
Ülkemizdeki değişimi ve değişimin yönünü anlatan ve son yıllarda en çok tartışılan kavramlardan birisi ‘YENİ TÜRKİYE’ kavramıdır. Bugün bu konuyu ele almak istiyoruz. Yeni Türkiye nedir? Ne anlama gelmektedir?
Yeni Türkiye, en geniş anlamıyla, ülkemizin yönetimine egemen olan bir oligarşik yapıdan ve onun çağdışı ideolojisinden halkımızı ve ülkemizin yönetimini kurtarmak, demektir. Esasen bu oligarşik yapı, halkımızdan kopuk, her konuda ona ters bakan, ona hizmet etmeyi değil, onu değiştirmeyi ve başkalaştırmayı kendisine hedef edinen bir yapıdır. Bu yapı, ülkemizde 100–150 yıllık bir maziye sahiptir. Bugüne kadarki en büyük engel, bu yapının, kendi ikna edici mantığını, kendi bürokrasisini, kendi geleneğini oluşturmuş olmasıydı. Diğer bir ifadeyle, 60–70 yıldır en cesaret kırıcı durum, bu çağdışı yapının kanıksanmış olması ve alternatifsiz sayılmasıydı. Diğer önemli bir husus ta, Ülkemizin yönetimini onlardan devralacak anlayış ve kadroların yetiştirilmesi konusu idi. Bugün bu iki husus ta artık aşılmıştır. Bu konuyu biraz daha açarsak, şunları görürüz:
Sevgili Okurlar, normal olarak demokratik ülkelerde, demokratik ve özgür seçimlerle halkın işbaşına getirdiği parti ya da partiler koalisyonu, o ülkeyi yönetirler. Elbette demokratik ülkelerde devleti oluşturan siyasal partiler, anayasal kurumlar, özgür basın ve sivil toplum kuruluşları olur. Bunlar hem yasal sınırları içerisinde kendi yasal görevlerini yerine getirirler, hem de hangi parti olursa olsun, halkın seçip işbaşına getirdiği hükümetlere destek olurlar. En azından asla ve asla köstek olmazlar. Onun yolunu kesmez, tuzak kurmazlar. Bu, demokrasinin gereğidir. İşte bizim ülkemizde bu çark, bugüne kadar böyle çalışmamıştır.
Ülkemizde 1950’den beri ikili bir yapı vardı. Halen de tam olarak ortadan kalkmış değildir. Bu yapının bir ayağını, kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları oluşturur. Bunlar, sonu ‘tay’larla biten anayasal kuruluşlar, YÖK, TSK, basın kuruluşları, iş dünyasının örgütleri ve sendikalardır. Burada kastedilen, bu kuruluşların üst kademe yönetimlerini oluşturan bürokratik yapılarıydı. Cumhurbaşkanlığı makamı, bu yapının supabı ya da imamesi idi. CHP de bu yapının siyasete uzanmış kolu idi. Ülkedeki anayasaları yapan bu yapı, ülke yönetimini kendi aralarında bölüşmüşler, hükümetlere de küçük bir kısmını bırakmışlardı. Bunların hepsinin ortak yönü, halka rağmen, Devletin en üst katmanlarında veya O’nun en üst düzeydeki desteğiyle çok rahat bir hayat sürmeleridir. Bununla beraber Ülkenin gelişmesi, ilerlemesi ve kalkınmasıyla ilgili bir dertleri ve bir sorunları da yoktu. Bu kurumlar, bir kabileyi oluşturan aileler gibi, sadece birbirlerinden eleman alır ya da verirlerdi. En önemlisi de yine halka rağmen ve halktan kopuk bir ideoloji oluşturmuşlar ve hepsi de onun koruyucusu ve kollayıcısı konumuna geçmişlerdi. Devletin ve Milletin gelişip gelişmemesi, ilerleyip ilerlememesi, kalkınıp kalkınmaması onların umurunda değildi. Onlar için en önemli olan şey, mevcut statükonun devam edip etmemesi idi.
Bütün bu kurum ve kuruluşlar görünüşte devletin değişik görevlerini yerine getirirken, aynı zamanda ve görünmeyen görevleri olarak da derin yapıları oluşturmalarıydı. Ayrıca görünmeyen görevlerinin başında da, milletimizin seçtikleri siyasetçileri ‘hizaya getirmek’, olmazsa ‘pasifize etmek’, o da olmazsa ‘değişik anti demokratik yollarla’ o siyasetçileri ya da partilerini ülke yönetiminin dışına atmaktı. Bu rollerini 20. Yüzyılın ikinci yarsından beri çok da iyi oynadılar. Sık sık yapılan ihtilaller, başbakan ve bakanları asmalar, siyasetçileri toptan ya da bireysel olarak baskı, işkence ve zulüm altında tutmalar; böylece de ‘yoldan çıkan halkı’ hizaya getirme çabaları hep bu çerçevede okunmalıdır. Geçmişte, bugünkü Sayın Cumhurbaşkanına, Refah Yol Hükümetine ve O’nun Başbakanına ve de o dönemdeki siyasilere ve halka yapılanları yaşamış bir insan olarak bunları yazıyorum.
