
Erzurum-Aşkale yolu üzerinde 16 km akabinde ki sol tarafta yer alan köylerimizden biridir Söğütlü Köyü. Köy tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan bir yerleşim yeridir. Köy halkı elde ettikleri ürünlerini Ilıca’da pazara götürüp satarak maddi kazanç elde eder. Küçüklüğümde babaannemin köyünün olmasından dolayı birçok kereler Söğütlü Köyü’ne gitme fırsatım olmuştu. Ağaçlık alanları fazla olan köy, düz bir ovaya kurulmuştur. Özellikle havuç ve lahanaları ile meşhur olan köyün diğer farklılığı ise Balıklı Gölün burada yer almasıdır. Köyün ağaçlık alanının içerisinde yer alan göl ile anlatılan birçok rivayet vardır. Rivayetlere göre Birinci Dünya Savaşı’nda gölün içindeki balıklar aniden kaybolur. Balıkların nereye gittiği konusunda savaştan dolayı köy halk merak etmez ve balıkları da araştırmaz.
Uzun süre balıklar göle uğramazlar. Gölün suyu da kesilir ve kaybolmaya yüz tutar. Savaşın bitimi ve antlaşmaların imzalanmasında sonra balıkların köye döndüğü havuzun içinde yüzdükleri görülür. Balıkların geldiğini duyan köy halkı göle koşmaya başlar. Balıklar yerindedir ama üzerlerinde bazı kesikler ve yaralar vardır. Balıkların bu kesik ve yara izlerini Birinci Dünya Savaşında aldıkları kanısına varılır. Böylelikle balıkların bu hali onları kutsiyetleştirir ve koruma altına alınmalarına sebep olur. Köy halkı balıkların yaşantılarına karışmaz onların mutlu bir hayat sürmeleri için çalışır. Gölde yaşayan balıklar kesinlikle yakalanıp pişirilmez ve yenilmez.
Zamanın birinde, gölde yer alan balıklardan yemek isteyen bir adam; balıklardan bazılarını bulundukları yerden alır. Köy halkının bütün ikazlarına rağmen balıkları pişirir ve yer. Balıklar mı savaşa gitmiş, böyle bir şey mi olur? Diyerek köy halkı ile de alay etmiş. İşini bitiren adam arabasıyla yola koyulur. Akşamüzeri köye bir haber ulaşır. Köyün öte tarafında bir trafik kazası olmuştur ve bir ölü vardır. Köy halkı, hızla kazanın olduğu yere varınca şok olur. Kazadan ölen kişi, sabah göldeki balıkları yiyen adamdır. Bazı şeyler gözle görülmez, dille tarif edilmez. Görünenin ötesinde mana âleminde farklı şeyler vardır.
Şanlıurfa’daki Balıklı Göl gibi köyümüzde yer alan Balıklı göl de doğa turizmine açılmalıdır. Özellikle Erzincan üzerinden gelen araçların da Balıklı Göl’ü görebilmeleri için yol kenarına tabelalar konulmalıdır. Yaz aylarında ise ailelerin piknik yapmak için seçeceği nadir yerlerden biri olarak düzenlenmelidir.
YÜNLÜ İNTİKAM
Suları ile meşhur beldemizin tam orta yerinde Çaykara ve Dere Nehirleri nazlı nazlı akar, gönülleri hoş ederdi. Gün gelmiş zaman içerisinde dereler kurumuş, üzerleri kapatılmış ve sadece isimleri cadde ve sokaklarda kalmıştır. Şırıl şırıl akan derelerin etrafında hanlar, hamamlar ve meşhur kırk değirmenler yer alırmış. Rivayetlere göre kırk değirmenlerin sahibi bir gün ölür. Kırk değirmenlerin sahibinin geride güzeller güzeli bir hanımı kalır. Hanım dul kalınca onunla evlenmek isteyenlerde çok olur. Hanım gelenlere evlenmek istemediğini söylese de, geleni gideni eksik olmazmış. Tekman civarından zengin bir ağa, hanımla evlenmek ister. Durumu hanıma bildirirler. Dünürcü gelen ağaya, hanım, aşağılayıcı laflar söyler. Gururu kırılan ağa, hanıma bir oyun oynamayı planlar. Elinde bulunan koyunların hepsinin yünlerini kestirerek değirmenlerden gelen suyun önüne doldurur. Ağa, suyun önüne o kadar çok yün yığar ki suyun geldiği yön değişir. Yönü değişen su, değirmenlere uğramaz olunca da ağa da hanımdan öcünü almış olur. Böylelikle Hanım’ın değirmenlerden elde ettiği gelir de düşünce, bir dönem sonra değirmenler kaldırılır. İnsanları oldukları gibi kabullenmek erdemini göstermek hepimizin ulaşması gereken bir fazilettir.
