kitleleri köleleştirme sanatını yine benzersiz üslubuyla ele alıyor. Okurunu ise çığırından çıkmış dünyayı eski haline döndürebilme umuduyla keyifli bir suça, unutturulmaya çalışılan tarihsel olayları ifşaya ortak ediyor…
(…)
Bu kitap sırtı yazısında geçen bir cümleye özellikle büyüteç tutmak gerekiyor:
‘Dünyayı eski haline döndürebilme umudu…’
Düşünüyorum da eğer bu yazıyı 22 yıl önce değil de bugün, 2020’nin Nisan’ında Eduardo Galeano’nun kendisi yazıyor olsaydı herhalde şöyle derdi:
‘Dünyayı eski halinden daha iyisine döndürebilme umudu…’
Çünkü dünyanın bugünkü halini oluşturan şeyin dünyanın eski hali olduğunu artık çok iyi biliyoruz.
***
Ve…
Bugünlerde yazılabilecek her yazıya uyabilecek bir final paragrafı…
Sosyal medyadan ve kaynağı maalesef belirsiz:
Bu öğretiyi hiç kimse, hiçbir eğitim sistemi, bütün insanlığa aynı anda ve sadece bir ay içerisinde öğretemezdi:
***
Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız Dergisi Mayıs-2020 sayısında yayımlanan yazısından alıntıdır.
Peki o gün marketten Luppo alabilmek için kişiler arası mesafe (KAM) ya da başka bir ifadeyle de fiziksel mesafe* (FİM) kuralını ihlal etti diye sosyal medyada dalga geçilen düşen o babayı…
İşte o babanın gerçek hikâyesini öğrendiğimizde burnumuzun direği sızlamıştı, yüzümüz kızarmıştı.
Olay sadece Luppo olayı değildi !..
Acıklı bir durumu mizahla ele aldığımız için mahcup olmuştuk özetle…
Gördünüz mü, bir sosyo-medikal terim, iki paket Luppo ve buraya kadarki yetmiş sözcük bize neler neler anımsattı.
O halde…
Yukarıdaki *(dipnot) işaretinin metin içi şerhini yapalım ve çok uzaklardan bir gazeteci-yazarın bize anımsatacağı başka bir konuya geçelim.
*: Kişiler arası mesafe ya da fiziksel mesafe…
Girişte bu terimi yanlışlıkla değil, bile isteye kullandım.
Zira son dönemde özellikle resmi demeçlerde çok yaygın kullanılan ‘sosyal mesafe’ ifadesi, her işittiğimde bana 1882-1973 arasında yaşamış Amerikalı Sosyolog Emory Bogardus’un 1925’de ustalığa geçerken geliştirdiği o ünlü ‘sosyal mesafe ölçeğini’ anımsatıyor. ‘Sosyal mesafe’ olgusunun bir yayında karşımıza ilk çıkışı da zaten o ölçek sayesinde olmuş.
Şurası çok trajik: Bogardus, o ölçeği ilk defa ABD’de insanların farklı ırk, din, sınıf gibi gruplardan üyeler ile -özellikle de beyazların siyahlar ile- sosyal ilişkiye girmeyi kabul etme veya reddetme derecesini ölçmek için geliştirmişti.
Kullanışlı, bilimsel bir ölçek; ama çok kötü ırkçı çağrışımlarla yüklü…
Irkçı olan Bogardus değil elbette, onun ölçeğinin tatbik edildiği toplumun maalesef ki şaşırtıcı derecede çoğunluğu.
Onun için ben, ‘sosyal mesafe’ yerine ‘fiziksel mesafe’ ifadesini bile isteye tercih ettim.
Her neyse, şimdi zaten daha önemli konularla uğraşıyoruz. ‘Alıştığımız gibi yaşamak’ mı, ‘alışkanlıklarımızdan vazgeçip hayatta kalmak’ mı?
Bir çıkmazın, bir ikilemin içindeyiz.
Ama aşacağız…
***
Uruguaylı gazeteci-yazar Eduardo Galeano'nun (1940-2015) 1998 ilk basımlı Tepetaklak: Tersine Dünya Okulu (Patas Arriba La Escuela Del Mundo Al Revés) adlı kitabında şöyle bir bölüm var:
“Cardona Köyü'ndeki komşularının bakış açısına göre, yaz kış aynı elbiseyle dolaşan Toto Zaugg müthiş bir insandı.
