
Röportajın dün yayımlanan ilk bölümünde çok değerli konuğum TRT (eski) Başspikeri Sayın Şener Mete’ye dilimizdeki yozlaşmaya ilişkin saptama ve önerilerini sormuş, ders niteliğinde harika yanıtlar almıştık. Sonrasında Sayın Mete, bir spiker olarak başından geçen ilginç olayları, durumları anlatmıştı bize.
Bugün, röportajın ikinci bölümü için buluşuyoruz:
S.İ: Sayın Mete, söylediklerinize katılmamak mümkün değil; medya çalışanlarının tümünün de katılacağını düşünüyorum ama sanırım fikrinize katılmaktan çok samimi olmak ve sorumluluk almak önemli.
Siz, bir haber anlatıcısı, bir spiker, dahası TRT Baş Spikeri ve bugün de o alanda bir eğitimci olarak kim bilir dilimizin kullanımıyla ilgili nasıl trajikomik, öte yandan nasıl hayranlık uyandırıcı örneklere tanık olmuşsunuzdur. Onlardan birini bizimle paylaşır mısınız?

Şener Mete: Öncelikle kendi dilimizle ilgili değil de yabancı dillerle ilgili bir örnek vereyim. Birkaç yıl önce Kongo’dan TRT’ye televizyoncular gelmişti. Bunlara röportaj tekniği eğitimi verdik. Toplam 8 veya 9 kişilerdi. Dikkat ettim, aralarında Fransızca konuşuyorlar. “Sizin kendi ülkenizin dili yok mu?” diye sordum. “Bizim dilimiz değil dillerimiz var” dediler. Biraz daha soru sordum konuyla ilgili… “Biz kendi dilimizle 2 saat uzakta olan bir şehirde anlaşamayız” diye cevap verdiler.
Yanlış hatırlamıyorsam ülkelerinde 17 etnik dil var ve en çok konuşulan dillerin sayısı da 9. Dolayısıyla benim 9 öğrencim, aynı ülkede 9 farklı dille konuşuyorlar ve anlaşamıyorlar. Onların anlaşmaması için Fransa, ortak dilleri yok etmiş ve yerine Fransızcayı koymuş.
Aynı durumu Antalya’da yaşadım. Türkologlara diksiyon eğitim için gitmiştim. Otobüsle otelden Antalya’ya gelirken Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’dan gelen Türkologların birbiriyle Rusça konuşup anlaştıklarını görünce çok üzülmüştüm. Dilimizin kullanımıyla ilgili trajikomik değil ama komik durumlar eğitim verirken başlıyor.
Diksiyon eğitimi, oldukça keyifli bir eğitimdir.
Bu eğitimde kahkaha serbesttir, bağırmak serbesttir, ağız ve burundan farklı sesler çıkarmak serbesttir. Dahası sakız çiğnemek, balon üflemek, mum söndürmek derslerimizin içinde olan hem eğlenceli hem de geliştirici çalışmalardır. Tabii bu çalışmaları yaparken sınıfta keyifli bir ortam doğar. Bilhassa tekerlemeleri söylerken takılan öğrenciler hem kendilerine hem de arkadaşlarına güler. Yine eğitim sırasında telaffuz bozukluklarına hepimiz güleriz. Bir örnek vereyim: özellikle e seslerindeki yanlışlıklar bazen komiktir. Büyük e harfini (E) açık sesli e olarak düşünün. Devlet kelimesini sürekli dEvlEt diye söyleyen, TRT’ye tErEtE diyen, sevgiye sEvgi, 50’ye Elli diyenler bazen alay konusu olur. Ama bunun yanı sıra edebiyatı, coğrafi, hayvani derken a seslerini uzatmayan spikerler de komik duruma düşüyor. Yayınlarda ise trajikomik birçok görüntülü haber izliyoruz, fark ediyoruz. Bunlardan en dikkat çekenleri, yabancı ajansların geçtiği haberlerin çevirisinde yaşanıyor. Çeviren kişi ya yabancı dili tam bilmiyor ya da Türkçeyi tam bilmiyor.
Öyle çeviriler duyuyorum ki anlamak için falcı olmak gerek. Buyurun birini okuyun: Türkiye'nin uluslararası arenada artan önemine dikkat çeken Blair; "Türkiye'nin rolü dönüşüm içerisinde. Avrupa ve Doğu arasındaki bu etkileşimi sağlama rolünü Türkiye rolü oynamak istiyorsa o zaman gerçekleştirebilir. Ancak Türkiye bu değerleri taşıyarak devam etmeli. Ve bu noktadaki değişim demokratik ve açık değerler çerçevesinde, bunu güçlendirerek devam etmeli. Önemli olan demokrasinin içerisindeki birçok seçim süreçlerini, birçok inanç unsurunu birarada bulundurabilmesi” dedi.
