
‘Lüzumsuz lüzumsuz konuşma!
Olur olmaz yerde konuşma!
İleri geri konuşma!
Sus, konuşma!
Bi’dinle yahu!
Konuşma!..’
Ne çok duyduk bunları…
Hem, iyi dinleyici olmak elbette bir erdem; ama eğer hiç konuşmayacaksak niye her şeyi dinleyelim ki?
Değil mi ya?..
O halde şöyle mi demek lazım:
‘Lüzumsuz olsa söz hakkı istemezdin, hadi konuş!
Tam yerinde söz hakkı istedin, buyur konuş!
İleri geri fark etmez, yeter ki konuş!
Susma, konuş!
Çok dinledin, artık sen de konuş!
Çekinme, konuş!..’
***
‘Dinlemek’ ile ‘konuşmak için sıra beklemek’ aynı şey değil. Pek tabii ‘konuşmak’ ile ‘gevezelik etmek’ de aynı şey değildir; ama birini dinlemeden onun dinlemeye değer bir konuşma mı yoksa gevezelik mi yapacağını nereden bilebiliriz? Keza; daha evvel her konuşmasında gevezelik etmiş, kafa şişirmiş birinin söz aldığı yeni konuşmada bu kez çok önemli, çok çarpıcı, çok dikkate değer şeyler söyleyip söylemeyeceğini de bilmek mümkün değil…
Öyleyse sırf bu ‘evvelkilerden daha iyi bir şey söyleyebilme ihtimalinden’ ötürü konuşmacıya, konuşmasına, konuşma hakkına saygı duymak gerekiyor.
Bu bir gereklilik olduğu kadar, bir erdem de sayılır. Demokrasiyle ilintili, iyi şeyler ortaya çıkarma ihtimaliyle bağlantılı, yarını iyileştirmeyle ilişkili bir erdem…
Umuyorum ki bilhassa öğretmenlerimiz henüz başlamış olan eğitim-öğretim yılı boyunca ‘konuşmak fiilinin türlü çekimlerine’ öncelikle bu açıdan bakarlar.
Ve yani…
Arada bir öğretmenlerimizin sözleri kesilirse durup iyi bir rasat yapmaları şarttır! Belki de söz almak için çırpınan öğrencilerinin öncülüğünde, derslerinin akışını olumlu yönde, çok radikal biçimde değiştirecek yeni ve mucizevi bir keşif yapmak üzeredirler…
Devinen, debelenen, başkaldıran o konuşmanın içeriğinde ne var?
İşte esas mesele bu!
***
Öte yandan; hani en nazik ifadeyle sırf kendini zaptedemediği için öğretmeninin sözünü kesmeye cür’et ettiğini düşündüğümüz öğrenciye de en az iki farklı açıdan bakmamız gerekiyor:
1: Onda böyle dizginlenemez biçimde konuşma ihtiyacı doğuran şey ne?
2: O çocuğa bu aşamada nasıl bir konuşma eğitimi verilebilir? Sadece susturmak, sosyal-psikolojik bir sorunu bastırmak mıdır, hakikaten böyle bir eğitim biçimi var mıdır?
Bunlar, okul bağlamında düşünebileceğimiz birkaç ayrıntı.
Bunlar, okulda iyi şeyler başarabilmekle ilgili şeyler…
Tabii bir de ‘sokakta devinen hayat’ var.
Daha katılaşmış, daha büyük, daha dramatik…
Sokaktaki hayat, vatandaşın hayatı…
Binaların içine de sızan haliyle, eğitim sektörünün dışındaki sektörlerde kurumlarda işletmelerde iyi şeyler başarabilmekle ya da çuvallamakla ilgili şeyler…
Oralarda da konuşmaya ya da konuşturulmaya, sözcükler arasında keşiflere ya da aksine daha keşfi yapılamadan yok edilmiş düşüncelere dair başka başka hikayeler var.
Hani, ‘yazsak roman olur’ diyeceğim…
Ama ‘benim yerim dar’, bu konuda yazmayı işin uzmanına bırakmak daha doğru olur.
Romancı arkadaşım, aynı zamanda bir ‘Ayarsız yazar’ olan sevgili Hümeyra Kaya’ya mesela…
Eminim ipin ucuna bağlayıp en derine sarkıtacağı testiyle gerçek, damıtık, baş döndürücü bir başyapıt çıkarırdı bu gayya kuyusundan. Tabii ben onun başına ‘sipariş baskısından mamül’ bir Demokles Kılıcı koymadıysam eğer…
(Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız dergisi 2017-Kasım sayısında yayımlanmış yazısından alıntıdır)
Olur olmaz yerde konuşma!
