
Ekonomik sınıflar ve meslekler hiyerarşisi içinde biraz aşağılarda konumlandıysanız vay halinize!
Yanlış ifade etmiş olmayayım; ‘Az kazanırsınız, itibarınız düşük olur’ anlamında söylemiyorum bunu kesinlikle. Demek istediğim, herkes bir biçimde yaptığınız işi değerlendirecektir, herkes size bir sicil notu yazacaktır. Amirinizmiş gibi, her fırsatta asıl değerlendiricinin yerine koyacaktır kendini.
Ama...
Ya ‘tepedekiler’ ve yani ‘yöneticileri de yönetenler’ söz konusuysa...
Onlara da aynısını yapabilirler mi?
Şehrin valisine mesela ya da milletvekiline, bakana...
Değerlendirmelerini, değerlendirdikleri kişinin yüzüne aynı cesaretle söyleyebilirler mi? Ne dersiniz?
Aslında hiyerarşi zaviyesinden bakarsanız ‘herkesin bir üstü, bir âmiri var’. En tepedekileri de elbette ‘seçenler veya atayanlar’ var. Dolayısıyla ‘seçmen, en tepedekinin üstüdür’ diyebiliriz. Teorik olarak tabii...
Özel yaşamdaysa ast-üst etiketleri taşımasalar da yine herkesin yakın ve uzak çevresi, bir çeşit ‘itaat halesi’ var. Kişinin nasıl bir kimliği ve karakteri olduğunu; yeteneklerini, potansiyellerini, birikimi, ürününü herhalde önce bu üstlere-astlara, yakın ve uzak çevreye sorarsınız.
Onlar değerlendirebilirler. Doğal ve olması gereken de zaten bu.
Ama burada çok ince bir ayrıntı var, tam bir nüans: Geçmiş...
‘Zamanın süzgeci’ ya da değerlendiricinin geçmişteki derinliğe, tabiri caizse ‘demlenmişliğe’ haiz olması gerekir...
Bu faktörün ayırt ediciliğini gözden kaçırmamak lazım!
★★
Evet, tepedeki yöneticinin geçmişte birlikte çalıştığı kimseler, yine geçmişte kurduğu derin veya sığ ilişkiler...
Tepedekinin karakterini ve yönetim becerisini esas ayıt edici kişiler, bu havuzun (geçmişin) içerisindedir. Şimdiki zamanda ‘gerçeklik’ türlü efektlerle değiştirilebiliyor çünkü: Bugünkü astlar ve üstler, ilişki içinde oldukları bir çalışanı değerlendirirken politik ayrıntılara ve yani bazen kişisel çıkar ilişkilerine, hesaba-kitaba, bazen kurumun veya organizasyonun çıkarlarına, bazen de duygulara, önyargılara öncelik tanıyabiliyorlar. İnsanız sonuçta. Doğrudan kötü niyet olmasa da zayıf yönlerimiz var...
Ve fakat...
Dikkat edin lütfen -kendimizi düşünelim mesela- geçmişte yaşamımıza girmiş insanlar için olağan durumdan biraz daha, hatta çok daha fazla objektif olabiliyoruz. O kişi söz konusu olduğunda biz artık unumuzu elemiş, eleğimizi asmışızdır. Kendimizi, egomuzu hesabın dışında tutarak değerlendirme yapabiliriz.
★★
Bu uzun girişten sonra esas vurgulamak istediğim şey: Yöneticinin değerlendirilmesi konusu...
Malum, bizde yükseğe çıkıldıkça ne yazık ki ya tümüyle değerlendirme dışı oluyor insanlar ya da değerlendirmede objektiflik kayboluyor.
Halbuki ‘yüksektekinin’ -ve yani büyük sorumluluğu olanların, kritik kararlar alanların, devlette veya özel sektörde kurumlara yön verenlerin- değerlendirilmesi tabandakinin değerlendirilmesine göre çok daha kritik bir konu.
Bir yönetici;
girişimlerini kırabilir mi ve bu bağlamda evvelce önünü süpürmüş kimselere diyet ödeme zorunluluğu -ifadeyi hoş görünüz ‘birilerine gebeliği’- var mıdır?
★★
Peki, şimdi en başa dönelim. Bence en kritik soru budur diye hoşgörünüze sığınarak yineliyorum:
Bütün bu soruları ve belki daha da fazlasını yönelteceğimiz bütün olası muhataplar içinde herhangi bir yönetici hakkında bize mümkün olan en nesnel, en gerçekçi yanıtı verebilecek ‘doğru kişi’ kimdir?
İşte tam da bu soruyu yanıtlamak için oturmuştum klavye başına. Kendi çapında bir orta düzey yönetici olarak ama daha çok özeleştiri düzeyinde uzun zamandır kafamı kurcalayan bir soru bu:
Kimdir kalite tahlilini en doğru yapabilecek kişi?
...
Yanıt aslında çok kısa ve çok da net:
Bir yönetici en iyi tahlil edebilecek kişi elbette onun kendi takımı ve hizmet sunduğu çevredir. Doğrudan muhataplarıdır...
