
TRT (eski) Başspikeri Sayın Şener Mete’yle röportajımızın üçüncü ve son bölümü için buluşuyoruz:
S.İ: Sayın Mete, önceki bölümlerde bize anlattıklarınız muhteşem anılardı ve kuşkusuz bir gün kitap basıldığında -bunun gerçekleşmesini yürekten diliyoruz- dil alanında muhteşem bir yol gösterici olacak.
İnsanımızı Türkçeyi doğru kullanmaya, bizim sevgili anadilimizi zarafetiyle birlikte yaşatmaya nasıl yönlendireceğiz Sayın Mete? Nereden başlamak ve ilk üç adımda size göre neler yapmak gerekiyor.

Şener Mete: Klasik bir cümleyle “dil, ailede öğrenilir” diyeceğim ama aileler dili doğru kullanıyor mu? Çocuğu olduğu zaman, kendi çocuğuna anne baba, adıyla bile hitap etmiyor. Çocuğun adı Mustafa ise Mıstık, Mıstık diye çağırıyor ve çocuk da adının Mıstık olduğunu sanıyor taaa ilkokula gidene dek. Ya da çocuğa, kız, lan, hişt, hey gibi ünlemlerle hitap ediliyor.
Bir nesnenin adı öğretileceği zaman addaaa buddaaa gibi anlamsız şeyler söyleniyor. Ayrıca birçok aile televizyona veya günümüzde telefona daldığı için çocuğuyla hemen hiç konuşmuyor. Pek çok çocuk, evde karnını doyurmak dışında yalnız yaşıyor. Ben Türkiye’de, bebeklikten itibaren çocuklara nasıl konuşma eğitimi verileceğine ilişkin çalışmaların ailelere intikal ettiğini hiç duymadım. Böyle çalışmalar, üniversite bünyesinde kalıyor sadece. Kısaca çocuk. Okula başlayana dek çok az kelime öğreniyor. İlkokuldaki eğitim ise tamamen öğretmenin çabasına ve yeteneğine kalmış durumda. Zorlayıcı önlemler yok. Öğretmenlerin de dilimize ne kadar hakim olduğu ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu.
Giderek bilgisayarın etkinleştiği eğitim sistemimiz, Windows diline bırakılmış gibi. Çocuklar kitap okumuyor, öğretmen kitap özeti yazın diyor, gidip Google’dan özeti alıp kopyala yapıştır yapıyor. Üniversitede verdiğim kitap ödevlerinde bile “google’dan almayın” dediğim halde gençlerin kitap özetini kopyala yapıştır yaptığını görmüş ve çok üzülmüştüm.
Günümüzde Türk Dili Edebiyatı okuyan öğrencilerin içinde düzgün bir dilekçe yazabileni çok azdır. Bir konuda hitabet yapabilen öğrenci sayısı da çok azdır. Üstelik işin bir de hocalar kısmı var. Ben defalarca Türkologlara diksiyon eğitimi verdim ve kurultaylara, sempozyumlara katıldım. Burada gördüğüm husus şudur: Yurt dışındaki okullarda Türkçe eğitimi veren hocaların pek çoğu Türkçeyi düzgün konuşamamaktadır. Bu hocalar, yazmaya odaklanmışlardır. Metni yazabiliyor ama kendi yazdığı metni düzgün okuyamıyor. Böyle hocalardan eğitim alan Hollanda’da, Rusya’da, Romanya’da veya diğer ülkelerde binlerce genç var.
Onlar nasıl konuşsun?
Türk Dil Kurumu ve Üniversiteler, yaptıkları dil çalışmalarında ağırlığı Uygur ve eski Türkçeye vermektedirler. Günümüz diliyle ilgili çalışmalar çok azdır. Bir kütüphaneye gidin, dilbilim ve dille ilgili kitapları bir kenara ayırın. Bunların içinde yazım teknikleri, güzel yazı, hikâye ve roman yazma, yazım kuralları gibi yazımla ilgili yüzlerce kitap bulursunuz.
Bakın bakalım konuşmayla ilgili kaç kitap var?
Türkiye’de konuşma kurallarıyla ilgili bir eser yoktur. Mevcut olan birkaç diksiyon kitabının bir bölümü de diğerlerinden intihal edilerek yazılmıştır. Ayrıca şu kadarını söyleyeyim: Diksiyon kitabı yazanlar, en az 20 yıl TRT’de veya ulusal çapta bir yayın organında spikerlik yapmamışsa veya 20 yıl Devlet Tiyatrosunda sahneye çıkmamışsa yazdığı diksiyon kitabının hiçbir değeri yoktur çünkü tamamen intihaldir. Bir diksiyon kitabını alıp; kelimeleri, cümleleri değiştirerek, konu başlıkları ilave ederek, diksiyon kitabı yazılmaz. Kendinizi kandırırsınız. Basit bir örnek vereyim; “Türkçede iki tane a sesi var” diyorlar. Ama ben diyorum ki “bu tamamen yanlıştır, Türkçede beş tane A sesi var.” A’dan başladık, Z’ye gelene kadar olan eksikleri siz düşünün.