İleri geri konuşma!
Sus, konuşma!
Bi’dinle yahu!
Konuşma!..’
Ne çok duyduk bunları…
Hem, iyi dinleyici olmak elbette bir erdem; ama eğer hiç konuşmayacaksak niye her şeyi dinleyelim ki?
Değil mi ya?..
O halde şöyle mi demek lazım:
‘Lüzumsuz olsa söz hakkı istemezdin, hadi konuş!
Tam yerinde söz hakkı istedin, buyur konuş!
İleri geri fark etmez, yeter ki konuş!
Susma, konuş!
Çok dinledin, artık sen de konuş!
Çekinme, konuş!..’
***
‘Dinlemek’ ile ‘konuşmak için sıra beklemek’ aynı şey değil. Pek tabii ‘konuşmak’ ile ‘gevezelik etmek’ de aynı şey değildir; ama birini dinlemeden onun dinlemeye değer bir konuşma mı yoksa gevezelik mi yapacağını nereden bilebiliriz? Keza; daha evvel her konuşmasında gevezelik etmiş, kafa şişirmiş birinin söz aldığı yeni konuşmada bu kez çok önemli, çok çarpıcı, çok dikkate değer şeyler söyleyip söylemeyeceğini de bilmek mümkün değil…
Öyleyse sırf bu ‘evvelkilerden daha iyi bir şey söyleyebilme ihtimalinden’ ötürü konuşmacıya, konuşmasına, konuşma hakkına saygı duymak gerekiyor.
Bu bir gereklilik olduğu kadar, bir erdem de sayılır. Demokrasiyle ilintili, iyi şeyler ortaya çıkarma ihtimaliyle bağlantılı, yarını iyileştirmeyle ilişkili bir erdem…
Umuyorum ki bilhassa öğretmenlerimiz henüz başlamış olan eğitim-öğretim yılı boyunca ‘konuşmak fiilinin türlü çekimlerine’ öncelikle bu açıdan bakarlar.
Ve yani…
Arada bir öğretmenlerimizin sözleri kesilirse durup iyi bir rasat yapmaları şarttır! Belki de söz almak için çırpınan öğrencilerinin öncülüğünde, derslerinin akışını olumlu yönde, çok radikal biçimde değiştirecek yeni ve mucizevi bir keşif yapmak üzeredirler…
Devinen, debelenen, başkaldıran o konuşmanın içeriğinde ne var?
İşte esas mesele bu!
***
Öte yandan; hani en nazik ifadeyle sırf kendini zaptedemediği için öğretmeninin sözünü kesmeye cür’et ettiğini düşündüğümüz öğrenciye de en az iki farklı açıdan bakmamız gerekiyor:
1: Onda böyle dizginlenemez biçimde konuşma ihtiyacı doğuran şey ne?
2: O çocuğa bu aşamada nasıl bir konuşma eğitimi verilebilir? Sadece susturmak, sosyal-psikolojik bir sorunu bastırmak mıdır, hakikaten böyle bir eğitim biçimi var mıdır?
Bunlar, okul bağlamında düşünebileceğimiz birkaç ayrıntı.
Bunlar, okulda iyi şeyler başarabilmekle ilgili şeyler…
Tabii bir de ‘sokakta devinen hayat’ var.
Daha katılaşmış, daha büyük, daha dramatik…
Sokaktaki hayat, vatandaşın hayatı…
Binaların içine de sızan haliyle, eğitim sektörünün dışındaki sektörlerde kurumlarda işletmelerde iyi şeyler başarabilmekle ya da çuvallamakla ilgili şeyler…
Oralarda da konuşmaya ya da konuşturulmaya, sözcükler arasında keşiflere ya da aksine daha keşfi yapılamadan yok edilmiş düşüncelere dair başka başka hikayeler var.
Hani, ‘yazsak roman olur’ diyeceğim…
Ama ‘benim yerim dar’, bu konuda yazmayı işin uzmanına bırakmak daha doğru olur.
Romancı arkadaşım, aynı zamanda bir ‘Ayarsız yazar’ olan sevgili Hümeyra Kaya’ya mesela…
Eminim ipin ucuna bağlayıp en derine sarkıtacağı testiyle gerçek, damıtık, baş döndürücü bir başyapıt çıkarırdı bu gayya kuyusundan. Tabii ben onun başına ‘sipariş baskısından mamül’ bir Demokles Kılıcı koymadıysam eğer…
(Yazarımız Savaşkan İlmak’ın Ayarsız dergisi 2017-Kasım sayısında yayımlanmış yazısından alıntıdır)