Ama halihazırda birlikte çalıştıklarından çok, onunla yakın veya uzak geçmişte çalışmış veya en azından bir biçimde muhatap olmuş kimseler...
Evet ‘geçmiştekiler’, söz konusu yönetici hakkında size deminki soruların en doğru yanıtlarını verebilecek kimselerdir.
Ne kadar yetkin, işinin ehli mi, vicdan sahibi mi vs. vs. ?..
★★
‘Yöneticinin değerlendirilmesi ve yani onun yönetim becerikliliğinin veya beceriksizliğinin belirlenmesi’ dedim ama daha çok herkesin, her birimizin veya çoğunluğun dışarıdan değerlendirilmesinde öne çıkarılması gereken kıstasları vurguladım sanki:
Yetkinlik dedim mesela...
Ehliyetten söz ettim...
Proaktiflik vurgusu yaptım, inovasyonu ekledim peşine...
Lafı insani ve vicdani duyarlılıklara getirdim, etik-hukuk hassasiyetinin vazgeçilmezliğini andım, en sonunda da doğaya ve insan dışındaki canlılara duyarlılığın vazgeçilmezliğiyle düğümledim mesajımı...
Şimdi bunların hangisi ‘sadece yöneticilere mahsustur’?
Tabii ki yöneticilerin -daha doğrusu övgüye layık iyi yöneticilerin- bunların dışında, ‘yüreklendirici liderlik, sorun çözme-kriz aşma becerisi, yüksek sorumluluk duygusu’ gibi herkesten farklı bazı özellikleri de taşıyor olması gerekir; ama iyi olmayı veya kötü olmayı belirleyen temel ve evrensel nitelikler, esasında yönetilenler için de yönetenler için de aynı gibi.
Ne dersiniz?
Yanlış ifade etmiş olmayayım; ‘Az kazanırsınız, itibarınız düşük olur’ anlamında söylemiyorum bunu kesinlikle. Demek istediğim, herkes bir biçimde yaptığınız işi değerlendirecektir, herkes size bir sicil notu yazacaktır. Amirinizmiş gibi, her fırsatta asıl değerlendiricinin yerine koyacaktır kendini.
Ama...
Ya ‘tepedekiler’ ve yani ‘yöneticileri de yönetenler’ söz konusuysa...
Onlara da aynısını yapabilirler mi?
Şehrin valisine mesela ya da milletvekiline, bakana...
Değerlendirmelerini, değerlendirdikleri kişinin yüzüne aynı cesaretle söyleyebilirler mi? Ne dersiniz?
Aslında hiyerarşi zaviyesinden bakarsanız ‘herkesin bir üstü, bir âmiri var’. En tepedekileri de elbette ‘seçenler veya atayanlar’ var. Dolayısıyla ‘seçmen, en tepedekinin üstüdür’ diyebiliriz. Teorik olarak tabii...
Özel yaşamdaysa ast-üst etiketleri taşımasalar da yine herkesin yakın ve uzak çevresi, bir çeşit ‘itaat halesi’ var. Kişinin nasıl bir kimliği ve karakteri olduğunu; yeteneklerini, potansiyellerini, birikimi, ürününü herhalde önce bu üstlere-astlara, yakın ve uzak çevreye sorarsınız.
Onlar değerlendirebilirler. Doğal ve olması gereken de zaten bu.
Ama burada çok ince bir ayrıntı var, tam bir nüans: Geçmiş...
‘Zamanın süzgeci’ ya da değerlendiricinin geçmişteki derinliğe, tabiri caizse ‘demlenmişliğe’ haiz olması gerekir...
Bu faktörün ayırt ediciliğini gözden kaçırmamak lazım!
★★
Evet, tepedeki yöneticinin geçmişte birlikte çalıştığı kimseler, yine geçmişte kurduğu derin veya sığ ilişkiler...
Tepedekinin karakterini ve yönetim becerisini esas ayıt edici kişiler, bu havuzun (geçmişin) içerisindedir. Şimdiki zamanda ‘gerçeklik’ türlü efektlerle değiştirilebiliyor çünkü: Bugünkü astlar ve üstler, ilişki içinde oldukları bir çalışanı değerlendirirken politik ayrıntılara ve yani bazen kişisel çıkar ilişkilerine, hesaba-kitaba, bazen kurumun veya organizasyonun çıkarlarına, bazen de duygulara, önyargılara öncelik tanıyabiliyorlar. İnsanız sonuçta. Doğrudan kötü niyet olmasa da zayıf yönlerimiz var...
Ve fakat...
Dikkat edin lütfen -kendimizi düşünelim mesela- geçmişte yaşamımıza girmiş insanlar için olağan durumdan biraz daha, hatta çok daha fazla objektif olabiliyoruz. O kişi söz konusu olduğunda biz artık unumuzu elemiş, eleğimizi asmışızdır. Kendimizi, egomuzu hesabın dışında tutarak değerlendirme yapabiliriz.
