
Peki, neden Osmanlı ile bir barış anlaşması yapılmadı? Aslında bunun nedeni İtilaf Devletleri arasındaki barış sağlanamamasıydı. İtilaf Devletleri Osmanlı’yı nasıl parçalayacakları konusunda anlaşmaya varamamış ve bu yüzden Osmanlı için düşünülen ve bizim de asıl konumuz olan barış anlaşması daha ileri bir tarihe ertelenmişti. Paris Barış Konferansı’nda alınan İzmir ve çevresinin Yunanlılara bırakılması kararından sonra Yunanlılar hiç vakit kaybetmeden İzmir’e asker çıkardı ve katliamlar burada da başladı. Lakin şöyle bir ayrım yapmak gerekiyor Yunanlıların yapmış olduğu bu saldırıya işgal diyemiyoruz. Yunanlıların yaptığı bir ilhak hareketiydi. İşgal ile ilhak arasındaki fark şu ki; örneğin Amerika’yı ele alalım, Amerika İran’ı en fazla işgal edebilir. Yani Amerika orada bir süre durur, sömürebileceği kadar sömürür daha sonra geri gider. Çünkü iki devlet arasındaki mesafe çok fazla ve Amerika’nın orada kaldığı süre boyunca harcayacağı para oldukça fazla.
Ama haritaya da bakacak olursak eğer Yunanistan’ın Osmanlı’nın hemen yanında olduğunu görürüz. Yani Yunanistan’ın Osmanlı’ya yapacağı saldırının amacı onu işgal ederek sömürmek değil, topraklarını kendi topraklarına katmak olur, yani ilhak etmek… Yunanlıların bu büyük hedeflerine verdikleri bir isim vardı. Megali İdea diye. O gün bu hedeflerini gerçekleştirmek için 2.500, ilerleyen zamanlarda da 5000 Müslüman’ı acımasızca katlettiler. Bu dönem artık şehitlerimizin isimleriyle değil sayılarla zikredildiği bir dönemdi. Milletimiz çok büyük ve çetin bir imtihandan geçiyordu. Zira evlat acısı tatmamış anne, ölümün uğramadığı mahalle kalmamıştı. Bekliyordu Anadolu; Kudüs’ün Selahattin Eyyubi’yi beklediği gibi, İstanbul’un Fatih’i beklediği gibi, nazlı bayrağın göklerde şanlı şanlı dalgalanmak için rüzgârı beklediği gibi hasret ve özlemle bekliyordu özgürlüğüne kavuşacağı o günü. Öyle ya onun için evladından ve kendi canından önce vatanı ve özgürlüğü geliyordu. Bu uğurda her şeyini feda edecek bu milletin o günlerde tek eksiği vardı. O da kendilerini teşkilatlandıracak bir lider. Bu lider da Mustafa Kemal olacaktı. Çocukluk ve gençlik yıllarında doğu ve batı kültürünü yakından tanıma fırsatı bulan Mustafa Kemal bu milletin arı ve eksi yönlerini çok iyi biliyordu. Artı yönleri barizdi; 7’sinden 70 ine herkes vatan için gözünü kırpmadan cepheye yürüyecek bir ruhtaydı. Eksi yönü ise; milletin savaş meydanında kazandığı savaşı masa başında kaybetme gibi kötü bir siyaseti vardı. Bu duruma gençlik yıllarında bizatihi kendisi şahit olmuştu ve bunun önüne bir önce geçilmesinin farkındaydı. Aksi takdirde bu millet savaşa savaşa yok olacaktı. İşte bu sebeple M. Kemal her gün yeni bir işgal haberiyle uyandığımız bu çetin zamanda Samsun’a çıkmış ve sırasıyla Havza Genelgesi, Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi ve en sonunda Amasya Görüşmelerini de gerçekleştirerek milli mücadeleyi başlatmış ve bu süreçte de siyasi arenayı kendi lehine çekmeyi başarmıştı. Öyle ki sürecin sonunda TBMM’yi kurdu. Hesaplarında hiç böyle bir şey olmayan İtilaf Devletleri bu duruma bir hayli sinirlenmiş ve bizleri tarihin tozlu sayfalarına gömebilmek için İtalya’nın San Remo kentinde toplanarak daha önce bizler için düşündükleri ama yapamadıkları barış antlaşmasını burada yapmak istediler. O gün orada toplanan İtilaf Devletleri Osmanlı için 400 maddeden oluşan bir anlaşma yayımladılar. Yani Sevr Anlaşmasını… Biraz sonra bu anlaşmanın içeriğinden bahsedeceğim ama öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor ki; Bu barış anlaşmasını ne Osmanlı adına giden Tevfik Paşa ne de Sultan Vahdettin kabul etmiştir. Bu durum İtilaf Devletleri’ni özellikle de İngiltere’yi sinirlendirmiş ve Osmanlı’ya gözdağı vermek adına daha önce Yunanlılar için çizdikleri Milne Hattının geçilmesine izin vermiştir. Bu hattı geçen Yunanlılar o gün Bursa ve Uşak illerine saldırmış ve Osmangazi ile Orhangazi Türbelerini tahrip edecek kadar alçalmışlardır. Bu duruma doğal olarak tepki gösteren Bursa halkını da kurşun yağmuruna tutarak bir katliamın daha da altına kanlı imzalarını atmışlardı. Sultan Vahdettin bu olaylardan sonra Saltanat şurasını toplamak zorunda kalmış ve kendisinin bu anlaşmayı kesinlikle imzalamayacağını ama isterlerse onların imzalayabileceklerini söyleyerek oradan ayrılmıştır. Burada bulunan birkaç kişi dışında anlaşma Saltanat şurası tarafından kabul edilmiştir. Peki, Tevfik Paşa’nın bu anlaşma Osmanlı’nın ölüm fermanıdır dediği ve Sultan Vahdettin’i odadan çıktıktan sonra ağlatan bu anlaşma ne içeriyordu?.