Uzun süre balıklar göle uğramazlar. Gölün suyu da kesilir ve kaybolmaya yüz tutar. Savaşın bitimi ve antlaşmaların imzalanmasında sonra balıkların köye döndüğü havuzun içinde yüzdükleri görülür. Balıkların geldiğini duyan köy halkı göle koşmaya başlar. Balıklar yerindedir ama üzerlerinde bazı kesikler ve yaralar vardır. Balıkların bu kesik ve yara izlerini Birinci Dünya Savaşında aldıkları kanısına varılır. Böylelikle balıkların bu hali onları kutsiyetleştirir ve koruma altına alınmalarına sebep olur. Köy halkı balıkların yaşantılarına karışmaz onların mutlu bir hayat sürmeleri için çalışır. Gölde yaşayan balıklar kesinlikle yakalanıp pişirilmez ve yenilmez.
Zamanın birinde, gölde yer alan balıklardan yemek isteyen bir adam; balıklardan bazılarını bulundukları yerden alır. Köy halkının bütün ikazlarına rağmen balıkları pişirir ve yer. Balıklar mı savaşa gitmiş, böyle bir şey mi olur? Diyerek köy halkı ile de alay etmiş. İşini bitiren adam arabasıyla yola koyulur. Akşamüzeri köye bir haber ulaşır. Köyün öte tarafında bir trafik kazası olmuştur ve bir ölü vardır. Köy halkı, hızla kazanın olduğu yere varınca şok olur. Kazadan ölen kişi, sabah göldeki balıkları yiyen adamdır. Bazı şeyler gözle görülmez, dille tarif edilmez. Görünenin ötesinde mana âleminde farklı şeyler vardır.
Şanlıurfa’daki Balıklı Göl gibi köyümüzde yer alan Balıklı göl de doğa turizmine açılmalıdır. Özellikle Erzincan üzerinden gelen araçların da Balıklı Göl’ü görebilmeleri için yol kenarına tabelalar konulmalıdır. Yaz aylarında ise ailelerin piknik yapmak için seçeceği nadir yerlerden biri olarak düzenlenmelidir.
YÜNLÜ İNTİKAM
Suları ile meşhur beldemizin tam orta yerinde Çaykara ve Dere Nehirleri nazlı nazlı akar, gönülleri hoş ederdi. Gün gelmiş zaman içerisinde dereler kurumuş, üzerleri kapatılmış ve sadece isimleri cadde ve sokaklarda kalmıştır. Şırıl şırıl akan derelerin etrafında hanlar, hamamlar ve meşhur kırk değirmenler yer alırmış. Rivayetlere göre kırk değirmenlerin sahibi bir gün ölür. Kırk değirmenlerin sahibinin geride güzeller güzeli bir hanımı kalır. Hanım dul kalınca onunla evlenmek isteyenlerde çok olur. Hanım gelenlere evlenmek istemediğini söylese de, geleni gideni eksik olmazmış. Tekman civarından zengin bir ağa, hanımla evlenmek ister. Durumu hanıma bildirirler. Dünürcü gelen ağaya, hanım, aşağılayıcı laflar söyler. Gururu kırılan ağa, hanıma bir oyun oynamayı planlar. Elinde bulunan koyunların hepsinin yünlerini kestirerek değirmenlerden gelen suyun önüne doldurur. Ağa, suyun önüne o kadar çok yün yığar ki suyun geldiği yön değişir. Yönü değişen su, değirmenlere uğramaz olunca da ağa da hanımdan öcünü almış olur. Böylelikle Hanım’ın değirmenlerden elde ettiği gelir de düşünce, bir dönem sonra değirmenler kaldırılır. İnsanları oldukları gibi kabullenmek erdemini göstermek hepimizin ulaşması gereken bir fazilettir.