
‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez!’
Kalpten, gönülden, elbette: Amenna!..
...
Ama çok çok ince bir hat var. Kritik bir çizgi, bir sınır çizgisi... Orayı aşarsak her birini kalbimizde yaşattığımız şehitler o an gerçekten ölür, vatan da o an ya bölünür ya da bölünmüşten beter olur! Başımıza yıkılır!..
Allah öylesini yaşatmasın!
Çünkü o zaman geçmişteki fedakârlıklara da verilen canlara da uzak ve yakın tarihimizi biçimlendiren kahramanlıklara da hepten yazık olur.
Nasıl olduğunu anlayamadan her şeyimizi yitiririz...
★★
Peki nedir o sınır çizgisi?
Neyi, nereyi aşınca her şeyi kaybederiz (maazallah)?
Bu yanıtı, bu yaşamsal uyarıyı, bir şehit söylüyor bize. Vatan ve millet için toprağa düşmeden önce, kendi belirsiz geleceğine yazdığı mektupta bize, şehitler sayesinde hayatlarını sürdürenlere sesleniyor:

Şehit Komando Uzman Çavuş Murat Akman...
Onun mektubu, o 2004 yılında Beytüşşebap’ta şehit edildiğinden beri basında ve sosyal medyada elden ele, dilden dile dolaşıyor.
Bir türlü aşamadığımız, üstesinden bir türlü gelemediğimiz bütün sosyal temelli, bütün o kronikleşmiş ama aslında her biri çok kolay çözümlenebilecek yaygın, yoğun ve derin sosyal-psikolojik ve kültürel sorunlarımızın altını öyle bir çiziyor ki şehit kardeşimiz...
Hem de öyle kırmızı kalemle, tebeşirle falan değil, kasaturasıyla çiziyor ve tuttuğumuz kâğıdı yırtıp tenimizi kanatıyor bu saptama.
Bakın hayattan muradını alamamış sevgili Murat’ımız neler söylüyor ve kimi, niye, nasıl eleştiriyor?
“Bu yazı, bir komando uzman çavuş mektubudur...
Ve bu mektubu siz bir gazeteden okuyorsanız ben ölmüşüm demektir...
Bir ailem olsaydı bu mektubu onlara yollamak isterdim. Ama yok!..
Size koğuştaki ranzamdan yazıyorum. Şu an etrafımda Adana, Ağrı, Sivas, Edirne, Diyarbakır, Ankara, Antalya, İzmir, Urfa, Trabzon’dan, Türkiye’nin dört bir yanından, birbirini tanımayan ama birbirlerinin canını korumaya yemin etmiş askerler var...
Birazdan operasyona gideceğiz...
Tek dileğimiz kayıp vermeden geri gelmek. ‘İlerde ölürsem eğer...’ diye bir mektup yazmak çok zor! Akla getirmek istemez de insan ölümü, hani her zaman bir umut vardır ya, askerliğim bittikten sonra yırtıp atacaktım bu mektubu ama şu an okuyorsanız yırtamadım demektir...
Zaten pek de kalem tutmaz elim. Silah tutmayı daha iyi bilirim. Sizi korumam için, siz öğrettiniz silah tutmayı...
Tuhaf olan; siz bu mektubu okurken ben, neden öldüğümü bile bilmiyor olacağım. Ya bir mayına bastım ya da yediğim birkaç kurşun...
Bileniniz var mı gerçekten, ben nasıl öldüm?..
Kışlada, her televizyona baktığımda birbirinizi öldürdüğünüzü, birbirinizin canını yaktığınızı gördüm:
Müziğin sesini çok açtı diye komşusunu vuranlar...
Gücü kadına yetenler...
Cebindeki 10 lirası için adam vuranlar...
Kız arkadaşına baktı diye alayını bıçaklayanlar...
Bileniniz var mı, ben kimi korumak için öldüm?
Eti az pişti diye garsona çıkışan adam; sen rahat uyu diye kurşunlar başımın üstünden geçerken ben dağda her bulduğumu yedim...