Bunun yanında üç ay diksiyon eğitimi alıp da diksiyon hocasıyım diye ortaya çıkan cahiller de var. Ses Bilgisi öğrenmeden nasıl diksiyon dersi vereceksiniz? Ses bilgisini öğrenmek bile insanın bir yılını alıyor.
Şimdi gelelim üç adıma:
1.Adım: Milli Eğitim Bakanlığı
Bir kere diksiyon sertifikası diye verilen o saçmalıkları dikkate almamalıdır. Çünkü hepsi, para kazanmak için özel dersanelerin verdiği kartonlardır. Diksiyon eğitiminde, 10 yıl fiilen TRT veya Ulusal bir kanalda spiker veya sunucu olarak ya da Devlet Tiyatrosunda yine 10 yıl sahnede bulunanlara diksiyon eğitimi verme hakkı tanımalıdır. Emekli olmuş ama işini çok iyi bilen ve enerjik durumda pek çok spiker ve tiyatrocu bulunmaktadır. Bu eğiticileri görevlendirerek, bütün yaz boyunca gerek illere göndererek gerekse bazı merkezlerde İlkokul öğretmenlerine diksiyon eğitimi verilmelidir. Bu eğitimler yıllarca sürebilir ama sonuçta diksiyonu düzgün öğretmenlerimiz olacaktır. Bunun dışında ilkokuldaki Türkçe derslerinin okuma konuları spikerler tarafından seslendirilmeli, bunlar bilgisayara yüklenerek ortak ağ üzerinden okullara gönderilmeli ve öğrenciler metni önce sesli olarak takip edip sonra okumaya çalışmalıdır.
2.Adım: Türk Dil Kurumu
Kurumun yapısı baştan aşağı ele alınmalıdır. Bu kurumda Türk Dili ve Edebiyatı veya İletişim mezunları dışında hiç kimse çalışmamalıdır. TDK, dilin kullanım biçimiyle ilgili çalışmalar yapmalı ve bu çalışmalarda spiker ve tiyatroculardan yararlanmalıdır. Ayrıca dilin telaffuzuyla ilgili sözlük çalışmaları bugüne kadar TDK tarafından yapılmamıştır. Türkiye’de Telaffuz anlamında toplam dört sözlük bulunur ve dördünü de ben yazdım. Başka bir telaffuz sözlüğü yazılmaması büyük kayıptır. Tabii şunu da eklemek gerekir ki Türkçenin fonetiği de henüz yazılmamıştır. Bu konuda İletişim Başkanlığı bir üniversiteye görev vererek Türkçenin fonetiğini yazdırarak bunu tüm okullara yaygınlaştıracak önlemleri alabilirse birkaç yıl içinde dilimizin güzel konuşulması anlamında büyük adımlar atılabilir.
3.Adım: RTÜK
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, İletişim Başkanlığının çatısı altında Anadolu Ajansı ve TRT ile işbirliği yaparak, medyanın dili kullanımı konusunda bir disipline gidebilir. Benim iki sözlüğüm RTÜK tarafından basıldı. Bu sözlükler genişletilip güncelleştirilerek ve aynı zamanda seslendirilerek yeniden basılabilir. Medyada Türkçenin doğru ve güzel konuşulması için öncelikle metinlerin doğru yazılmasına ihtiyaç vardır. Medyanın pek çok organında redaktör bulunmaz. Bu, büyük bir eksikliktir. Ulusal yayın organlarının tümünde basın kartı bulunan ve geçmişte haber yazıp düzelten kişiler, redaktör olarak istihdam edilmeli ve bu durum mecburi tutulmalıdır. Redaktörün tek görevi metin düzeltmek, yayını izleyip hataları bulmak ve anında uyarmak olmalıdır. Ayrıca daha önce söylediğim gibi medya patronlarına dil bilinci ve dil yanlışlarıyla ilgili bir seminer verilerek onların desteği alınmalıdır.
***
Usta spiker Şener Mete, bu köşede artık klasikleşen kısa röportajlar dizisinin bu haftaki konuğu oldu.
İyi ki öyle oldu!
Türkçeyi yüksek sorumluluk bilinciyle kullanmak üzerine düşündürdü bizi. Anladık ki anadilimize ve ona kol kanat gerenlere manevi borcumuzu asla ödeyemeyiz.
Bu değerli anımsatma ve unutulmaz ders için değerli Şener Mete’ye çok teşekkür ediyoruz. Kendilerine sağlıklı, upuzun bir ömür diliyoruz.