Ama haritaya da bakacak olursak eğer Yunanistan’ın Osmanlı’nın hemen yanında olduğunu görürüz. Yani Yunanistan’ın Osmanlı’ya yapacağı saldırının amacı onu işgal ederek sömürmek değil, topraklarını kendi topraklarına katmak olur, yani ilhak etmek… Yunanlıların bu büyük hedeflerine verdikleri bir isim vardı. Megali İdea diye. O gün bu hedeflerini gerçekleştirmek için 2.500, ilerleyen zamanlarda da 5000 Müslüman’ı acımasızca katlettiler. Bu dönem artık şehitlerimizin isimleriyle değil sayılarla zikredildiği bir dönemdi. Milletimiz çok büyük ve çetin bir imtihandan geçiyordu. Zira evlat acısı tatmamış anne, ölümün uğramadığı mahalle kalmamıştı. Bekliyordu Anadolu; Kudüs’ün Selahattin Eyyubi’yi beklediği gibi, İstanbul’un Fatih’i beklediği gibi, nazlı bayrağın göklerde şanlı şanlı dalgalanmak için rüzgârı beklediği gibi hasret ve özlemle bekliyordu özgürlüğüne kavuşacağı o günü. Öyle ya onun için evladından ve kendi canından önce vatanı ve özgürlüğü geliyordu. Bu uğurda her şeyini feda edecek bu milletin o günlerde tek eksiği vardı. O da kendilerini teşkilatlandıracak bir lider. Bu lider da Mustafa Kemal olacaktı. Çocukluk ve gençlik yıllarında doğu ve batı kültürünü yakından tanıma fırsatı bulan Mustafa Kemal bu milletin arı ve eksi yönlerini çok iyi biliyordu. Artı yönleri barizdi; 7’sinden 70 ine herkes vatan için gözünü kırpmadan cepheye yürüyecek bir ruhtaydı. Eksi yönü ise; milletin savaş meydanında kazandığı savaşı masa başında kaybetme gibi kötü bir siyaseti vardı. Bu duruma gençlik yıllarında bizatihi kendisi şahit olmuştu ve bunun önüne bir önce geçilmesinin farkındaydı. Aksi takdirde bu millet savaşa savaşa yok olacaktı. İşte bu sebeple M. Kemal her gün yeni bir işgal haberiyle uyandığımız bu çetin zamanda Samsun’a çıkmış ve sırasıyla Havza Genelgesi, Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi ve en sonunda Amasya Görüşmelerini de gerçekleştirerek milli mücadeleyi başlatmış ve bu süreçte de siyasi arenayı kendi lehine çekmeyi başarmıştı. Öyle ki sürecin sonunda TBMM’yi kurdu. Hesaplarında hiç böyle bir şey olmayan İtilaf Devletleri bu duruma bir hayli sinirlenmiş ve bizleri tarihin tozlu sayfalarına gömebilmek için İtalya’nın San Remo kentinde toplanarak daha önce bizler için düşündükleri ama yapamadıkları barış antlaşmasını burada yapmak istediler. O gün orada toplanan İtilaf Devletleri Osmanlı için 400 maddeden oluşan bir anlaşma yayımladılar. Yani Sevr Anlaşmasını… Biraz sonra bu anlaşmanın içeriğinden bahsedeceğim ama öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor ki; Bu barış anlaşmasını ne Osmanlı adına giden Tevfik Paşa ne de Sultan Vahdettin kabul etmiştir. Bu durum İtilaf Devletleri’ni özellikle de İngiltere’yi sinirlendirmiş ve Osmanlı’ya gözdağı vermek adına daha önce Yunanlılar için çizdikleri Milne Hattının geçilmesine izin vermiştir. Bu hattı geçen Yunanlılar o gün Bursa ve Uşak illerine saldırmış ve Osmangazi ile Orhangazi Türbelerini tahrip edecek kadar alçalmışlardır. Bu duruma doğal olarak tepki gösteren Bursa halkını da kurşun yağmuruna tutarak bir katliamın daha da altına kanlı imzalarını atmışlardı. Sultan Vahdettin bu olaylardan sonra Saltanat şurasını toplamak zorunda kalmış ve kendisinin bu anlaşmayı kesinlikle imzalamayacağını ama isterlerse onların imzalayabileceklerini söyleyerek oradan ayrılmıştır. Burada bulunan birkaç kişi dışında anlaşma Saltanat şurası tarafından kabul edilmiştir. Peki, Tevfik Paşa’nın bu anlaşma Osmanlı’nın ölüm fermanıdır dediği ve Sultan Vahdettin’i odadan çıktıktan sonra ağlatan bu anlaşma ne içeriyordu?.