
12 Temmuz 2018 günü Pusula’da yayımlanan yazımda sormuştum:
‘Prof.Dr. Ziya Selçuk, yeni Milli Eğitim Bakanı; peki bu durum bir şans mı yoksa bir sınav mı?’
O gün, Ziya Hoca’nın Bakanlıkta henüz ikinci günüydü.
Doğrusu ben Sayın Cumhurbaşkanı’nın Ziya Selçuk tercihinin bir şans mı, yoksa daha çok bir sınav mı olduğu konusunda kararsızdım…
Şimdi hoşgörünüze sığınarak kendi belleğimi yoklamak istiyorum:
O yazıda yeni Bakan’ın adının her görüşten, her kesimden insanları heyecanlandırdığını; sosyal medyaya da bu heyecanın açıkça yansıdığını söylemiştim…
Sokaktaki fotoğrafı objektif biçimde yansıtan bir ifadeydi o.
Bununla birlikte Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasının hem Türkiye için bir şans hem de yeni yönetim sistemi için bir demokrasi sınavı olarak değerlendirilebileceğinin altını çizmişim. İki yanıt da doğruydu yani:
“Yeni yönetim sisteminin Milli Eğitim Bakanına nasıl bir görev tanımı sunacağını bilmeden, yetki ve selahiyetleri tam olarak öğrenmeden her şeyi Ziya Selçuk’tan beklemek gerçekçi olmaz; ütopik düşünmek sonuçta kitlesel ve derin hayal kırıklığı doğurabilir. Sayın Selçuk’un da altını özenle çizdiği gibi ‘Bu bir ekip meselesi’. Bununla birlikte ayak uyduran değil, değiştiren olmalı Sayın Bakan…” demişim.
Herhangi bir şeyi Ziya Hoca’dan daha iyi bildiğim için değil, en az onun kadar umutlu olduğum için tabii o günkü halet-i ruhiyemi böyle ifade etmişim.
***
Prof.Dr. Ziya Selçuk’un 10 Temmuz 2018’de Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasından bugüne tam 585 gün geçmiş ve bugün 586’ncı gün…
Geride kalan zaman içinde o neleri başardı, neleri değiştirdi, hangi konularda beklentiler hâlâ sürüyor ve acaba hangi konularda hayal kırıklığı yarattı?
Birlikte gözden geçirelim:
Önce Sayın Bakan’ın başardığı şeyler:
O, sosyal medyada da son derece popüler. Değindiği, önemsediği, öne çıkardığı her sorun ve çözüm önerisi de gündemde o ölçüde yer buluyor.
Bunlar, Sayın Bakan’ın hanesine 586’ncı gün itibariyle yazılan artı puanlar.
***
Ancak Sayın Bakan’ın henüz atamadığı adımlar veya hukuksal ifadeyle ‘subuta erdiremediği’ (sahaya, okullara sirayet ettirilememiş) şeyler de var:
Halbuki Ziya Selçuk’tan beklenen belki de en önemli adım buydu.
Ama üniversite okuma oranının Avrupa da %40 Türkiye de %10 olduğu gerçeği ve üniversite mezunu işsizlik oranının Avrupa da %4, Türkiye de ise %35 olduğu trajedisi ne yazık ki orta yerde duruyor. Yani aslında yüksek öğretim için farklı bir çıkış ya da söylem hâlâ oluşturulabilmiş değil!
Girdap aynı yerde, artan hızla dönüyor…
Tabii bu ifadeyi ‘henüz’ diye bitirmek gerekiyor…
Bu beklentileri gerçeğe dönüştürebilmesi için herhangi bir bakana 586 gün yeter miydi peki?
Yanıt hem evet hem hayır!
Güçlü ve koşulsuz destek verilirse ‘Evet’!
O Bakan, Sayın Ziya Selçuk ise bir kez daha ‘Evet’!
Ama olağan koşullar ve standart zaman kullanımı söz konusuysa, hele de işini çok iyi bilen gerçek bir profesöre inisiyatif tanımak yerine yetkileri sınırlayıcı bir yönetim yaklaşımı ağır basıyorsa o zaman yanıt maalesef ‘Hayır’ olur!