★★
Bu uzun girişten sonra esas vurgulamak istediğim şey: Yöneticinin değerlendirilmesi konusu...
Malum, bizde yükseğe çıkıldıkça ne yazık ki ya tümüyle değerlendirme dışı oluyor insanlar ya da değerlendirmede objektiflik kayboluyor.
Halbuki ‘yüksektekinin’ -ve yani büyük sorumluluğu olanların, kritik kararlar alanların, devlette veya özel sektörde kurumlara yön verenlerin- değerlendirilmesi tabandakinin değerlendirilmesine göre çok daha kritik bir konu.
Bir yönetici;
- Ne kadar yetkindir? Daha açığı; hak ederek mi, hangi yolları geçerek, hangi deneyimleri edinerek ve hangi bedelleri ödeyerek gelmiştir makamına?
- İşinin ehli midir hakikaten? Şahsiyetini işine yansıtabilir mi ve kritik anlarda doğru karar verebilir mi?
- İşin arka plan inceliklerinden, mesela sektörün mevzuatından ve o alanda dünyada olup bitenlerden ne kadar haberdardır?
- Ne kadar proaktiftir, takımı için öngörüler geliştirebilir mi?
- Ne kadar yenilikçidir, inovasyona ne denli açıktır?
- Kurumunu ve takım arkadaşlarını nereye kadar ilerletebilir?
- Aklı ve vicdanı ne kadar hürdür? Üzerine çullanabilecek tahakküm
girişimlerini kırabilir mi ve bu bağlamda evvelce önünü süpürmüş kimselere diyet ödeme zorunluluğu -ifadeyi hoş görünüz ‘birilerine gebeliği’- var mıdır?
- Kanunlara, teamüllere ne kadar saygılıdır, adalete mutlak sadakat besler mi?
- Dahası; ‘insana’ ne kadar duyarlıdır?
- Kanaatkâr mıdır, açgözlü müdür?
- İhtiraslarını dizginleyebilir mi, egosunu yenebilir mi ve sonuçta şahsi statüsel çıkar hesaplarının (yağ yakma, yaltaklanma geleneğinin) dışında kalabilir mi?
- Ve final: Doğaya ve insan dışındaki canlılara, mesela tarih-tabiat-kültür varlıklarına karşı da sorumlu davranır mı?
★★
Peki, şimdi en başa dönelim. Bence en kritik soru budur diye hoşgörünüze sığınarak yineliyorum:
Bütün bu soruları ve belki daha da fazlasını yönelteceğimiz bütün olası muhataplar içinde herhangi bir yönetici hakkında bize mümkün olan en nesnel, en gerçekçi yanıtı verebilecek ‘doğru kişi’ kimdir?
İşte tam da bu soruyu yanıtlamak için oturmuştum klavye başına. Kendi çapında bir orta düzey yönetici olarak ama daha çok özeleştiri düzeyinde uzun zamandır kafamı kurcalayan bir soru bu:
Kimdir kalite tahlilini en doğru yapabilecek kişi?
...
Yanıt aslında çok kısa ve çok da net:
Bir yönetici en iyi tahlil edebilecek kişi elbette onun kendi takımı ve hizmet sunduğu çevredir. Doğrudan muhataplarıdır...
Ama halihazırda birlikte çalıştıklarından çok, onunla yakın veya uzak geçmişte çalışmış veya en azından bir biçimde muhatap olmuş kimseler...
Evet ‘geçmiştekiler’, söz konusu yönetici hakkında size deminki soruların en doğru yanıtlarını verebilecek kimselerdir.
Ne kadar yetkin, işinin ehli mi, vicdan sahibi mi vs. vs. ?..
★★
‘Yöneticinin değerlendirilmesi ve yani onun yönetim becerikliliğinin veya beceriksizliğinin belirlenmesi’ dedim ama daha çok herkesin, her birimizin veya çoğunluğun dışarıdan değerlendirilmesinde öne çıkarılması gereken kıstasları vurguladım sanki:
Yetkinlik dedim mesela...
Ehliyetten söz ettim...
Proaktiflik vurgusu yaptım, inovasyonu ekledim peşine...
Lafı insani ve vicdani duyarlılıklara getirdim, etik-hukuk hassasiyetinin vazgeçilmezliğini andım, en sonunda da doğaya ve insan dışındaki canlılara duyarlılığın vazgeçilmezliğiyle düğümledim mesajımı...
Şimdi bunların hangisi ‘sadece yöneticilere mahsustur’?
Tabii ki yöneticilerin -daha doğrusu övgüye layık iyi yöneticilerin- bunların dışında, ‘yüreklendirici liderlik, sorun çözme-kriz aşma becerisi, yüksek sorumluluk duygusu’ gibi herkesten farklı bazı özellikleri de taşıyor olması gerekir; ama iyi olmayı veya kötü olmayı belirleyen temel ve evrensel nitelikler, esasında yönetilenler için de yönetenler için de aynı gibi.
Ne dersiniz?