Arabasını solladılar diye levyesini kapıp arabadan inen adam; beni bir çöp bidonuna atıp giden anam; söylesene, ben kimin için öldüm?
Yetimhanede ve askerde, en güzel şeyin ekmeğini bölmek olduğunu öğrendik.
Peki size neyi bölmeyi öğrettiler?..
Sizi önce Allah’a, sonra birbirinize emanet ediyorum. Ben sizden razı oldum, Allah da sizden razı olsun...”
★★
Bu metni, kendisine bir sokak röportajında ‘Sarı Mikrofon’ uzatılıp ‘Sizce vatan nedir?’ sorusu yöneltilen bir vatandaş, yanıt olarak ezberden dile getiriyor. ‘Vatan işte budur!’ diyor adeta. Adı videoda geçmiyor adamın. Eğitimli biri olduğunu tahmin ediyorum. Ellili yaşlarında biri. Sağ olsun, var olsun! İşitmemize, görmemize, idrak etmemize aslında vesile oluyor. Sonrasında zaten metin elden ele dolaşmaya başlıyor...
Ben de TikTok videosu olarak (@mehmetdemir) paylaşıldıktan sonra çok değerli komutanım, muhteşem askeri siciliyle tam bir yaşayan efsane Piyade (e) Albay Cengiz Öner’den alıp izledim o videoyu.
Kahraman komutanımın ellerinden öpüyorum...
★★
Murat’a dönüp bitirelim:
Şehit Komando Uzman Çavuş Murat Akman, 1986 doğumlu...
Daha birkaç günlük bebekken ailesi tarafından terk ediliyor, devleti ona kol kanat geriyor, yetimhanede büyüyor, sonra asker olmayı seçiyor...
Ve daha yirmisini görmeden şehit ediliyor!
Düşünün; o gün hangi hayaller yıkılıyor...
İnsanın beynini de gönlünü de yakar, kül eder bu durum.
Ama içiniz yanıp kül olmadan evvel şehit mektubundaki ana fikre bir kere daha bakın. Size, bize, sokaktaki insana, bu topraklarda yaşayanlara, yeri geldiğinde ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez!’ diye (ki amenna) slogan atanlara, velhasıl bu topluma yöneltilen şu ‘derin, koyu, ağır eleştiriyi’ veya daha hafif bir ifadeyle ‘nasihati’ bir kez daha ama dikkatle okuyun.
Ve düşünün ki şu anda, tam şu dakikada ana kuzularımız dağlarda, ıssız vadilerde, doruklarda, kışlalarda, karakollarda, siperlerde, kum torbalarının ardında vatan savunmasındalar... Siz koltuğunuzda dizinizi seyredip bilmem neden yakınırken gözünü topraklarımıza dikmiş hainlerin karşısına dimdik, korkusuzca dikilmiş çocuklarımız, kahramanlarımız var...
Eksilmiyorlar üstelik. Murat’ımızın yerini başka Muratlar, Mehmetler, Mustafalar, Kemaller, Kürşatlar aldı. Onların elleri tetikte, gözleri sınırda ve akılları bizde...
Peki biz, Murat’ı gerçekten anladık mı?
Ona olan borcumuzu, onun istediği gibi; şimdi kışlaları, karakolları, hudut siperlerini dolduran çocuklarımıza ödüyor muyuz?
Ödeyebilecek miyiz?
Şu halimizle, televizyon ekranlarını hâlâ tıka basa dolduran eserlerimizle (?); salgın halinde artan hoşgörüsüzlüğümüzle, kadına, çocuğa, hayvana, ağaca püsküren berbat öfkemizle... Öyle davranabilecek miyiz gerçekten?
Murat’ın istediği gibi olabilecek miyiz?
★★
Yapabiliyorsanız o videoyu bulun, izleyin. Lütfen yapın bunu; fakat ana fikri iyi anlayın!
Yoksa Murat ölür.
Söylediklerini anlayamazsak, gereğini yerine getirmezsek Murat’ımız işte o zaman gerçekten ölür!
