
Günümüzde bayram ziyaretleri olduğu gibi bundan otuz yıl öncesinde televizyon ziyaretleri olurdu. Bütün evlerde televizyonun olmadığı zamanlar, bu nesneye sahip olanlara ziyaretler olur, hal hatır sorulurdu. Ziyaret esnasında misafir hediyelerini alır, ev sahibi de çeşitli ikramlarda bulunurdu. Hele bu ziyaret bir de on beş günde bir oynatılan Türk Filmi’ne rastlamışsa değmeyin misafirin keyfine! Muhabbet; televizyonun alınışından, pazarlıklardan, eve getirilişinden açılır, film başlayana kadar devam ederdi. Hele birde evde televizyon konulacağı yerin seçiminde yaşananlar ise işin başka bir bölümünü oluştururdu. Televizyon; evin nadide yerinde yerini alır, üzerindeki örtüsüyle de gelin gibi süslüdür. Öyle her an açıp izleme ve izletme keyfi yoktur. Televizyonun hangi saat açılacağı bütün mahalleli tarafından bilinir, ziyaret edilecek zaman ona göre ayarlanırdı. Televizyon sahibinin yakını olmak ise ayrı bir ayrıcalıktı hani. Televizyon açılınca sesler kesilir, bütün gözler eşyanın üzerinde odaklanırdı. Dakikaların nasıl geçtiği bilinmez, program bitince de gün bitmiş olurdu.
Köşe bucak da uyuklayan çocuklar kucaklara alınır, usulca, televizyonlu hane sahibinden izin alınarak evlere dönülürdü. Sabah olunca da çocuklar filmde hatırladıklarını; büyüklerse doyumsuz sohbetten söz eder dururdu gün boyu. Beyaz cam; bir zamanlar insanların bir araya gelmesine vesile olur, gönüller hoş edilirdi. Yıllar sonra her eve bir yabancı girince dost sohbetleri bitmiş ve beyaz camın ilk zamanlardaki birleştirici özelliği de sona ermiştir.
Öksürük Gideren Yer
Tepe mezarlığın güney eteğine düşen sahada yer alan meçhul bir yerdir, Öksürük Baba Türbesi... Türbede yatanın kim olduğu ihtilaflı olsa da birileri, bu mekânda kendine yer bulmuş ve tıpkı Külhancı Baba, Habip Baba gibi şehrin tarihine geçmiştir. Öksürük Baba da şifa dağıtanın vesile kıldığı yerlerden biridir. Karın çok yağdığı, sıcaklığın eksilerin altında seyrettiği anlar; yakalanırız öksürüğe. Öksürüğümüz günlerce sürer, doktora gidip tedavi oluncaya kadar dışarıya adım dahi atmayız. Bundan yıllar öncesinde ise Öksürük Baba Türbesi; öksürüğün geçtiği yer olarak itibar görür, ziyaretçisi eksik olmazdı. Hele de kızamıktan yada boğmacadan şikâyeti olanlar buraya gelir, Öksürük Baba’yı aracı olarak görürlerdi. Hastalığa yakalananın temiz bir gömleği mezarın üstüne atılır ve gömlek öylece bırakılırdı. Zaman sonra gömlek biri tarafından alınırsa hastalığın geçtiğine inanılırdı. Derdi verende bir, dermanı gönderen de birdir.
Çiftçinin Kurnazlığı
Bir zamanlar şehrin en güzel mekânıydı; Erzincan Kapı ve civarı. Eski kiliselerin bulunduğu gidenlerin mutlaka bir daha görmek istediği nadide yerlerden biriydi; Erzincan Kapı ve çevresi. Köyden gelenlerin toplanma ve kaynaşma mekânı olan Erzincan Kapı’da yer almak, hele de orada işyeri açmak hayli zor bir işti. Erzincan Kapı’da gelişigüzel park edilmez, çevreye rahatsızlık da verilmezdi. Zamanın birinde Erzincan Kapısı’ndan şehre giriş yapan çiftçi, girişte ödediği 25 kuruşu düşüne düşüne hayvanlarıyla dolaşmaya başlar. Köyden getirdiği mallardan elde edeceği toplam kazancının 25 kuruş olduğunu düşündükçe hayli rahatsızlanır. Öküzleriyle şehre gelen çiftçi, hayvanlarını Murat Paşa Camii’nin yakınına bağlar. Çiftçinin sahipsiz bıraktığı öküzleri, şehrin zabıtaları görür. Öküz arabasının yanına gelen zabıtalar, çevrede arabanın sahibini sorarlar. Arabayı sahiplenen olmayınca uzun bir zaman arabanın başında beklerler. Şehirde işi biten çiftçi, geri döndüğünde zabıtaları arabanın başında görünce durumun farkına varır. Zabıtaların kendisine ceza da keseceğini bildiğinden durumdan kurtulmanın yollarını düşünerek yanlarına gider. Amir, öküzleri niçin bırakıp gittiğini sorar, hayvanların çalınma durumunda ne yapacağını ve buradaki düzeni bozduğunu söyleyince çiftçi:
—Ben devletime güvendiğimden burada onları bıraktım. Görüyorum ki bunda haklıymışım. Devlet öküzlerimin başına iki de zabıta koymuş çok şükür.