Tarihte bu kadar kısa zamanda, sınırlı yetkiyle, böyle akıl almaz reformlara imza atabilmiş çok az politikacı var.
***
Öte yandan, Bakanlıkta geçirdiği zaman uzadıkça Ziya Hoca’nın yönetim performansına ilişkin değerlendirmeler daha da derinleşiyor. Bu kapsamda tıpkı TÖZOK Antalya sempozyumunda dile getirilen serzenişler gibi, hatta onlardan biraz daha keskin biçimde kamuyla paylaşılan eleştiriler var. Onlardan birinde, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği eski başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel’in 27 Ocak 2020 günü Cumhuriyet’te yayımlanan röportajında Prof.Dr. Ziya Selçuk’un bakanlık performansı özetle şöyle eleştiriliyordu:
“Ziya Selçuk bende hayal kırıklığı yarattı. (…)
Çocukların insan hakları ve demokrasi bağlamında özgür iradelerini kullanmalarına fırsat verecek eğitimler yapılmalı. İoanna Kuçuradi her zaman bir şey söyler: Bana yetki versinler, 20 sene felsefe eğitimi yaptırayım öğrencilere. 20 sene sonra demokratik bir ülke oluruz... Doğru söylüyor.
(MEB’in öğretmenlere dağıttığı kitapta çocuklara cinsel istismar ve şiddet uygulayan kadınlar başı açık resmedilmesine atıfta bulunarak) Bu yayınlar yapılırken Milli Eğitim Bakanı uyuyor mu diye düşünüyorum. (…)
Bakanlığın dini propagandayı bu raddeye getirmiş olması onlar açısından çok küçük düşürücü... (…)
Milli Eğitim’in tek bir politikası olur. Bu eğitim politikası devletin politikasıdır. Her siyasal iktidar, hatta her bakan değiştiğinde devlet politikası değişmez. Bu politika, çağdaş, evrensel ilkelere dayalı, gelişen dünya şartlarına uygun bir politikadır. Biz başından beri hep bunu savunduk. (…)
Atatürk’ün verdiği nutuklar, konuşmalar var: O, ‘İki toplum olmaz. Tek bir düşünce etrafında birleşen, demokratik anlayışa sahip bir nesil yetiştireceğiz. Onun için politika ulusal olmalıdır’ der.”
***
Bir profesörün bir başka profesörü yüksek entelektüel seviyede eleştiriyor olması doğal; ama ‘fikirlerin subuta erdirilmesi’ geciktikçe Sayın Bakan’a yöneltilen eleştirilerin de yüksek entelektüel seviyeden sığ politika düzeyine inecek olması ihtimali doğrusu endişe verici.
Çünkü o zaman sağdan-soldan analitik yanı gelişmemiş kimselerin ve kalabalıkların ‘Hocanız çok konuştu ama bakın onun da öbürlerinden farkı yok!’ demesi kuvvetle muhtemeldir. Pozitif değişime inanan insanların umutları, işte o gün yarım yüzyıldır almadığı kadar derin bir yara almış olur.
*: Milli Eğitim’in başındaki Sayın Bakan’ı öğretmenler odası üslubuyla ‘Ziya Hoca’ diye anmak umarım bir saygısızlık olarak algılanmaz. Bu özel bir durum. Ben dahil çoğu eğitimci, Prof.Dr. Ziya Selçuk’a duyduğumuz sevgi ve güvenin bir ifadesi olarak kendilerini ‘Hocamız’ diye ünvanlandırırız. ‘Bakan’ ünvanı bir gün kendilerinden alınıp bir başkasına tevcih edilir; ama o, kendini bitirecek ciddi bir hata yapmadıkça daima bizim ‘Ziya Hocamız’ olacak. Bu unvan bizce o ölçüde değerli…
‘Prof.Dr. Ziya Selçuk, yeni Milli Eğitim Bakanı; peki bu durum bir şans mı yoksa bir sınav mı?’
O gün, Ziya Hoca’nın Bakanlıkta henüz ikinci günüydü.