-Toto asla üşümez, asla soğuk almaz!
diyorlardı.
Toto buna karşılık bir şey demiyordu.
Soğuk alıyordu. Alamadığı şey paltoydu...”
Duygu sömürüsü yapmamak ve çaresiz bir insanın saygınlığına zarar vermemek için yeri geldiği halde şu trajik Luppo konusuna dönmeyeceğim; ama durup düşünelim lütfen.
Düşünülecek çok şey var!
‘Alamadığı şey…’
‘Alamadığı…’
‘Alamadığımız…’
‘Alamadığımız şeyler…’
Onlar ne çok ve ne sınırsız değil mi?
İnsanların güç yetirip alamadığı o kadar çok şey var ki…
Hele de şimdilerde.
***
Kitaba dönelim:
Sel Yayınları, 2018 yazında Galeano’nun kitabının Türkçe çevirisini yayımladığında arka kapak tanıtımında şu notu kullanmıştı:
Eduardo Galeano insan onurunun, erdemliliğin, adalet duygusunun ve toplumsal belleğin yağma, talan, çıkar ilişkileri ve emperyal politikalarla alaşağı edildiği günümüzün ‘tepetaklak’ dünyasında ayakta durmamız için kılavuzluk etmeyi sürdürüyor.
Yeni dünyayı saran belleksizleşme sendromuna keskin kalemiyle savaş açan Galeano, Meksikalı gravür ustası José Guadalupe Posada’nın kışkırtıcı tasvirleriyle zenginleşen Tepetaklak: Tersine Dünya Okulu’nda adaletsizliğin, ırkçılığın ve cinsiyetçiliğin temel ilkelerini; dünyamızı tahrip edenlerin dokunulmazlık kalkanını; iletişimsizliğin ve tüketimin yayılma stratejilerini; suçlu yaratma ve kitleleri köleleştirme sanatını yine benzersiz üslubuyla ele alıyor. Okurunu ise çığırından çıkmış dünyayı eski haline döndürebilme umuduyla keyifli bir suça, unutturulmaya çalışılan tarihsel olayları ifşaya ortak ediyor…
(…)
Bu kitap sırtı yazısında geçen bir cümleye özellikle büyüteç tutmak gerekiyor:
‘Dünyayı eski haline döndürebilme umudu…’
Düşünüyorum da eğer bu yazıyı 22 yıl önce değil de bugün, 2020’nin Nisan’ında Eduardo Galeano’nun kendisi yazıyor olsaydı herhalde şöyle derdi:
‘Dünyayı eski halinden daha iyisine döndürebilme umudu…’
Çünkü dünyanın bugünkü halini oluşturan şeyin dünyanın eski hali olduğunu artık çok iyi biliyoruz.
***
Ve…
Bugünlerde yazılabilecek her yazıya uyabilecek bir final paragrafı…
Sosyal medyadan ve kaynağı maalesef belirsiz:
Bu öğretiyi hiç kimse, hiçbir eğitim sistemi, bütün insanlığa aynı anda ve sadece bir ay içerisinde öğretemezdi:
- İnsan, düşündüğümüzden çok daha güçsüz! Mütevazı olmak lazım…
- Hayat, düşünemeyeceğimiz kadar güzel! Bir yolunu bulup tadına varmak ve onun her anına anlam katmak lazım…
- Ölüm, düşündüğümüzden çok daha yakın! Onu da hayat kadar olağan saymak lazım…
- Sağlık, düşünemeyeceğimiz kadar büyük bir nimet! Onu, elimizdeyken çok iyi korumak lazım…
- Temiz olmak, önlem almak, hızlı organize olmak… Bu üçü de işte o güzelim hayatın her zaman, her koşulda sigortası. Madem ki bu kadar çoğaldık ve dünyayı bu kadar tahrip ettik o halde artık krizlerle boğuşarak yaşamaya alışmak, ekonomiden eğitime her sektörü bu olasılık ışığında planlamak lazım!
***
Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız Dergisi Mayıs-2020 sayısında yayımlanan yazısından alıntıdır.