
Yeni hastalık icat etme diyenleriniz olacaktır.
Ancak yapacak bir şey yok izaha muhtaç bir mesele varsa onunla ilgili yeni kavramlar üretmek ya da başka alanlardan meseleyi tanımlayacak klişeleri ödünç almak kaçınılmaz olur.
Kimileri gözlerini sıkıca yummayı ya da devekuşu misali başını kuma gömmeyi tercih etseler de, emin olun bu iyi bir yöntem değil.
Yaklaşan bir seçim var ve biz millet olarak seçimlere meraklıyız.
12 Eylül referandumun da içini gösteren şeffaf zarflara kendi irademizmiş gibi ‘evet’leri doldurmadık mı!
Her seçimden sonra makasın dar olduğu sandıkları belki bu sefer sonuç bizim istediğimiz gibi çıkar diye hayallenip defalarca saydırmadık mı!
Oysa hepimiz biliriz ki, matematikte alt alta da toplasanız, üst üste de toplasanız sonuç aynıdır. Olsun biz aklımız yanında gönlümüzü de tatmin etmeyi seven milletiz.
Eski meseleleri ortaya döküp yazıyı uzatmaya filan niyetim yok. Şükür memleket bereketli! Her daim yeni seçim ve yazılacak bir dolu şey mevcut.
Günler sonra da bu değişmez kuralın bir gereği olarak Cumhurbaşkanlığı için oy kullanmaya gideceğiz.
Heyecanlıyız zira bu seçimin bazı ilkleri var.
Öncelikle seçimin kendisi ilk, Cumhurbaşkanı koltuğu için kimi uygun görürsünüz sorusunu ilk defa cumhura soracaklar.
Sonra bir de çatı aday meselesi var ki, o daha da meraka mucip!
Mecliste yer alan iki partinin ve bazı küçük partilerin adayı olarak belirlenen Ekmeleddin İhsanoğlu için teferruat sayılmayacak sorunlar var. Bu da oy verecekler için tabelanın çıkmaz sokağı göstermesi anlamına geliyor.
Öncelikle bir isim krizi yaşadımızı hatırlayacaksınızdır. Parti başkanları bile kendi adaylarının adını söylemekte güçlük çektiler.
Akabinde yaşanan bir tanınma problemi çıktı karşımıza. Çatının büyük paydaşı Kılıçdaroğlu, çareyi bunu çok tanımıyoruz ama Erdoğan’ı kasdederek karşısındakini tanıdığımız için oyumuzu buna vereceğiz dedi.
Garip bir seçim olmak hüviyetini de buradan itibaren hak etti haftasonu oy kulanacağımız seçimler.
Sonra İhsanoğlu’nun gaflarıyla karşılaşmaya başladık. Onları uzun uzadıya yazıp durdular zaten, yaşı kemale ermiş bir zatı bu nedenle bir kez daha üzmeye ihtiyaç yok.
Ancak İslam İşbirliği Teşkilatı’ndaki önemli görevi sırasında İslam coğrafyasında yaşanan acılar karşısında gösteremediği duyarlılığı bir insanlık vazifesi kabul ederek hatırlatmak gıybet sınıfına girmez diye düşünüyorum.
‘Sindirilmiş Seçmen Sendromu’nun ilk belirtileri bunlar olmakla birlikte asıl hastalığı oluşturan gerekçe bunlardan hiç biri değil aslında.
Siyasi yaşamları boyunca aynı sofrada oturmaktan, aynı kantini paylaşmaktan, aynı sokak tabelası altında bulunmaktan, aynı sözleri dinlemekten hoşlanmayan iki karşıt fikri bir çuvala girmeye zorlamak hastalığın esasını oluşturuyor.
MHP’li neden CHP’linin idare eder dediği bir isme oy versin? Ya da tam tersi.
İşte burada demokrasinin de, parti disiplininin de ötesinde bir vicdani rahatsızlık var gibi duruyor ve ben bunu “Sindirilmiş Seçmen Sendromu” şeklinde özetliyorum.
İhsanoğluisminin ilk açıklandığında bu hastalığın ateşli ön belirtilerini milletvekili düzeyinde başlayıp genele doğru yayılırken görmedik mi?
Gördük!
Kaldı ki, bu haksız bir itiraz olarak kabul edilmemelidir. Neticede hayatını verdiği düşüncenin tam tersi istikamette oy kullanmak başlı başına bir hastalıklı durum değilse nedir?
