
Hani hep ‘Zaman ne kadar hızlı geçiyor’ deriz ya, bu çok doğru!
Bakın, 2019-2020 eğitim-öğretim yılı başlayalı 57 gün olmuş.
Artık bir şeyler yerine oturmuş olmalı. Planlar, programlar, uyum süreçleri, dersler, kurslar, sınıfların kimyası…
Ama her şey yerli yerine oturmuş gibi gözükürken bile, hâlâ kafamızı kurcalayan belirsizlikler var: Okullarla ve öğrencilerle ilgili, ‘Ne olacak, nasıl olacak?’ dediğimiz şeyler...
Bu doğrultuda gözümüze çarpan ilk düğümlenme noktası da hiç kuşkusuz ‘sınavlar’…
Ne olacak, nasıl olacak?
Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk’un öngördüğü biçimde çağdaş, sürdürülebilir, yapısı gereği kolayca evrimleşebilir bir ulusal sınav sistemi oluşturmaya ve adı henüz konmuş olmasa da IGCSE sınavlarına benzer bir ulusal ölçme-değerlendirme mekanizması yaratmaya dönük arayışlar sürüyor.
Ama buna rağmen çocukları bu yıl 8. sınıfta ya da 12. sınıfta okuyan veliler için umut hâlâ Kaf Dağı’nın ardında.
***
Aslında bu yıl neyin, nasıl olacağı ana hatlarıyla belli.
9 Eylül’den, hatta diyebiliriz ki daha öncesinden Temmuz ve Ağustos’tan beri, yeni sınav sistemine ilişkin çokça açıklama yapıldı. Kılavuzlar henüz yayımlanmamış olsa da kurallar, katsayılar, parametreler kamuoyuyla paylaşıldı.
Öyleyse neyi merak ediyoruz?
Niye hâlâ ‘Ne olacak, nasıl olacak?’ diye soruyoruz?
Merak edilen de merak etme gerekçemiz de çok açık:
Gerçek, bilimsel, çağdaş, yetenekleri ve okulda ya da dış çevrede edinilmiş birikimleri dört-beş seçeneğin ilerisinde ölçebilen bir sınav sistemi istiyoruz. Dünyada öyle sistemlerin -söz gelimi IGCSE sisteminin- var olduğunu biliyoruz. O nedenle de bizdekinden daha iyisini, daha gerçekçi olanı istiyoruz.
O sonu gelmeyen sorgulamayı ‘girdaba’ benzetmem de işte bu yüzden.
Bir burgaç gibi, oyuyor geleceğimizi.
***
Geçtiğimiz yıl uyguladığımız, daha doğrusu üzerinden henüz dört beş ay geçmiş üniversite sınavını hatırlıyorum. Hani şu çocuklara tek oturumda 120 test sorusu yönelttiğimiz TYT’yi; ertesi gün katıldıkları ve neredeyse bir o kadar daha soruyla yüzleştikleri AYT’yi…
Tam da o günlerde Fransa'da Üniversiteye Geçiş Sınavları (BAC) uygulanmıştı. Orada da sınava giren öğrenci sayıları bizdekine yakındı.
2019 baharı biterken 743.594 lise öğrencisi BAC’in ilk aşamasında üniversiteli olabilmek için yarışmıştı.
Fakat farklı olan şey sınavın biçimi, uygulanış tarzıydı.
Sınav, daha doğrusu ölçülen-değerlendirilen şey ve ölçme-değerlendirme tekniği…
Uygulanan teknik ‘bizimkinden’ ne kadar mı farklıydı?
Farkı grebilmek için biraz yakından bakalım. İşte BAC’te öğrencilerin yanıt verdiği ‘klasik’ sorular:
1: Philo-L (Edebiyat) sınavının soruları:
Soru-1: Zamandan kaçmak mümkün müdür?
Soru-2: Bir sanat eseri nasıl en iyi biçimde açıklanır?
Soru-3: Hegel'den alıntılanan (doğa kanunları ile beşerî hukuktan doğmuş kanunların arasındaki farka dair) metni açıklayınız.
2: Philo-ES (Ekonomi ve toplumsal bilimler) sınavının soruları:
Soru-1: Ahlak, en iyi siyaset midir?
Soru-2: Emek, insanları ayrıştırır mı?
Soru-3: Leibniz'den alıntılanan (özgürlüğe, daha doğrusu özgür iradenin genç dimağlarda gelişimine dair) metni açıklayınız.
3: Philo-S (Bilim) sınavının soruları:
Soru-1: Çok sayıda kültürün varlığı insan türünün birliği önünde engel oluşturur mu?
Soru-2: Ödevlerini tanımak, özgürlüğünden vazgeçmek anlamına gelir mi?
Soru-3: Freud'dan alıntılanan (bilimsel araştırma disiplininin zaman içindeki seyrine dair) metni açıklayınız.
4: Philo-T (Teknoloji) sınavı soruları:
Soru-1. Yalnızca değiştirilebilir olan şeyin mi değeri vardır?