S.İ: Sayın Mete, önceki bölümlerde bize anlattıklarınız muhteşem anılardı ve kuşkusuz bir gün kitap basıldığında -bunun gerçekleşmesini yürekten diliyoruz- dil alanında muhteşem bir yol gösterici olacak.
İnsanımızı Türkçeyi doğru kullanmaya, bizim sevgili anadilimizi zarafetiyle birlikte yaşatmaya nasıl yönlendireceğiz Sayın Mete? Nereden başlamak ve ilk üç adımda size göre neler yapmak gerekiyor.

Şener Mete: Klasik bir cümleyle “dil, ailede öğrenilir” diyeceğim ama aileler dili doğru kullanıyor mu? Çocuğu olduğu zaman, kendi çocuğuna anne baba, adıyla bile hitap etmiyor. Çocuğun adı Mustafa ise Mıstık, Mıstık diye çağırıyor ve çocuk da adının Mıstık olduğunu sanıyor taaa ilkokula gidene dek. Ya da çocuğa, kız, lan, hişt, hey gibi ünlemlerle hitap ediliyor.
Bir nesnenin adı öğretileceği zaman addaaa buddaaa gibi anlamsız şeyler söyleniyor. Ayrıca birçok aile televizyona veya günümüzde telefona daldığı için çocuğuyla hemen hiç konuşmuyor. Pek çok çocuk, evde karnını doyurmak dışında yalnız yaşıyor. Ben Türkiye’de, bebeklikten itibaren çocuklara nasıl konuşma eğitimi verileceğine ilişkin çalışmaların ailelere intikal ettiğini hiç duymadım. Böyle çalışmalar, üniversite bünyesinde kalıyor sadece. Kısaca çocuk. Okula başlayana dek çok az kelime öğreniyor. İlkokuldaki eğitim ise tamamen öğretmenin çabasına ve yeteneğine kalmış durumda. Zorlayıcı önlemler yok. Öğretmenlerin de dilimize ne kadar hakim olduğu ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu.
Giderek bilgisayarın etkinleştiği eğitim sistemimiz, Windows diline bırakılmış gibi. Çocuklar kitap okumuyor, öğretmen kitap özeti yazın diyor, gidip Google’dan özeti alıp kopyala yapıştır yapıyor. Üniversitede verdiğim kitap ödevlerinde bile “google’dan almayın” dediğim halde gençlerin kitap özetini kopyala yapıştır yaptığını görmüş ve çok üzülmüştüm.
Günümüzde Türk Dili Edebiyatı okuyan öğrencilerin içinde düzgün bir dilekçe yazabileni çok azdır. Bir konuda hitabet yapabilen öğrenci sayısı da çok azdır. Üstelik işin bir de hocalar kısmı var. Ben defalarca Türkologlara diksiyon eğitimi verdim ve kurultaylara, sempozyumlara katıldım. Burada gördüğüm husus şudur: Yurt dışındaki okullarda Türkçe eğitimi veren hocaların pek çoğu Türkçeyi düzgün konuşamamaktadır. Bu hocalar, yazmaya odaklanmışlardır. Metni yazabiliyor ama kendi yazdığı metni düzgün okuyamıyor. Böyle hocalardan eğitim alan Hollanda’da, Rusya’da, Romanya’da veya diğer ülkelerde binlerce genç var.
Onlar nasıl konuşsun?
Türk Dil Kurumu ve Üniversiteler, yaptıkları dil çalışmalarında ağırlığı Uygur ve eski Türkçeye vermektedirler. Günümüz diliyle ilgili çalışmalar çok azdır. Bir kütüphaneye gidin, dilbilim ve dille ilgili kitapları bir kenara ayırın. Bunların içinde yazım teknikleri, güzel yazı, hikâye ve roman yazma, yazım kuralları gibi yazımla ilgili yüzlerce kitap bulursunuz.
Bakın bakalım konuşmayla ilgili kaç kitap var?
Türkiye’de konuşma kurallarıyla ilgili bir eser yoktur. Mevcut olan birkaç diksiyon kitabının bir bölümü de diğerlerinden intihal edilerek yazılmıştır. Ayrıca şu kadarını söyleyeyim: Diksiyon kitabı yazanlar, en az 20 yıl TRT’de veya ulusal çapta bir yayın organında spikerlik yapmamışsa veya 20 yıl Devlet Tiyatrosunda sahneye çıkmamışsa yazdığı diksiyon kitabının hiçbir değeri yoktur çünkü tamamen intihaldir. Bir diksiyon kitabını alıp; kelimeleri, cümleleri değiştirerek, konu başlıkları ilave ederek, diksiyon kitabı yazılmaz. Kendinizi kandırırsınız. Basit bir örnek vereyim; “Türkçede iki tane a sesi var” diyorlar. Ama ben diyorum ki “bu tamamen yanlıştır, Türkçede beş tane A sesi var.” A’dan başladık, Z’ye gelene kadar olan eksikleri siz düşünün.
