
Hikâye Anadolu’nun bir kasabasında geçer. Orta halli insanların yaşadığı ve tek bir meydanın bulunduğu kasabada her kesimi tedirgin eden bazı söylemler ortaya çıkar.
Kasabada ‘hafif meşrep’ bir kadının olduğu ve geceleri ilçeye çok fazla değişik erkeklerin geldiği kulaktan kulağa yayılır. Sonra bir ‘çocuk’ çıkar ve kadının evini göstererek, “O kadın işte bu evde” diye bağırmaya başlar. Neye uğradığını anlamayan kadın yemenini alır ve meydana gelir. Kendisine iftira edildiğini aslında çok iffetli olduğunu bağıra bağıra anlatmaya başlar. Ahali ikna olmaz ama kadının şerrinden korkar ve kısa süreli susar. Günler günleri kovalar…
Bekâr olan kadının bu kez hamile olduğu iddia edilir. Gittiği her yerde hakkındaki dedikodular kulağına çalınan kadın bir kez daha meydana çıkar ve “Ey ahali utanmıyor musunuz? Karnında ur olan hasta bir kadına damga vurmaya…” diyerek erkeklerin yakasına yapışır…
Kadının bu tepkisi karşısında şaşkına dönen ahali bir kez daha edebinden susar.
Tabi 9 ay 10 gün sonra karnındaki bebek dünyaya gelir. Kundaktaki gayri meşru bebeği getirip kasabanın meydanına bırakır ve utanmadan, “Ey ahali bu çocuk artık sizindir. Buna bakacak durumum yok” der. Günahsız yavruyu da öylece bırakıp gider. Bir kez daha şaşkına dönen ahali, bebek ile o meydanda öylece kalır…
Hayat çoğu zaman yukarıda dile getirdiğim kıssadan hisselerden ibarettir. Bu hikâyeye dayanarak özetle şunu söyleyebiliriz; eğer kendi gerçeğinizin üstüne gitmezseniz bir gün o gerçek gelir sizi bulur…
Uzun gibi görünse de hayat aslında çok kısadır. Hiçbir yalan sonsuza kadar sürmez bu hayatta… İllaki bir gün bir yol bulur ve karşınıza dikilir.
Elbette edep bir insanın ‘olmazsa olmazı’ olmalıdır ama eğer karşınızdaki edepsiz ise bazı durumlarda ona edepli davranmak içinize sinmeyebilir.
Hikâyede anlatıldığı gibi, eğer ahali o kadının şerrinden korkmasaydı günahsız bir bebek dünyaya gelmeyecek ve susmalarının bedelini o çocuğa sahip olmakla ödemeyeceklerdi.
Gerçekleri görmezden gelmek ve ‘aman bana ne’ demek toplum ölümlerinin en büyük nedenidir.
Bu kıssadan hisse ise bize şunu söylüyor. Emin olmadan kimsenin günahına girme ama emin isen karşındakinin yalanlarına da kanma. Eğer ‘bana ne’ der sorunun üstüne gitmezsen, işlenen o günaha gün gelir sende ortak olursun. Ortak olmakla kalmaz o günahın içinde boğulur, heba olursun...
Bu hikâyeyi bir arkadaşımdan dinlerken, haber ve yorumlarımızla ‘gerçek gündemi’ni oluşturduğumuz şehrime Palandöken’den şöyle bir baktım… Akşamın karanlığını delen ışıklar arasında kimin kime iftira attığını, kimlerin kundağı yere vurmaya çalıştığını gözlerimin önünden geçirdim.
Varsın gerisini de ahali düşünsün!
Kasabada ‘hafif meşrep’ bir kadının olduğu ve geceleri ilçeye çok fazla değişik erkeklerin geldiği kulaktan kulağa yayılır. Sonra bir ‘çocuk’ çıkar ve kadının evini göstererek, “O kadın işte bu evde” diye bağırmaya başlar. Neye uğradığını anlamayan kadın yemenini alır ve meydana gelir. Kendisine iftira edildiğini aslında çok iffetli olduğunu bağıra bağıra anlatmaya başlar. Ahali ikna olmaz ama kadının şerrinden korkar ve kısa süreli susar. Günler günleri kovalar…
Bekâr olan kadının bu kez hamile olduğu iddia edilir. Gittiği her yerde hakkındaki dedikodular kulağına çalınan kadın bir kez daha meydana çıkar ve “Ey ahali utanmıyor musunuz? Karnında ur olan hasta bir kadına damga vurmaya…” diyerek erkeklerin yakasına yapışır…
Kadının bu tepkisi karşısında şaşkına dönen ahali bir kez daha edebinden susar.
Tabi 9 ay 10 gün sonra karnındaki bebek dünyaya gelir. Kundaktaki gayri meşru bebeği getirip kasabanın meydanına bırakır ve utanmadan, “Ey ahali bu çocuk artık sizindir. Buna bakacak durumum yok” der. Günahsız yavruyu da öylece bırakıp gider. Bir kez daha şaşkına dönen ahali, bebek ile o meydanda öylece kalır…
Hayat çoğu zaman yukarıda dile getirdiğim kıssadan hisselerden ibarettir. Bu hikâyeye dayanarak özetle şunu söyleyebiliriz; eğer kendi gerçeğinizin üstüne gitmezseniz bir gün o gerçek gelir sizi bulur…
Uzun gibi görünse de hayat aslında çok kısadır. Hiçbir yalan sonsuza kadar sürmez bu hayatta… İllaki bir gün bir yol bulur ve karşınıza dikilir.
Elbette edep bir insanın ‘olmazsa olmazı’ olmalıdır ama eğer karşınızdaki edepsiz ise bazı durumlarda ona edepli davranmak içinize sinmeyebilir.
Hikâyede anlatıldığı gibi, eğer ahali o kadının şerrinden korkmasaydı günahsız bir bebek dünyaya gelmeyecek ve susmalarının bedelini o çocuğa sahip olmakla ödemeyeceklerdi.
Gerçekleri görmezden gelmek ve ‘aman bana ne’ demek toplum ölümlerinin en büyük nedenidir.
Bu kıssadan hisse ise bize şunu söylüyor. Emin olmadan kimsenin günahına girme ama emin isen karşındakinin yalanlarına da kanma. Eğer ‘bana ne’ der sorunun üstüne gitmezsen, işlenen o günaha gün gelir sende ortak olursun. Ortak olmakla kalmaz o günahın içinde boğulur, heba olursun...
Bu hikâyeyi bir arkadaşımdan dinlerken, haber ve yorumlarımızla ‘gerçek gündemi’ni oluşturduğumuz şehrime Palandöken’den şöyle bir baktım… Akşamın karanlığını delen ışıklar arasında kimin kime iftira attığını, kimlerin kundağı yere vurmaya çalıştığını gözlerimin önünden geçirdim.
Varsın gerisini de ahali düşünsün!