Köşe bucak da uyuklayan çocuklar kucaklara alınır, usulca, televizyonlu hane sahibinden izin alınarak evlere dönülürdü. Sabah olunca da çocuklar filmde hatırladıklarını; büyüklerse doyumsuz sohbetten söz eder dururdu gün boyu. Beyaz cam; bir zamanlar insanların bir araya gelmesine vesile olur, gönüller hoş edilirdi. Yıllar sonra her eve bir yabancı girince dost sohbetleri bitmiş ve beyaz camın ilk zamanlardaki birleştirici özelliği de sona ermiştir.
Öksürük Gideren Yer
Tepe mezarlığın güney eteğine düşen sahada yer alan meçhul bir yerdir, Öksürük Baba Türbesi... Türbede yatanın kim olduğu ihtilaflı olsa da birileri, bu mekânda kendine yer bulmuş ve tıpkı Külhancı Baba, Habip Baba gibi şehrin tarihine geçmiştir. Öksürük Baba da şifa dağıtanın vesile kıldığı yerlerden biridir. Karın çok yağdığı, sıcaklığın eksilerin altında seyrettiği anlar; yakalanırız öksürüğe. Öksürüğümüz günlerce sürer, doktora gidip tedavi oluncaya kadar dışarıya adım dahi atmayız. Bundan yıllar öncesinde ise Öksürük Baba Türbesi; öksürüğün geçtiği yer olarak itibar görür, ziyaretçisi eksik olmazdı. Hele de kızamıktan yada boğmacadan şikâyeti olanlar buraya gelir, Öksürük Baba’yı aracı olarak görürlerdi. Hastalığa yakalananın temiz bir gömleği mezarın üstüne atılır ve gömlek öylece bırakılırdı. Zaman sonra gömlek biri tarafından alınırsa hastalığın geçtiğine inanılırdı. Derdi verende bir, dermanı gönderen de birdir.
Çiftçinin Kurnazlığı
Bir zamanlar şehrin en güzel mekânıydı; Erzincan Kapı ve civarı. Eski kiliselerin bulunduğu gidenlerin mutlaka bir daha görmek istediği nadide yerlerden biriydi; Erzincan Kapı ve çevresi. Köyden gelenlerin toplanma ve kaynaşma mekânı olan Erzincan Kapı’da yer almak, hele de orada işyeri açmak hayli zor bir işti. Erzincan Kapı’da gelişigüzel park edilmez, çevreye rahatsızlık da verilmezdi. Zamanın birinde Erzincan Kapısı’ndan şehre giriş yapan çiftçi, girişte ödediği 25 kuruşu düşüne düşüne hayvanlarıyla dolaşmaya başlar. Köyden getirdiği mallardan elde edeceği toplam kazancının 25 kuruş olduğunu düşündükçe hayli rahatsızlanır. Öküzleriyle şehre gelen çiftçi, hayvanlarını Murat Paşa Camii’nin yakınına bağlar. Çiftçinin sahipsiz bıraktığı öküzleri, şehrin zabıtaları görür. Öküz arabasının yanına gelen zabıtalar, çevrede arabanın sahibini sorarlar. Arabayı sahiplenen olmayınca uzun bir zaman arabanın başında beklerler. Şehirde işi biten çiftçi, geri döndüğünde zabıtaları arabanın başında görünce durumun farkına varır. Zabıtaların kendisine ceza da keseceğini bildiğinden durumdan kurtulmanın yollarını düşünerek yanlarına gider. Amir, öküzleri niçin bırakıp gittiğini sorar, hayvanların çalınma durumunda ne yapacağını ve buradaki düzeni bozduğunu söyleyince çiftçi:
—Ben devletime güvendiğimden burada onları bıraktım. Görüyorum ki bunda haklıymışım. Devlet öküzlerimin başına iki de zabıta koymuş çok şükür.