
Hz Peygamber (sav) in suç ve suçun cezası ile ilgili uygulamalarına baktığımızda uygulanacak cezalar özellikle adaletin ortaya çıkması, cezanın hiçbir fark gözetmeksizin herkes için genel geçer olması, suçun bireyi aşıp toplumun genel yapısına zarar verecek şekilde duyulup ve yayılmasını istememesi, ceza vermekten çok affedici olmayı tercih etmesi, ceza verilirken de insan onur ve şerefinin rencide edilmemesi gerekliliği, hırsızlık, zina, zina iftirası, milletin birlik ve bütünlüğü, devlet ve millete karşı terör, kamu malı gibi suçlarda ise mağdur tarafın davadan vazgeçmesi cezanın kaldırılmasına engel olamaması ve bu suçlar kişilere karşı işlenmiş olmakla birlikte aynı zamanda topluma karşı bir saldırı ve haksızlık olduğundan bu tür cezalarda af yoluna gidilmemesi ilkesi vurgulanmış diğer taraftan da suç işleme ortamının oluşmaması için başta yöneticiler olmak üzere toplumun her kesiminden, üzerlerine düşen görevleri yerine getirmeleri istenmiştir.
Rahmet Elçisi'nin yaptığı çeşitli konuşmalarından suçların ve cezaların şahsiliği ilkesine son derece dikkat ettiği anlaşılmaktadır. Veda Hutbesinde, "… Bilesiniz ki! Kişi ancak kendi işlediği suçtan sorumludur. Baba, evladının suçundan, evlat da babasının suçundan dolayı cezalandırılmaz."(İbni Mace,Menasik,76.) buyurarak suçların bireysel olduğu anlayışının ashabı arasında pekişmesini sağlamıştır.
Hz Peygamber (sav) in ceza vermedeki metodunda dikkat edilmesi gereken diğer hususları da şöyle sıralamak mümkündür. İşlenen suçun cezasının önceden belirli olması, cezaların herkes için geçerli olması, bu ilkeye göre, din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı yapılmadan herkese aynı hukuki ilkelerin uygulanması, Rahmet Elçisi'nin üzerinde titizlikle durduğu diğer bir husus ise suçun işlendiği, delillerle ispat edilmedikçe asla ceza uygulamamasıdır. Hz. Peygamber (sav) bir dava kendisine geldiğinde isnat edilen suçu işlediğine iyice kani olmadıkça sanığı cezalandırmazdı. Onun getirdiği bu anlayış sonraki dönemlerde Müslümanlar tarafından, "beraat-i zimmet esastır/suçsuzluk esastır." şeklinde benimsenmiştir. Ceza, kişide çoğu zaman telafisi mümkün olmayan zararlara sebebiyet verebileceğinden, bütün bunlar düşünülerek evrensel hukuk sistemlerinin birçoğunda "Şüpheden, sanık yararlanır." prensibi benimsenmiştir. (DİB, Hadislerle İslam,cilt,5.s,440)
Bu ilkeye Efendimiz (sav) bin dört yüz yıl öncesinde vurgu yapmıştır. “Elinizden geldiği kadar Müslümanlardan cezaları düşürün. Şayet bir çıkış yolu bulursanız (davalıyı) serbest bırakın. Çünkü yöneticinin yanılıp affetmesi, yanılıp ceza vermesinden daha hayırlıdır."(Tirmizi, Hudud,2) buyurmuştur. Hz. Peygamber (sav) özellikle kul ve kamu haklarına taalluk etmeyen kul ile Allah arasındaki konularda işlenen suçların (günahların) faili tarafından açığa vurulmamasını istemiş, zira böyle bir gizleme, suçun duyulmasına, yaygınlaşmasına ve örnek alınmasına da engel olunacağına dikkatlerimizi çekmiştir.
Ümmetine karşı şefkat ve merhamet sahibi olan Hz. Peygamber, bütün bunlara karşılık sanığın suçu işlediği kesinleşirse ve meşru yoldan cezayı infaz etmeme konusunda mağdur veya yakınlarının haklarını korumak ve kamu düzenini sağlamak için cezayı vermekten ve infazdan asla çekinmezdi. Zira huzur ve asayişin sağlanabilmesi, adaletin tecelli etmesi için cezalar kaçınılmazdır.(DİB, Hadislerle İslam,cilt,5.s,445) Nitekim Efendimiz (sav) bir hadisinde şöyle: "Yeryüzünde, işlenen bir suça karşı hukuki bir ceza uygulanması, yeryüzü halkı için kırk sabah yağmur yağdırılmasından daha hayırlıdır." (İbni Mace, Hudud,3) buyurmuştur.
Sonuç olarak Efendimiz (sav) döneminde genel uygulamalar işlenen suçlara karşı verilen cezalar, bir yandan suçların yaygınlaşmasına engel olarak toplumsal yapıyı ve kamu vicdanını rahatlatırken öbür yandan da suçluyu topluma kazandırma ve ıslah etme hedeflenmiştir. Bu şekilde toplumsal vicdan rahatlarken mağdurların da içindeki intikam ve düşmanlık hisleri dindirilmeye çalışılarak, kamu yararı, asayiş, toplum huzurunun temininde haddi aşanlara da suçlarına muvafık cezalar verilmiştir.