Kalpten, gönülden, elbette: Amenna!..
...
Ama çok çok ince bir hat var. Kritik bir çizgi, bir sınır çizgisi... Orayı aşarsak her birini kalbimizde yaşattığımız şehitler o an gerçekten ölür, vatan da o an ya bölünür ya da bölünmüşten beter olur! Başımıza yıkılır!..
Allah öylesini yaşatmasın!
Çünkü o zaman geçmişteki fedakârlıklara da verilen canlara da uzak ve yakın tarihimizi biçimlendiren kahramanlıklara da hepten yazık olur.
Nasıl olduğunu anlayamadan her şeyimizi yitiririz...
★★
Peki nedir o sınır çizgisi?
Neyi, nereyi aşınca her şeyi kaybederiz (maazallah)?
Bu yanıtı, bu yaşamsal uyarıyı, bir şehit söylüyor bize. Vatan ve millet için toprağa düşmeden önce, kendi belirsiz geleceğine yazdığı mektupta bize, şehitler sayesinde hayatlarını sürdürenlere sesleniyor:

Şehit Komando Uzman Çavuş Murat Akman...
Onun mektubu, o 2004 yılında Beytüşşebap’ta şehit edildiğinden beri basında ve sosyal medyada elden ele, dilden dile dolaşıyor.
Bir türlü aşamadığımız, üstesinden bir türlü gelemediğimiz bütün sosyal temelli, bütün o kronikleşmiş ama aslında her biri çok kolay çözümlenebilecek yaygın, yoğun ve derin sosyal-psikolojik ve kültürel sorunlarımızın altını öyle bir çiziyor ki şehit kardeşimiz...
Hem de öyle kırmızı kalemle, tebeşirle falan değil, kasaturasıyla çiziyor ve tuttuğumuz kâğıdı yırtıp tenimizi kanatıyor bu saptama.
Bakın hayattan muradını alamamış sevgili Murat’ımız neler söylüyor ve kimi, niye, nasıl eleştiriyor?
“Bu yazı, bir komando uzman çavuş mektubudur...
Ve bu mektubu siz bir gazeteden okuyorsanız ben ölmüşüm demektir...
Bir ailem olsaydı bu mektubu onlara yollamak isterdim. Ama yok!..
Size koğuştaki ranzamdan yazıyorum. Şu an etrafımda Adana, Ağrı, Sivas, Edirne, Diyarbakır, Ankara, Antalya, İzmir, Urfa, Trabzon’dan, Türkiye’nin dört bir yanından, birbirini tanımayan ama birbirlerinin canını korumaya yemin etmiş askerler var...
Birazdan operasyona gideceğiz...
Tek dileğimiz kayıp vermeden geri gelmek. ‘İlerde ölürsem eğer...’ diye bir mektup yazmak çok zor! Akla getirmek istemez de insan ölümü, hani her zaman bir umut vardır ya, askerliğim bittikten sonra yırtıp atacaktım bu mektubu ama şu an okuyorsanız yırtamadım demektir...
Zaten pek de kalem tutmaz elim. Silah tutmayı daha iyi bilirim. Sizi korumam için, siz öğrettiniz silah tutmayı...
Tuhaf olan; siz bu mektubu okurken ben, neden öldüğümü bile bilmiyor olacağım. Ya bir mayına bastım ya da yediğim birkaç kurşun...
Bileniniz var mı gerçekten, ben nasıl öldüm?..
Kışlada, her televizyona baktığımda birbirinizi öldürdüğünüzü, birbirinizin canını yaktığınızı gördüm:
Müziğin sesini çok açtı diye komşusunu vuranlar...
Gücü kadına yetenler...
Cebindeki 10 lirası için adam vuranlar...
Kız arkadaşına baktı diye alayını bıçaklayanlar...
Bileniniz var mı, ben kimi korumak için öldüm?
Eti az pişti diye garsona çıkışan adam; sen rahat uyu diye kurşunlar başımın üstünden geçerken ben dağda her bulduğumu yedim...