Doğrusu ben Sayın Cumhurbaşkanı’nın Ziya Selçuk tercihinin bir şans mı, yoksa daha çok bir sınav mı olduğu konusunda kararsızdım…
Şimdi hoşgörünüze sığınarak kendi belleğimi yoklamak istiyorum:
O yazıda yeni Bakan’ın adının her görüşten, her kesimden insanları heyecanlandırdığını; sosyal medyaya da bu heyecanın açıkça yansıdığını söylemiştim…
Sokaktaki fotoğrafı objektif biçimde yansıtan bir ifadeydi o.
Bununla birlikte Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasının hem Türkiye için bir şans hem de yeni yönetim sistemi için bir demokrasi sınavı olarak değerlendirilebileceğinin altını çizmişim. İki yanıt da doğruydu yani:
“Yeni yönetim sisteminin Milli Eğitim Bakanına nasıl bir görev tanımı sunacağını bilmeden, yetki ve selahiyetleri tam olarak öğrenmeden her şeyi Ziya Selçuk’tan beklemek gerçekçi olmaz; ütopik düşünmek sonuçta kitlesel ve derin hayal kırıklığı doğurabilir. Sayın Selçuk’un da altını özenle çizdiği gibi ‘Bu bir ekip meselesi’. Bununla birlikte ayak uyduran değil, değiştiren olmalı Sayın Bakan…” demişim.
Herhangi bir şeyi Ziya Hoca’dan daha iyi bildiğim için değil, en az onun kadar umutlu olduğum için tabii o günkü halet-i ruhiyemi böyle ifade etmişim.
***
Prof.Dr. Ziya Selçuk’un 10 Temmuz 2018’de Milli Eğitim Bakanı olarak atanmasından bugüne tam 585 gün geçmiş ve bugün 586’ncı gün…
Geride kalan zaman içinde o neleri başardı, neleri değiştirdi, hangi konularda beklentiler hâlâ sürüyor ve acaba hangi konularda hayal kırıklığı yarattı?
Birlikte gözden geçirelim:
Önce Sayın Bakan’ın başardığı şeyler:
- O, tartışmasız biçimde siyasetin üslubunu değiştirdi. Genel siyaset jargonuna pek de uymayan ve herhalde böyle olduğu için de daha çok beğenilen, saygın bir söylemi taviz vermeksizin kullanıyor. Bunda herkes hemfikir.
- Keza Ziya Hoca, öğretmenleri hak ettikleri konumda gören, onlara samimi biçimde değer veren bir bakan olarak görülüyor. Her ne kadar bu tutumunu hükumetin bütçe ve maaş politikalarına yansıtamamış olsa da…
- Kendisi popülistleşmeden, şovenleşmeden eğitim konusunu popülerleştirmeyi başardı. Eğitim, daha yüksek platformlarda ve daha fazla proje düzeyinde ele alınmaya başlandı.
- Sayın Bakan’ın bizzat kendi ifadesiyle ‘Propagandist müfredatların’ değiştirilmesi yönünde öncü adımlar atmakta olduğunu biliyoruz; ama bu süreç tam olarak sonuçlandırılmış değil.
- Türkiye’nin Ziya Hoca’sı 10 Şubat’ta kendi sosyal medya hesabında şu duyuruyu yapmıştı: ‘Şehirler farklı, yaşam koşulları farklı, imkanlar farklı... Ama bir yerde eşitlenmeliyiz. O da eğitimin kalitesi olmalı. Nitelikli eğitim içerikleri için çalıştık. Köydeki öğrenciyle şehirdeki öğrencinin, taşrada eğitim alanla merkezde eğitim alanın benzer eğitim imkanlarına sahip olabilmesi için çalıştık. Sınıftaki, okuldaki, evdeki, kapının arkasındaki çocuğa teknolojiyle erişebilmek için çalıştık. Elektronik Bilişim ağımız EBA’yı yeni eğitim içerikleri ve stratejileriyle, kişiselleştirmeyle, oyunlaştırmayla yeniledik.’ E-okula kaydı olan her çocuğumuzun ve öğretmenimizin bir EBA şifresi var; dolayısıyla bu önemli yeniliğin bütün öğrencileri kapsayan bir ilerleme olduğu söylenebilir.