Soru-2: Kanunlar bizi mutlu edebilir mi?
Soru-3: Montaigne’den alıntılanan (bilgiye ve öğrenmeye dair) metni açıklayınız.
***
Yazının başında atıfta bulunduğum Britanya adası kökenli IGCSE sınavı da klasik tarzda ve buna çok benzer içeriklerle oluşturuluyor. Sınava giren çocuklardan soyut fikir ve ideallere ilişkin açıklamalar yapmaları, olguları irdelemeleri, metinleri veya olayları karşılaştırmaları ve yeni, özgün metinler oluşturmaları isteniyor…
İnanması güç gelse de bu sınavlar tıpkı bizdeki gibi milyonun üzerinde öğrenciye, hem de yılda iki kez (güz ve bahar dönemlerinde) uygulanıyor.
Peki onca sınav kâğıdı nasıl değerlendiriliyor, değerlendirme ne kadar sürüyor, objektif değerlendirme nasıl başarılıyor?
Onları da biliyoruz, sır değil, olanaksız değil; ama yazsak bu yazı çok uzar.
Meraklısı zaten bir yerlerden bulur o bilgileri.
Nasıl yapıyorlar, nasıl başarıyorlar?..
***
Bir de LGS konusu var tabii.
Ortaokuldan liseye geçecek çocuklarımızı ilgilendiriyor. Ayrıntılarına bu yazıda özellikle girmiyorum; bu yıl ilk kez 1 buçuk milyon barajına yakın öğrencinin sınava girmesinin okulların pratiğinde nasıl bir türbülans doğuracağına değinmiyorum; ama LGS’de de durum hem teknik hem içerik olarak YKS ile neredeyse aynı.
Kaygılar da sorunlar da çıkış yolları da birbirine çok benziyor.
Sanki bu iki sınavın biri fragman, öbürü asıl film gibi duruyor karşımızda.
Kronolojik açıdan durum böyle…
Yoksa mutlaka nüanslar ve spesifik detaylar var.
***
Esas konuya dönüp bitirelim:
Okulları açmak ya da planı-programı kâğıt üstüne oturtmak yetmiyor.
Eğer okulları oluşturan devasa sosyal çevrede dönen bir girdap varsa onunla da mutlaka ilgilenmek ve o doğrultuda çağa yakışır çıkışlar, çözümler, yeni açılımlar oluşturmak gerekiyor.
Yoksa kafatasımıza giren bu burgu daha yıllarca döner, döner, döner…
Bakın, 2019-2020 eğitim-öğretim yılı başlayalı 57 gün olmuş.
Artık bir şeyler yerine oturmuş olmalı. Planlar, programlar, uyum süreçleri, dersler, kurslar, sınıfların kimyası…
Ama her şey yerli yerine oturmuş gibi gözükürken bile, hâlâ kafamızı kurcalayan belirsizlikler var: Okullarla ve öğrencilerle ilgili, ‘Ne olacak, nasıl olacak?’ dediğimiz şeyler...
Bu doğrultuda gözümüze çarpan ilk düğümlenme noktası da hiç kuşkusuz ‘sınavlar’…
Ne olacak, nasıl olacak?
Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Ziya Selçuk’un öngördüğü biçimde çağdaş, sürdürülebilir, yapısı gereği kolayca evrimleşebilir bir ulusal sınav sistemi oluşturmaya ve adı henüz konmuş olmasa da IGCSE sınavlarına benzer bir ulusal ölçme-değerlendirme mekanizması yaratmaya dönük arayışlar sürüyor.
Ama buna rağmen çocukları bu yıl 8. sınıfta ya da 12. sınıfta okuyan veliler için umut hâlâ Kaf Dağı’nın ardında.
***
Aslında bu yıl neyin, nasıl olacağı ana hatlarıyla belli.
9 Eylül’den, hatta diyebiliriz ki daha öncesinden Temmuz ve Ağustos’tan beri, yeni sınav sistemine ilişkin çokça açıklama yapıldı. Kılavuzlar henüz yayımlanmamış olsa da kurallar, katsayılar, parametreler kamuoyuyla paylaşıldı.
Öyleyse neyi merak ediyoruz?
Niye hâlâ ‘Ne olacak, nasıl olacak?’ diye soruyoruz?
Merak edilen de merak etme gerekçemiz de çok açık:
Gerçek, bilimsel, çağdaş, yetenekleri ve okulda ya da dış çevrede edinilmiş birikimleri dört-beş seçeneğin ilerisinde ölçebilen bir sınav sistemi istiyoruz. Dünyada öyle sistemlerin -söz gelimi IGCSE sisteminin- var olduğunu biliyoruz. O nedenle de bizdekinden daha iyisini, daha gerçekçi olanı istiyoruz.
O sonu gelmeyen sorgulamayı ‘girdaba’ benzetmem de işte bu yüzden.
Bir burgaç gibi, oyuyor geleceğimizi.