Tabii ki takdir ettiğimiz birçok olay var.
Çok güzel yayın yapan arkadaşlarımız var. Soma faciasında Türkçenin ne kadar güzel kullanıldığının örneklerini gördük. Hem yayıncılık bakımından hem içerik doygunluğu açısından gerçekten doğru ve iyi bir örnektir Soma maden faciası yayını. Burada olayı içselleştirdiğinizde, dilinizi de güzel kullandığınızı fark ediyorsunuz. Dili yapmacık bir biçimde kullanırsanız, hata yapma oranınız yükselir.
1999 Kocaeli depreminde de arkadaşlarımız hem gece gündüz canla başla çalıştı hem de o facianın içine girerek, olayı içselleştirerek doğru ve etkili cümleler kurabildiler. Aynı haberi tekrar geç deseniz, kesinlikle geçemezler çünkü dil, yaşamla iç içe olduğunda etkisini gösteriyor. Yaşamla iç içe konuştuğunuzda, kendiniz de etkilendiğinizde, içinde bulunduğunuz ortamı yansıtacak bir tonlamaya kavuşuyorsunuz.
Anlaşılırlığınız artıyor.
Ne denli birikiminiz olursa olsun, eğer anlaşılırlık niteliğinden yoksunsa konuştuklarınız ve yazdıklarınız, sonuç başarısızlıktır. Rahmetli hocamız Mesut Mertcan’ın, kendisi stüdyoya geçtiği halde, haberin gecikmesiyle birlikte ezbere bülten okuması takdire şayan değil midir?
Kendi adıma da şunu söyleyebilirim: Çanakkale’de İngiliz Abidesinde yaptığımız yayına spikeri almadıkları için canlı yayın aracının içinde töreni görmeden, tören anlatmıştım. İngiliz Abidesindeki töreni, Veliaht Prens Charles geldiği ve Cumhurbaşkanı da katıldığı için TRT tarihinde ilk kez spiker anlatımlı verecektik. Ama ses olur diye tören alanına almadılar. Böylece görmediğim töreni anlattım. Hem de Çanakkale’nin 100. Yılında, en üst düzey protokolün bulunduğu yıl olan 2015’te.
(Devamı yarın)
Bugün, röportajın ikinci bölümü için buluşuyoruz:
S.İ: Sayın Mete, söylediklerinize katılmamak mümkün değil; medya çalışanlarının tümünün de katılacağını düşünüyorum ama sanırım fikrinize katılmaktan çok samimi olmak ve sorumluluk almak önemli.
Siz, bir haber anlatıcısı, bir spiker, dahası TRT Baş Spikeri ve bugün de o alanda bir eğitimci olarak kim bilir dilimizin kullanımıyla ilgili nasıl trajikomik, öte yandan nasıl hayranlık uyandırıcı örneklere tanık olmuşsunuzdur. Onlardan birini bizimle paylaşır mısınız?

Şener Mete: Öncelikle kendi dilimizle ilgili değil de yabancı dillerle ilgili bir örnek vereyim. Birkaç yıl önce Kongo’dan TRT’ye televizyoncular gelmişti. Bunlara röportaj tekniği eğitimi verdik. Toplam 8 veya 9 kişilerdi. Dikkat ettim, aralarında Fransızca konuşuyorlar. “Sizin kendi ülkenizin dili yok mu?” diye sordum. “Bizim dilimiz değil dillerimiz var” dediler. Biraz daha soru sordum konuyla ilgili… “Biz kendi dilimizle 2 saat uzakta olan bir şehirde anlaşamayız” diye cevap verdiler.
Yanlış hatırlamıyorsam ülkelerinde 17 etnik dil var ve en çok konuşulan dillerin sayısı da 9. Dolayısıyla benim 9 öğrencim, aynı ülkede 9 farklı dille konuşuyorlar ve anlaşamıyorlar. Onların anlaşmaması için Fransa, ortak dilleri yok etmiş ve yerine Fransızcayı koymuş.
Aynı durumu Antalya’da yaşadım. Türkologlara diksiyon eğitim için gitmiştim. Otobüsle otelden Antalya’ya gelirken Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’dan gelen Türkologların birbiriyle Rusça konuşup anlaştıklarını görünce çok üzülmüştüm. Dilimizin kullanımıyla ilgili trajikomik değil ama komik durumlar eğitim verirken başlıyor.