Aynı oyun, Ak Parti Hükümetleri döneminde de oynanmağa çalışıldı. Pek çok ihtilal girişimleri, cumhuriyet mitingleri, 27 Nisan bildirileri, gezi parkı kalkışmaları, 17 ve 25 Aralık darbe girişimleri hep bu çerçevede ele alınmalıdır. Ancak bu dönemde bunların hiçbir kalıcı etkisi olmamıştır. Çünkü karşılarında Dünya lideri Recep Tayyip Erdoğan ve mensubu olmaktan kıvanç duyduğumuz dava arkadaşları vardı.
İşte Sevgili Okurlar, 13 yıllık Ak Parti Hükümetleri sabırla, azimle ve gece gündüz durmadan yorulmadan yaptığı çalışmalarla hem ülkeyi yönetti, hem de bu oligarşik yapıyla mücadele etti. Bugün gelinen noktada, yukarıda isimlerini verdiğim bütün kurum ve kuruluşlarda çok ciddi değişimler yapmayı başardı. Geçmişte oligarşik yapının supabı konumundaki cumhurbaşkanının, bugün halk tarafından seçilmesi, bunun da Recep Tayyip Erdoğan olması, nereden nereye gelindiğinin en büyük göstergesidir. Bundan sonra artık hangi ad altında olursa olsun, hiçbir kurum ve kuruluş, halkın seçtiklerini başka gözle göremeyecek, onun oylarını hiçe saymak gibi anti demokratik bir havaya giremeyecektir. Çünkü artık gerçekten söz ve karar milletindir. Bu, aynı zamanda Türk siyasetine ve Türk demokrasisine de yapılmış en büyük iyiliktir, katkıdır.
Kısaca YENİ TÜRKİYE, demokrasinin ve Milli İradenin her yere egemen olduğu, diğer bütün egemenlik peşinde koşanların oyunlarının boşa çıkarıldığı bir Türkiye’dir.
Yeni Türkiye, en geniş anlamıyla, ülkemizin yönetimine egemen olan bir oligarşik yapıdan ve onun çağdışı ideolojisinden halkımızı ve ülkemizin yönetimini kurtarmak, demektir. Esasen bu oligarşik yapı, halkımızdan kopuk, her konuda ona ters bakan, ona hizmet etmeyi değil, onu değiştirmeyi ve başkalaştırmayı kendisine hedef edinen bir yapıdır. Bu yapı, ülkemizde 100–150 yıllık bir maziye sahiptir. Bugüne kadarki en büyük engel, bu yapının, kendi ikna edici mantığını, kendi bürokrasisini, kendi geleneğini oluşturmuş olmasıydı. Diğer bir ifadeyle, 60–70 yıldır en cesaret kırıcı durum, bu çağdışı yapının kanıksanmış olması ve alternatifsiz sayılmasıydı. Diğer önemli bir husus ta, Ülkemizin yönetimini onlardan devralacak anlayış ve kadroların yetiştirilmesi konusu idi. Bugün bu iki husus ta artık aşılmıştır. Bu konuyu biraz daha açarsak, şunları görürüz:
Sevgili Okurlar, normal olarak demokratik ülkelerde, demokratik ve özgür seçimlerle halkın işbaşına getirdiği parti ya da partiler koalisyonu, o ülkeyi yönetirler. Elbette demokratik ülkelerde devleti oluşturan siyasal partiler, anayasal kurumlar, özgür basın ve sivil toplum kuruluşları olur. Bunlar hem yasal sınırları içerisinde kendi yasal görevlerini yerine getirirler, hem de hangi parti olursa olsun, halkın seçip işbaşına getirdiği hükümetlere destek olurlar. En azından asla ve asla köstek olmazlar. Onun yolunu kesmez, tuzak kurmazlar. Bu, demokrasinin gereğidir. İşte bizim ülkemizde bu çark, bugüne kadar böyle çalışmamıştır.
