
Gündem maalesef o kadar iç karartıcı ki...
Tasviri de tahlili de çok zor! En iyimser olanımız bile artık ‘Acaba?’ diyordur herhalde. Bütün dünya hem de... Ve bütün olumsuzlukların üzerine bir de diğer sıcak çatışmaların önüne geçen savaş; Rusya’nın Ukrayna’yı canlı yayında işgali... Bu çağda ve dünyanın gözünün önünde; uluslararası aktörlerin bütün tehditlerine ve hatta en önemlisi Moskova’daki savaş karşıtı gösterilere rağmen...
Bir yanda Putin’e inananlar...
Diğer yanda Tolstoy’a, Dostoyevski’ye inananlar.
Akıl alır gibi değil!
★★
Belki ilk başta size azıcık saçma gelecek ama bugün her şeyden azade ama aynı zamanda her şeyle iç içe olan bir duyguya değinelim. Mevzu: Vefa...
Çok kısa…
İyi bildiğiniz veya sıklıkla talep ettiğiniz bu duygu üzerine azıcık düşünelim ama paragraflar arasında, bir semti düşündüren o klişe sözü kullanmadan ilerleyelim mümkünse.
Eğer hazırsanız şu temel soruyla başlayalım:
Vefa nedir?
Öyle bir çırpıda tanımlayamasak da ‘vefa’ diye adlandırdığımız şeyin -sevgiyi tamamlayan o türev duygunun, o olgunun veya olumlu tepkinin, yankının, bir çeşit psikolojik geri dönütün- genellikle önemli olduğunu düşünürüz, değil mi?
O halde; tanımındaki hafif muğlaklığa rağmen öncelikle ‘vefa önemli bir şeydir’!
En azından ‘egoist yanımız’ böyle söyler ve herkesten de mutlaka vefa -zamana sarkmış, uzun vadeye yayılmış olumlu bir yankı, bir anımsayış, unutmayış hâli- bekler. Elbette kendisi başkalarına nasıl davranırsa davransın vefayı her halükârda hak ettiğini de düşünür. Bizzat kendisi vefasız olsa bile…
Oh, ne güzel !..
Öte yandan bu yazıda kullanmayacağıma dair az evvel kendime söz verdiğim ‘Vefa, İstanbul’da falan filan…’ diye başlayan o klişe ifade dışında ‘Vefa nedir?’ sorusunun birbirinden farklı milyonlarca yanıtı var.
Sözlük tanımlarıyla değil, hayattan hikâyelerle oluş(turul)muş birbirinden değerli ve gerçek tanımlardır onlar.
İşte o çarpıcı tanımlardan biri, konsantre biçimde şu hikâyede saklı:
"Bir gün Cem Yılmaz ile karşılaştım...” diyor Yeşilçam’ın emektar sinema sanatçısı Zafer Önen ve devam ediyor: “O gencecik çocuk, bu eski oyuncunun hayatını bir anda değiştirdi…
Cem'in gösterisini izlemeye gitmiştim. Bütün oyunu gözlerimin içine bakarak oynadı. Sonra da 'ustam' diye beni selamladı. Aradan birkaç gün geçti. Bana 'Cem Yılmaz seni arıyor' dediler. Benim hakkımda araştırma yapmış. Emekli maaşımı öğrenmiş. O sırada oynayacağı Opet reklamını hazırlayan reklam şirketine ‘Zafer Önen'i oynatıp ona iyi bir para vermezseniz, bu işte ben yokum!’ diye şart koşmuş.
Onlar da mecbur kalmışlar.
Cem Yılmaz sayesinde o reklam filmindeki 2 dakikalık rolüm karşılığında 150 bin lira kazandım.
Şimdi o 150 binin getirisiyle yaşıyorum.
Cem beni hâlâ arar, sorar 'Bir ihtiyacın var mı ustam?' der. Hayatımda görmediğim parayı Cem Yılmaz sayesinde gördüm.
Devletin bana yapmadığı jübileyi Cem Yılmaz yaptı…"
★★
Şu anda ‘Kimdi bu Zafer Önen?’ diye sanatçının hiç olmazsa yüzünü anımsamak için beyninizi zorladığınız -ve muhtemelen Google’ın görsel kütüphanesine başvurmadan da sanırım kolay kolay anımsayamayacağınız- o çok değerli sinema ve tiyatro sanatçımız, 13 Aralık 2013’te, İstanbul-Pendik'te tedavi için ömrünün son 6 ayını geçirdiği bir rehabilitasyon merkezinde hayata gözlerini yumdu.
Sanatçının mezarı, Feriköy mezarlığındadır.