Bunu ‘biz tek başımıza Recep Tayyip Erdoğan’la başedemiyoruz o yüzden sen istemesen de çatı adaya oy vereceksin!’ şeklinde açıklamak kamunun vicdanını rahatlatamaz. Belki içi içini yerken susturabilir. O da demokratik bir netice doğuracak bir şey olmaktan çok uzaktır.
Şimdi hangi MHP’liye sorulsa Türkiye’nin zirvesinde oturmaya layık göreceği onlarca ismi bir çırpıda sayabilir. Aynı şey CHP’li seçmen için de geçerlidir elbette.
Üstelik ne Bahçeli ne de Kılıçdaroğlu güçlü oldukları şehirlerde Ekmeleddin İhsanoğlu ile birlikte halkın karşına geçip, miting yaparak adaylarının sözlerini seçmenlerine ulaştırmasına izin vermiyorlar. Garip değil mi Türkiye’nin zirvesine talip olan aday Ramazan boyu küçük iftarlarla yetinmek ve sokakta dolaşarak halkla br araya gelmeye çalışmak zorunda bırakılıyor. Bu bence hastalığın ikinci devresinde -yani seçim bittikten sonra- liderlerin kendilerine sirayet edeceğinden - neticenin liderliklerini sorgulatacağından- korkmalarından olsa gerek.
Böyle bir korkunun büyük başarıları beraberinde getiremiyeceğini söylemenin kehanet değil tecrübe, kötü niyet değil objektif bir okuma olduğunu kabul edersiniz umarım.
Bu seçim sanırım hayatını davalarına adamış insanlar için hatırladıkça utanacakları bir kötü anı olarak kalacaktır.
Buna rakibi tek başımıza alt edemiyoruz demek zorunda kalanların peşlerinde yıllardır yürüyor olmanın ağırlığını da ekleyince tablonun vehametini varın hesap edin artık.
Selahattin Demirtaş, meselesi ise daha da karmaşık bir duruma işaret ediyor.
Türkiye’nin bütün kesimlerini kucakladığı konusunda geniş kitleleri yeterince ikna edememiş olmasına rağmen çatı adayına tepki olarak ulusalcı olduklarını söyleyen bir kısım seçmenin kendisini Demirtaş’a oy vermek zorunda hissetmesi daha da garip bir sonuca işaret eder.
Bunlar hastalığın acı neticeleri olarak karşımızda duruyor. Meseleye büyüklerimiz öyle buyurdu diyemeyenler için de bu sıkıntılı problem sandık başına kadar kendilerini terk etmeyecek gibi görünüyor.
İşin kötüsü Erdoğan’ı beğenmeniz ya da beğenmemeniz bu meselenin ana çelişkisini de oluşturmuyor.
Olsa olsa beceriksiz doktorun Sindilmiş Seçmen Sendromuna yakalanmış olanlar için uyduracağı bahanenin sıkıcı bir parçasını oluşturabilir Erdoğan faktörü.
Sen çatıya çık ve gözle bakalım Erdoğan Türkiye’nin zirvesine adım adım nasıl yaklaşıyor der gibi…
Yakışıksız bir dayatma anlayacağınız!
Başlangıca Dair
Başta yazacağımız sona kaldı ama zararı yok. Bana yazı yaz dediklerinde içimin kıpır kıpır olmasını durdurabilseydim belki yirmi yıldan fazla bir zamandır gazetelerden, kitaplardan, televizyondan, internetten olur olmaz zamanlarda karşınıza çıkmak durumuna kalmayabilirdim. İyi mi kötü mü bilmem ama durum budur.
Üstelik Erzurum merkezli bir Pusula’nın bir ucundan tutmam istendiğinde, mazisi çok eskilere dayanan dostların bu arzusuna sağır kalmam imkansızdı. Zaten sizi de epeydir özlemiştim, neden olmasın dedim. Umarım başınızı şişiren, zamanınızı ziyan eden adam durumuna düşmeden buradan söyleşebiliriz. Unutmadan Cumartesi günleri sizi yalan dünyanın günlük hayhuyundan uzaklaştırıp gerçek hayatın gizemlerinde dolaştırmak arzusundayım. Beklerim!
BİR CÜMLE!
Her karanlık gördüğünde gecedir sanma, aşkı zebun etmiş yüreksizler var!