FIKIH KÖŞESİ:
Alış-veriş akdinde muhayyerlik ne demektir? Alış-veriş akdi yapılırken; vazgeçme hakkının şart koşulması (şart muhayyerliği), malın ayıplı olması (ayıp muhayyerliği) veya görülmeden alınan malın görülmesi (görme muhayyerliği) gibi durumlarda, tarafların akdi feshetme veya devam ettirme hakkına sahip olmalarına muhayyerlik denilir (Merğînânî, el-Hidâye, Beyrut, ts. , III, 29-42).
Rahmet Elçisi'nin yaptığı çeşitli konuşmalarından suçların ve cezaların şahsiliği ilkesine son derece dikkat ettiği anlaşılmaktadır. Veda Hutbesinde, "… Bilesiniz ki! Kişi ancak kendi işlediği suçtan sorumludur. Baba, evladının suçundan, evlat da babasının suçundan dolayı cezalandırılmaz."(İbni Mace,Menasik,76.) buyurarak suçların bireysel olduğu anlayışının ashabı arasında pekişmesini sağlamıştır.
Hz Peygamber (sav) in ceza vermedeki metodunda dikkat edilmesi gereken diğer hususları da şöyle sıralamak mümkündür. İşlenen suçun cezasının önceden belirli olması, cezaların herkes için geçerli olması, bu ilkeye göre, din, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı yapılmadan herkese aynı hukuki ilkelerin uygulanması, Rahmet Elçisi'nin üzerinde titizlikle durduğu diğer bir husus ise suçun işlendiği, delillerle ispat edilmedikçe asla ceza uygulamamasıdır. Hz. Peygamber (sav) bir dava kendisine geldiğinde isnat edilen suçu işlediğine iyice kani olmadıkça sanığı cezalandırmazdı. Onun getirdiği bu anlayış sonraki dönemlerde Müslümanlar tarafından, "beraat-i zimmet esastır/suçsuzluk esastır." şeklinde benimsenmiştir. Ceza, kişide çoğu zaman telafisi mümkün olmayan zararlara sebebiyet verebileceğinden, bütün bunlar düşünülerek evrensel hukuk sistemlerinin birçoğunda "Şüpheden, sanık yararlanır." prensibi benimsenmiştir. (DİB, Hadislerle İslam,cilt,5.s,440)
Bu ilkeye Efendimiz (sav) bin dört yüz yıl öncesinde vurgu yapmıştır. “Elinizden geldiği kadar Müslümanlardan cezaları düşürün. Şayet bir çıkış yolu bulursanız (davalıyı) serbest bırakın. Çünkü yöneticinin yanılıp affetmesi, yanılıp ceza vermesinden daha hayırlıdır."(Tirmizi, Hudud,2) buyurmuştur. Hz. Peygamber (sav) özellikle kul ve kamu haklarına taalluk etmeyen kul ile Allah arasındaki konularda işlenen suçların (günahların) faili tarafından açığa vurulmamasını istemiş, zira böyle bir gizleme, suçun duyulmasına, yaygınlaşmasına ve örnek alınmasına da engel olunacağına dikkatlerimizi çekmiştir.
Ümmetine karşı şefkat ve merhamet sahibi olan Hz. Peygamber, bütün bunlara karşılık sanığın suçu işlediği kesinleşirse ve meşru yoldan cezayı infaz etmeme konusunda mağdur veya yakınlarının haklarını korumak ve kamu düzenini sağlamak için cezayı vermekten ve infazdan asla çekinmezdi. Zira huzur ve asayişin sağlanabilmesi, adaletin tecelli etmesi için cezalar kaçınılmazdır.(DİB, Hadislerle İslam,cilt,5.s,445) Nitekim Efendimiz (sav) bir hadisinde şöyle: "Yeryüzünde, işlenen bir suça karşı hukuki bir ceza uygulanması, yeryüzü halkı için kırk sabah yağmur yağdırılmasından daha hayırlıdır." (İbni Mace, Hudud,3) buyurmuştur.
Sonuç olarak Efendimiz (sav) döneminde genel uygulamalar işlenen suçlara karşı verilen cezalar, bir yandan suçların yaygınlaşmasına engel olarak toplumsal yapıyı ve kamu vicdanını rahatlatırken öbür yandan da suçluyu topluma kazandırma ve ıslah etme hedeflenmiştir. Bu şekilde toplumsal vicdan rahatlarken mağdurların da içindeki intikam ve düşmanlık hisleri dindirilmeye çalışılarak, kamu yararı, asayiş, toplum huzurunun temininde haddi aşanlara da suçlarına muvafık cezalar verilmiştir.
FIKIH KÖŞESİ:
Alış-veriş akdinde muhayyerlik ne demektir? Alış-veriş akdi yapılırken; vazgeçme hakkının şart koşulması (şart muhayyerliği), malın ayıplı olması (ayıp muhayyerliği) veya görülmeden alınan malın görülmesi (görme muhayyerliği) gibi durumlarda, tarafların akdi feshetme veya devam ettirme hakkına sahip olmalarına muhayyerlik denilir (Merğînânî, el-Hidâye, Beyrut, ts. , III, 29-42).