***
Geçtiğimiz yıl uyguladığımız, daha doğrusu üzerinden henüz dört beş ay geçmiş üniversite sınavını hatırlıyorum. Hani şu çocuklara tek oturumda 120 test sorusu yönelttiğimiz TYT’yi; ertesi gün katıldıkları ve neredeyse bir o kadar daha soruyla yüzleştikleri AYT’yi…
Tam da o günlerde Fransa'da Üniversiteye Geçiş Sınavları (BAC) uygulanmıştı. Orada da sınava giren öğrenci sayıları bizdekine yakındı.
2019 baharı biterken 743.594 lise öğrencisi BAC’in ilk aşamasında üniversiteli olabilmek için yarışmıştı.
Fakat farklı olan şey sınavın biçimi, uygulanış tarzıydı.
Sınav, daha doğrusu ölçülen-değerlendirilen şey ve ölçme-değerlendirme tekniği…
Uygulanan teknik ‘bizimkinden’ ne kadar mı farklıydı?
Farkı grebilmek için biraz yakından bakalım. İşte BAC’te öğrencilerin yanıt verdiği ‘klasik’ sorular:
1: Philo-L (Edebiyat) sınavının soruları:
Soru-1: Zamandan kaçmak mümkün müdür?
Soru-2: Bir sanat eseri nasıl en iyi biçimde açıklanır?
Soru-3: Hegel'den alıntılanan (doğa kanunları ile beşerî hukuktan doğmuş kanunların arasındaki farka dair) metni açıklayınız.
2: Philo-ES (Ekonomi ve toplumsal bilimler) sınavının soruları:
Soru-1: Ahlak, en iyi siyaset midir?
Soru-2: Emek, insanları ayrıştırır mı?
Soru-3: Leibniz'den alıntılanan (özgürlüğe, daha doğrusu özgür iradenin genç dimağlarda gelişimine dair) metni açıklayınız.
3: Philo-S (Bilim) sınavının soruları:
Soru-1: Çok sayıda kültürün varlığı insan türünün birliği önünde engel oluşturur mu?
Soru-2: Ödevlerini tanımak, özgürlüğünden vazgeçmek anlamına gelir mi?
Soru-3: Freud'dan alıntılanan (bilimsel araştırma disiplininin zaman içindeki seyrine dair) metni açıklayınız.
4: Philo-T (Teknoloji) sınavı soruları:
Soru-1. Yalnızca değiştirilebilir olan şeyin mi değeri vardır?
Soru-2: Kanunlar bizi mutlu edebilir mi?
Soru-3: Montaigne’den alıntılanan (bilgiye ve öğrenmeye dair) metni açıklayınız.
***
Yazının başında atıfta bulunduğum Britanya adası kökenli IGCSE sınavı da klasik tarzda ve buna çok benzer içeriklerle oluşturuluyor. Sınava giren çocuklardan soyut fikir ve ideallere ilişkin açıklamalar yapmaları, olguları irdelemeleri, metinleri veya olayları karşılaştırmaları ve yeni, özgün metinler oluşturmaları isteniyor…
İnanması güç gelse de bu sınavlar tıpkı bizdeki gibi milyonun üzerinde öğrenciye, hem de yılda iki kez (güz ve bahar dönemlerinde) uygulanıyor.
Peki onca sınav kâğıdı nasıl değerlendiriliyor, değerlendirme ne kadar sürüyor, objektif değerlendirme nasıl başarılıyor?
Onları da biliyoruz, sır değil, olanaksız değil; ama yazsak bu yazı çok uzar.
Meraklısı zaten bir yerlerden bulur o bilgileri.
Nasıl yapıyorlar, nasıl başarıyorlar?..
***
Bir de LGS konusu var tabii.
Ortaokuldan liseye geçecek çocuklarımızı ilgilendiriyor. Ayrıntılarına bu yazıda özellikle girmiyorum; bu yıl ilk kez 1 buçuk milyon barajına yakın öğrencinin sınava girmesinin okulların pratiğinde nasıl bir türbülans doğuracağına değinmiyorum; ama LGS’de de durum hem teknik hem içerik olarak YKS ile neredeyse aynı.
Kaygılar da sorunlar da çıkış yolları da birbirine çok benziyor.
Sanki bu iki sınavın biri fragman, öbürü asıl film gibi duruyor karşımızda.
Kronolojik açıdan durum böyle…
Yoksa mutlaka nüanslar ve spesifik detaylar var.
***
Esas konuya dönüp bitirelim:
Okulları açmak ya da planı-programı kâğıt üstüne oturtmak yetmiyor.
Eğer okulları oluşturan devasa sosyal çevrede dönen bir girdap varsa onunla da mutlaka ilgilenmek ve o doğrultuda çağa yakışır çıkışlar, çözümler, yeni açılımlar oluşturmak gerekiyor.
Yoksa kafatasımıza giren bu burgu daha yıllarca döner, döner, döner…