Diksiyon eğitimi, oldukça keyifli bir eğitimdir.
Bu eğitimde kahkaha serbesttir, bağırmak serbesttir, ağız ve burundan farklı sesler çıkarmak serbesttir. Dahası sakız çiğnemek, balon üflemek, mum söndürmek derslerimizin içinde olan hem eğlenceli hem de geliştirici çalışmalardır. Tabii bu çalışmaları yaparken sınıfta keyifli bir ortam doğar. Bilhassa tekerlemeleri söylerken takılan öğrenciler hem kendilerine hem de arkadaşlarına güler. Yine eğitim sırasında telaffuz bozukluklarına hepimiz güleriz. Bir örnek vereyim: özellikle e seslerindeki yanlışlıklar bazen komiktir. Büyük e harfini (E) açık sesli e olarak düşünün. Devlet kelimesini sürekli dEvlEt diye söyleyen, TRT’ye tErEtE diyen, sevgiye sEvgi, 50’ye Elli diyenler bazen alay konusu olur. Ama bunun yanı sıra edebiyatı, coğrafi, hayvani derken a seslerini uzatmayan spikerler de komik duruma düşüyor. Yayınlarda ise trajikomik birçok görüntülü haber izliyoruz, fark ediyoruz. Bunlardan en dikkat çekenleri, yabancı ajansların geçtiği haberlerin çevirisinde yaşanıyor. Çeviren kişi ya yabancı dili tam bilmiyor ya da Türkçeyi tam bilmiyor.
Öyle çeviriler duyuyorum ki anlamak için falcı olmak gerek. Buyurun birini okuyun: Türkiye'nin uluslararası arenada artan önemine dikkat çeken Blair; "Türkiye'nin rolü dönüşüm içerisinde. Avrupa ve Doğu arasındaki bu etkileşimi sağlama rolünü Türkiye rolü oynamak istiyorsa o zaman gerçekleştirebilir. Ancak Türkiye bu değerleri taşıyarak devam etmeli. Ve bu noktadaki değişim demokratik ve açık değerler çerçevesinde, bunu güçlendirerek devam etmeli. Önemli olan demokrasinin içerisindeki birçok seçim süreçlerini, birçok inanç unsurunu birarada bulundurabilmesi” dedi.
Tabii ki takdir ettiğimiz birçok olay var.
Çok güzel yayın yapan arkadaşlarımız var. Soma faciasında Türkçenin ne kadar güzel kullanıldığının örneklerini gördük. Hem yayıncılık bakımından hem içerik doygunluğu açısından gerçekten doğru ve iyi bir örnektir Soma maden faciası yayını. Burada olayı içselleştirdiğinizde, dilinizi de güzel kullandığınızı fark ediyorsunuz. Dili yapmacık bir biçimde kullanırsanız, hata yapma oranınız yükselir.
1999 Kocaeli depreminde de arkadaşlarımız hem gece gündüz canla başla çalıştı hem de o facianın içine girerek, olayı içselleştirerek doğru ve etkili cümleler kurabildiler. Aynı haberi tekrar geç deseniz, kesinlikle geçemezler çünkü dil, yaşamla iç içe olduğunda etkisini gösteriyor. Yaşamla iç içe konuştuğunuzda, kendiniz de etkilendiğinizde, içinde bulunduğunuz ortamı yansıtacak bir tonlamaya kavuşuyorsunuz.
Anlaşılırlığınız artıyor.
Ne denli birikiminiz olursa olsun, eğer anlaşılırlık niteliğinden yoksunsa konuştuklarınız ve yazdıklarınız, sonuç başarısızlıktır. Rahmetli hocamız Mesut Mertcan’ın, kendisi stüdyoya geçtiği halde, haberin gecikmesiyle birlikte ezbere bülten okuması takdire şayan değil midir?
Kendi adıma da şunu söyleyebilirim: Çanakkale’de İngiliz Abidesinde yaptığımız yayına spikeri almadıkları için canlı yayın aracının içinde töreni görmeden, tören anlatmıştım. İngiliz Abidesindeki töreni, Veliaht Prens Charles geldiği ve Cumhurbaşkanı da katıldığı için TRT tarihinde ilk kez spiker anlatımlı verecektik. Ama ses olur diye tören alanına almadılar. Böylece görmediğim töreni anlattım. Hem de Çanakkale’nin 100. Yılında, en üst düzey protokolün bulunduğu yıl olan 2015’te.
(Devamı yarın)