Bunun yanında üç ay diksiyon eğitimi alıp da diksiyon hocasıyım diye ortaya çıkan cahiller de var. Ses Bilgisi öğrenmeden nasıl diksiyon dersi vereceksiniz? Ses bilgisini öğrenmek bile insanın bir yılını alıyor.
Şimdi gelelim üç adıma:
1.Adım: Milli Eğitim Bakanlığı
Bir kere diksiyon sertifikası diye verilen o saçmalıkları dikkate almamalıdır. Çünkü hepsi, para kazanmak için özel dersanelerin verdiği kartonlardır. Diksiyon eğitiminde, 10 yıl fiilen TRT veya Ulusal bir kanalda spiker veya sunucu olarak ya da Devlet Tiyatrosunda yine 10 yıl sahnede bulunanlara diksiyon eğitimi verme hakkı tanımalıdır. Emekli olmuş ama işini çok iyi bilen ve enerjik durumda pek çok spiker ve tiyatrocu bulunmaktadır. Bu eğiticileri görevlendirerek, bütün yaz boyunca gerek illere göndererek gerekse bazı merkezlerde İlkokul öğretmenlerine diksiyon eğitimi verilmelidir. Bu eğitimler yıllarca sürebilir ama sonuçta diksiyonu düzgün öğretmenlerimiz olacaktır. Bunun dışında ilkokuldaki Türkçe derslerinin okuma konuları spikerler tarafından seslendirilmeli, bunlar bilgisayara yüklenerek ortak ağ üzerinden okullara gönderilmeli ve öğrenciler metni önce sesli olarak takip edip sonra okumaya çalışmalıdır.
2.Adım: Türk Dil Kurumu
Kurumun yapısı baştan aşağı ele alınmalıdır. Bu kurumda Türk Dili ve Edebiyatı veya İletişim mezunları dışında hiç kimse çalışmamalıdır. TDK, dilin kullanım biçimiyle ilgili çalışmalar yapmalı ve bu çalışmalarda spiker ve tiyatroculardan yararlanmalıdır. Ayrıca dilin telaffuzuyla ilgili sözlük çalışmaları bugüne kadar TDK tarafından yapılmamıştır. Türkiye’de Telaffuz anlamında toplam dört sözlük bulunur ve dördünü de ben yazdım. Başka bir telaffuz sözlüğü yazılmaması büyük kayıptır. Tabii şunu da eklemek gerekir ki Türkçenin fonetiği de henüz yazılmamıştır. Bu konuda İletişim Başkanlığı bir üniversiteye görev vererek Türkçenin fonetiğini yazdırarak bunu tüm okullara yaygınlaştıracak önlemleri alabilirse birkaç yıl içinde dilimizin güzel konuşulması anlamında büyük adımlar atılabilir.
3.Adım: RTÜK
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, İletişim Başkanlığının çatısı altında Anadolu Ajansı ve TRT ile işbirliği yaparak, medyanın dili kullanımı konusunda bir disipline gidebilir. Benim iki sözlüğüm RTÜK tarafından basıldı. Bu sözlükler genişletilip güncelleştirilerek ve aynı zamanda seslendirilerek yeniden basılabilir. Medyada Türkçenin doğru ve güzel konuşulması için öncelikle metinlerin doğru yazılmasına ihtiyaç vardır. Medyanın pek çok organında redaktör bulunmaz. Bu, büyük bir eksikliktir. Ulusal yayın organlarının tümünde basın kartı bulunan ve geçmişte haber yazıp düzelten kişiler, redaktör olarak istihdam edilmeli ve bu durum mecburi tutulmalıdır. Redaktörün tek görevi metin düzeltmek, yayını izleyip hataları bulmak ve anında uyarmak olmalıdır. Ayrıca daha önce söylediğim gibi medya patronlarına dil bilinci ve dil yanlışlarıyla ilgili bir seminer verilerek onların desteği alınmalıdır.
***
Usta spiker Şener Mete, bu köşede artık klasikleşen kısa röportajlar dizisinin bu haftaki konuğu oldu.
İyi ki öyle oldu!
Türkçeyi yüksek sorumluluk bilinciyle kullanmak üzerine düşündürdü bizi. Anladık ki anadilimize ve ona kol kanat gerenlere manevi borcumuzu asla ödeyemeyiz.
Bu değerli anımsatma ve unutulmaz ders için değerli Şener Mete’ye çok teşekkür ediyoruz. Kendilerine sağlıklı, upuzun bir ömür diliyoruz.