Ülkemizde 1950’den beri ikili bir yapı vardı. Halen de tam olarak ortadan kalkmış değildir. Bu yapının bir ayağını, kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları oluşturur. Bunlar, sonu ‘tay’larla biten anayasal kuruluşlar, YÖK, TSK, basın kuruluşları, iş dünyasının örgütleri ve sendikalardır. Burada kastedilen, bu kuruluşların üst kademe yönetimlerini oluşturan bürokratik yapılarıydı. Cumhurbaşkanlığı makamı, bu yapının supabı ya da imamesi idi. CHP de bu yapının siyasete uzanmış kolu idi. Ülkedeki anayasaları yapan bu yapı, ülke yönetimini kendi aralarında bölüşmüşler, hükümetlere de küçük bir kısmını bırakmışlardı. Bunların hepsinin ortak yönü, halka rağmen, Devletin en üst katmanlarında veya O’nun en üst düzeydeki desteğiyle çok rahat bir hayat sürmeleridir. Bununla beraber Ülkenin gelişmesi, ilerlemesi ve kalkınmasıyla ilgili bir dertleri ve bir sorunları da yoktu. Bu kurumlar, bir kabileyi oluşturan aileler gibi, sadece birbirlerinden eleman alır ya da verirlerdi. En önemlisi de yine halka rağmen ve halktan kopuk bir ideoloji oluşturmuşlar ve hepsi de onun koruyucusu ve kollayıcısı konumuna geçmişlerdi. Devletin ve Milletin gelişip gelişmemesi, ilerleyip ilerlememesi, kalkınıp kalkınmaması onların umurunda değildi. Onlar için en önemli olan şey, mevcut statükonun devam edip etmemesi idi.
Bütün bu kurum ve kuruluşlar görünüşte devletin değişik görevlerini yerine getirirken, aynı zamanda ve görünmeyen görevleri olarak da derin yapıları oluşturmalarıydı. Ayrıca görünmeyen görevlerinin başında da, milletimizin seçtikleri siyasetçileri ‘hizaya getirmek’, olmazsa ‘pasifize etmek’, o da olmazsa ‘değişik anti demokratik yollarla’ o siyasetçileri ya da partilerini ülke yönetiminin dışına atmaktı. Bu rollerini 20. Yüzyılın ikinci yarsından beri çok da iyi oynadılar. Sık sık yapılan ihtilaller, başbakan ve bakanları asmalar, siyasetçileri toptan ya da bireysel olarak baskı, işkence ve zulüm altında tutmalar; böylece de ‘yoldan çıkan halkı’ hizaya getirme çabaları hep bu çerçevede okunmalıdır. Geçmişte, bugünkü Sayın Cumhurbaşkanına, Refah Yol Hükümetine ve O’nun Başbakanına ve de o dönemdeki siyasilere ve halka yapılanları yaşamış bir insan olarak bunları yazıyorum.
Aynı oyun, Ak Parti Hükümetleri döneminde de oynanmağa çalışıldı. Pek çok ihtilal girişimleri, cumhuriyet mitingleri, 27 Nisan bildirileri, gezi parkı kalkışmaları, 17 ve 25 Aralık darbe girişimleri hep bu çerçevede ele alınmalıdır. Ancak bu dönemde bunların hiçbir kalıcı etkisi olmamıştır. Çünkü karşılarında Dünya lideri Recep Tayyip Erdoğan ve mensubu olmaktan kıvanç duyduğumuz dava arkadaşları vardı.
İşte Sevgili Okurlar, 13 yıllık Ak Parti Hükümetleri sabırla, azimle ve gece gündüz durmadan yorulmadan yaptığı çalışmalarla hem ülkeyi yönetti, hem de bu oligarşik yapıyla mücadele etti. Bugün gelinen noktada, yukarıda isimlerini verdiğim bütün kurum ve kuruluşlarda çok ciddi değişimler yapmayı başardı. Geçmişte oligarşik yapının supabı konumundaki cumhurbaşkanının, bugün halk tarafından seçilmesi, bunun da Recep Tayyip Erdoğan olması, nereden nereye gelindiğinin en büyük göstergesidir. Bundan sonra artık hangi ad altında olursa olsun, hiçbir kurum ve kuruluş, halkın seçtiklerini başka gözle göremeyecek, onun oylarını hiçe saymak gibi anti demokratik bir havaya giremeyecektir. Çünkü artık gerçekten söz ve karar milletindir. Bu, aynı zamanda Türk siyasetine ve Türk demokrasisine de yapılmış en büyük iyiliktir, katkıdır.
Kısaca YENİ TÜRKİYE, demokrasinin ve Milli İradenin her yere egemen olduğu, diğer bütün egemenlik peşinde koşanların oyunlarının boşa çıkarıldığı bir Türkiye’dir.