Aslında ‘son günlerini yalnız geçirdi’ demeyelim; çünkü o günlerde kendisiyle ilgilenen bir daimî misafiri vardı: Çırağı Cem…
Cem Yılmaz yani…
★★
Ölümünün 7’nci yılında Cumhuriyet’te yayımlanan yazıda sanatçının 95 sinema filminde rol aldığına vurgu yapılıyordu:
“Çizgi film karakterlerine ve ünlü isimlere yaptığı seslendirmelerle akıllarda kalan Önen’in rol aldığı 95 Yeşilçam filminden bazıları şöyle:
Şöminedeki Ceset, Mebus Olacağım, Lüküs Hayat, Cibali Karakolu, Hava Cıva, İstanbul Gülü ve Neşeli Günler gibi pek çok oyunda rol alan usta oyuncu; bu tiyatro ürünlerinin dışında ise Ruhun Duymaz, Bayanlar Baylar, Hastayım Doktor, Affet Bizi Hocam, Kuruntu Ailesi, Sizin Dersane, Ayşecik Bahar Çiçeği, Gönül Hırsızı, Tatlı Meleğim, Sarmaşık Gülleri, Ayşecik Boş Beşik, Çileli Bülbül, Curcuna gibi sinema ve televizyon yapımlarında da seyircinin derin saygısını kazandı.”
★★
Zafer Önen’le Cem Yılmaz’ın ilişkisini anlatmak değildi tabii ki esas amacım.
Vefa… Vefaya değinmek, sizinle birlikte düşünmek istedim.
Hani şu egoist yanımızın, bize yönelen herkesten kayıtsız-şartsız beklediği ve yüzde yüz hak ettiğini düşündüğü duygu, o tepki, o yankı…
Vefa...
Bugün başlık dahil tam 15 kez tekrarladığım ve böylelikle belki ciddi bir dil kusuru işlediğim; ama içimden gele gele 140 kez daha yineleyebileceğim ‘vefa’ üzerine -umarım birlikte, önemseyerek- azıcık düşündük.
Aslında ne demek istediğimi zaten anladınız, lafı uzatmayayım ve özetin özetinin özetiyle de bitirelim: Allah gecinden versin ama Zafer Önen gibi hepimize -tıpkı adalet, tıpkı merhamet ve şefkat gibi- er ya da geç ama mutlaka lazım olacak, işte bu vefa dediğimiz şey.
Tasviri de tahlili de çok zor! En iyimser olanımız bile artık ‘Acaba?’ diyordur herhalde. Bütün dünya hem de... Ve bütün olumsuzlukların üzerine bir de diğer sıcak çatışmaların önüne geçen savaş; Rusya’nın Ukrayna’yı canlı yayında işgali... Bu çağda ve dünyanın gözünün önünde; uluslararası aktörlerin bütün tehditlerine ve hatta en önemlisi Moskova’daki savaş karşıtı gösterilere rağmen...
Bir yanda Putin’e inananlar...
Diğer yanda Tolstoy’a, Dostoyevski’ye inananlar.
Akıl alır gibi değil!
★★
Belki ilk başta size azıcık saçma gelecek ama bugün her şeyden azade ama aynı zamanda her şeyle iç içe olan bir duyguya değinelim. Mevzu: Vefa...
Çok kısa…
İyi bildiğiniz veya sıklıkla talep ettiğiniz bu duygu üzerine azıcık düşünelim ama paragraflar arasında, bir semti düşündüren o klişe sözü kullanmadan ilerleyelim mümkünse.
Eğer hazırsanız şu temel soruyla başlayalım:
Vefa nedir?
Öyle bir çırpıda tanımlayamasak da ‘vefa’ diye adlandırdığımız şeyin -sevgiyi tamamlayan o türev duygunun, o olgunun veya olumlu tepkinin, yankının, bir çeşit psikolojik geri dönütün- genellikle önemli olduğunu düşünürüz, değil mi?
O halde; tanımındaki hafif muğlaklığa rağmen öncelikle ‘vefa önemli bir şeydir’!
En azından ‘egoist yanımız’ böyle söyler ve herkesten de mutlaka vefa -zamana sarkmış, uzun vadeye yayılmış olumlu bir yankı, bir anımsayış, unutmayış hâli- bekler. Elbette kendisi başkalarına nasıl davranırsa davransın vefayı her halükârda hak ettiğini de düşünür. Bizzat kendisi vefasız olsa bile…
Oh, ne güzel !..
Öte yandan bu yazıda kullanmayacağıma dair az evvel kendime söz verdiğim ‘Vefa, İstanbul’da falan filan…’ diye başlayan o klişe ifade dışında ‘Vefa nedir?’ sorusunun birbirinden farklı milyonlarca yanıtı var.