Arabasını solladılar diye levyesini kapıp arabadan inen adam; beni bir çöp bidonuna atıp giden anam; söylesene, ben kimin için öldüm?
Yetimhanede ve askerde, en güzel şeyin ekmeğini bölmek olduğunu öğrendik.
Peki size neyi bölmeyi öğrettiler?..
Sizi önce Allah’a, sonra birbirinize emanet ediyorum. Ben sizden razı oldum, Allah da sizden razı olsun...”
★★
Bu metni, kendisine bir sokak röportajında ‘Sarı Mikrofon’ uzatılıp ‘Sizce vatan nedir?’ sorusu yöneltilen bir vatandaş, yanıt olarak ezberden dile getiriyor. ‘Vatan işte budur!’ diyor adeta. Adı videoda geçmiyor adamın. Eğitimli biri olduğunu tahmin ediyorum. Ellili yaşlarında biri. Sağ olsun, var olsun! İşitmemize, görmemize, idrak etmemize aslında vesile oluyor. Sonrasında zaten metin elden ele dolaşmaya başlıyor...
Ben de TikTok videosu olarak (@mehmetdemir) paylaşıldıktan sonra çok değerli komutanım, muhteşem askeri siciliyle tam bir yaşayan efsane Piyade (e) Albay Cengiz Öner’den alıp izledim o videoyu.
Kahraman komutanımın ellerinden öpüyorum...
★★
Murat’a dönüp bitirelim:
Şehit Komando Uzman Çavuş Murat Akman, 1986 doğumlu...
Daha birkaç günlük bebekken ailesi tarafından terk ediliyor, devleti ona kol kanat geriyor, yetimhanede büyüyor, sonra asker olmayı seçiyor...
Ve daha yirmisini görmeden şehit ediliyor!
Düşünün; o gün hangi hayaller yıkılıyor...
İnsanın beynini de gönlünü de yakar, kül eder bu durum.
Ama içiniz yanıp kül olmadan evvel şehit mektubundaki ana fikre bir kere daha bakın. Size, bize, sokaktaki insana, bu topraklarda yaşayanlara, yeri geldiğinde ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez!’ diye (ki amenna) slogan atanlara, velhasıl bu topluma yöneltilen şu ‘derin, koyu, ağır eleştiriyi’ veya daha hafif bir ifadeyle ‘nasihati’ bir kez daha ama dikkatle okuyun.
Ve düşünün ki şu anda, tam şu dakikada ana kuzularımız dağlarda, ıssız vadilerde, doruklarda, kışlalarda, karakollarda, siperlerde, kum torbalarının ardında vatan savunmasındalar... Siz koltuğunuzda dizinizi seyredip bilmem neden yakınırken gözünü topraklarımıza dikmiş hainlerin karşısına dimdik, korkusuzca dikilmiş çocuklarımız, kahramanlarımız var...
Eksilmiyorlar üstelik. Murat’ımızın yerini başka Muratlar, Mehmetler, Mustafalar, Kemaller, Kürşatlar aldı. Onların elleri tetikte, gözleri sınırda ve akılları bizde...
Peki biz, Murat’ı gerçekten anladık mı?
Ona olan borcumuzu, onun istediği gibi; şimdi kışlaları, karakolları, hudut siperlerini dolduran çocuklarımıza ödüyor muyuz?
Ödeyebilecek miyiz?
Şu halimizle, televizyon ekranlarını hâlâ tıka basa dolduran eserlerimizle (?); salgın halinde artan hoşgörüsüzlüğümüzle, kadına, çocuğa, hayvana, ağaca püsküren berbat öfkemizle... Öyle davranabilecek miyiz gerçekten?
Murat’ın istediği gibi olabilecek miyiz?
★★
Yapabiliyorsanız o videoyu bulun, izleyin. Lütfen yapın bunu; fakat ana fikri iyi anlayın!
Yoksa Murat ölür.
Söylediklerini anlayamazsak, gereğini yerine getirmezsek Murat’ımız işte o zaman gerçekten ölür!