Sözlük tanımlarıyla değil, hayattan hikâyelerle oluş(turul)muş birbirinden değerli ve gerçek tanımlardır onlar.
İşte o çarpıcı tanımlardan biri, konsantre biçimde şu hikâyede saklı:
"Bir gün Cem Yılmaz ile karşılaştım...” diyor Yeşilçam’ın emektar sinema sanatçısı Zafer Önen ve devam ediyor: “O gencecik çocuk, bu eski oyuncunun hayatını bir anda değiştirdi…
Cem'in gösterisini izlemeye gitmiştim. Bütün oyunu gözlerimin içine bakarak oynadı. Sonra da 'ustam' diye beni selamladı. Aradan birkaç gün geçti. Bana 'Cem Yılmaz seni arıyor' dediler. Benim hakkımda araştırma yapmış. Emekli maaşımı öğrenmiş. O sırada oynayacağı Opet reklamını hazırlayan reklam şirketine ‘Zafer Önen'i oynatıp ona iyi bir para vermezseniz, bu işte ben yokum!’ diye şart koşmuş.
Onlar da mecbur kalmışlar.
Cem Yılmaz sayesinde o reklam filmindeki 2 dakikalık rolüm karşılığında 150 bin lira kazandım.
Şimdi o 150 binin getirisiyle yaşıyorum.
Cem beni hâlâ arar, sorar 'Bir ihtiyacın var mı ustam?' der. Hayatımda görmediğim parayı Cem Yılmaz sayesinde gördüm.
Devletin bana yapmadığı jübileyi Cem Yılmaz yaptı…"
★★
Şu anda ‘Kimdi bu Zafer Önen?’ diye sanatçının hiç olmazsa yüzünü anımsamak için beyninizi zorladığınız -ve muhtemelen Google’ın görsel kütüphanesine başvurmadan da sanırım kolay kolay anımsayamayacağınız- o çok değerli sinema ve tiyatro sanatçımız, 13 Aralık 2013’te, İstanbul-Pendik'te tedavi için ömrünün son 6 ayını geçirdiği bir rehabilitasyon merkezinde hayata gözlerini yumdu.
Sanatçının mezarı, Feriköy mezarlığındadır.
Aslında ‘son günlerini yalnız geçirdi’ demeyelim; çünkü o günlerde kendisiyle ilgilenen bir daimî misafiri vardı: Çırağı Cem…
Cem Yılmaz yani…
★★
Ölümünün 7’nci yılında Cumhuriyet’te yayımlanan yazıda sanatçının 95 sinema filminde rol aldığına vurgu yapılıyordu:
“Çizgi film karakterlerine ve ünlü isimlere yaptığı seslendirmelerle akıllarda kalan Önen’in rol aldığı 95 Yeşilçam filminden bazıları şöyle:
Şöminedeki Ceset, Mebus Olacağım, Lüküs Hayat, Cibali Karakolu, Hava Cıva, İstanbul Gülü ve Neşeli Günler gibi pek çok oyunda rol alan usta oyuncu; bu tiyatro ürünlerinin dışında ise Ruhun Duymaz, Bayanlar Baylar, Hastayım Doktor, Affet Bizi Hocam, Kuruntu Ailesi, Sizin Dersane, Ayşecik Bahar Çiçeği, Gönül Hırsızı, Tatlı Meleğim, Sarmaşık Gülleri, Ayşecik Boş Beşik, Çileli Bülbül, Curcuna gibi sinema ve televizyon yapımlarında da seyircinin derin saygısını kazandı.”
★★
Zafer Önen’le Cem Yılmaz’ın ilişkisini anlatmak değildi tabii ki esas amacım.
Vefa… Vefaya değinmek, sizinle birlikte düşünmek istedim.
Hani şu egoist yanımızın, bize yönelen herkesten kayıtsız-şartsız beklediği ve yüzde yüz hak ettiğini düşündüğü duygu, o tepki, o yankı…
Vefa...
Bugün başlık dahil tam 15 kez tekrarladığım ve böylelikle belki ciddi bir dil kusuru işlediğim; ama içimden gele gele 140 kez daha yineleyebileceğim ‘vefa’ üzerine -umarım birlikte, önemseyerek- azıcık düşündük.
Aslında ne demek istediğimi zaten anladınız, lafı uzatmayayım ve özetin özetinin özetiyle de bitirelim: Allah gecinden versin ama Zafer Önen gibi hepimize -tıpkı adalet, tıpkı merhamet ve şefkat gibi- er ya da geç ama mutlaka lazım olacak, işte bu vefa dediğimiz şey.