- Ve… Bu bir başarı sayılır mı, belki tartışılır ama benim kendi kayıtlarıma göre televizyon haberlerinde Cumhurbaşkanı ve Milli Savunma Bakanı’ndan sonra en fazla görünen politikacı Prof.Dr. Ziya Selçuk.
O, sosyal medyada da son derece popüler. Değindiği, önemsediği, öne çıkardığı her sorun ve çözüm önerisi de gündemde o ölçüde yer buluyor.
Bunlar, Sayın Bakan’ın hanesine 586’ncı gün itibariyle yazılan artı puanlar.
***
Ancak Sayın Bakan’ın henüz atamadığı adımlar veya hukuksal ifadeyle ‘subuta erdiremediği’ (sahaya, okullara sirayet ettirilememiş) şeyler de var:
- Eleştirilen hatta kendisinin de sıkça eleştirdiği sınav sistemiyle ilgili radikal bir değişim gerçekleştiremedi. ‘Eskiden beri umut edilenler dışında’ gerçekçi bir öneri veya uygulanabilir bir model ortaya koyabilmiş değil.
- Sayın Bakan, Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıkladığı ‘2023 Eğitim Vizyonunu’ savunuyor olmakla beraber; eğitimin gelecekte de yine yaz-boz tahtası olmasının önüne geçebilecek ve toplumsal sözleşme niteliği taşıyabilecek bir makro politika oluşturamadı.
Halbuki Ziya Selçuk’tan beklenen belki de en önemli adım buydu.
- Türk ekonomi tarihine kaydedilmiş en büyük krizlerinden biri onun bakanlık dönemine denk geldi. Bu durum, özel öğretim kurumları açısından ciddi bir varoluş savaşımına dönüştü ama Sayın Bakan, kendisi de evvelce özel öğretim kurumu kurucusu olduğu halde sektörün bu krizi atlatabilmesi doğrultusunda yeterli proje ve politikalar geliştiremedi.
- Keza Milli Eğitimin lokomotifi olabilecek özel öğretim kurumlarını kaosa sürükleyen politik-stratejik hataların da önüne geçemedi. Söz gelimi özel okul açma kriteryasında ciddi bir değişiklik gerçekleştiremedi. Bu nedenle de sektördeki kurum enflasyonu artarak sürüyor.
- Nitekim Türkiye Özel Okullar Derneği’nin (TÖZOK) 29-31 Ocak tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirdiği ve Prof.Dr. Ziya Selçuk’un da katıldığı sempozyumda ‘Yeni özel okul açılışları için ciddi bir planlama yapılması, bölgenin yeni bir özel okula ihtiyacının olup olmadığının incelenmesi, yeni açılacak okullara maddi teminat şartı getirilmesi’ gereklilikleri vurgulanmıştı. Sonuç bildirgesinde de yer bulan bu sitem, öyle sanıyoruz ki Ziya Hoca’nın konuya bir kurucu olarak yüksek derecede vakıf olmasına karşın Bakanlık nezdinde konuyla ilgili somut bir adım atılmamasından kaynaklanıyordu.
- TÖZOK Antalya Sempozyumu sonuç bildirgesinde bir de dikkat çekici soru geçiyordu: ‘Teknolojinin, veri biliminin, büyük veri ve veri madenciliği çalışmalarının, sensörlerin, nesnelerin internetinin, doğal dil işleme, görüntü ve ses tanıma sistemlerinin geldiği nokta itibariyle insanın tüm fonksiyonlarını modelleyerek, yapay sinir ağları aracılığıyla bizim gibi öğrenen, gören, duyan, konuşan, araba süren yazılımlar çoğaldıkça buna cevabımız ne olacak?’ Ziya Hoca’nın da kendi özgün retoriği ile sıkça vurgu yaptığı bir durumun altını çizen bu soruya Hoca’nın değil de Bakanlığın son 586 günde hangi somut adımla yanıt verdiği elbette merak konusu. Ama 586 günün görece kısalığı düşünülünce ‘bundan sonrası için ne düşüldüğü ve ne(ler) yapılacağı’ da esas detaya dönüşüyor.
- Farklı forumlarda dile getirilen genel kanı, ‘eğitimin evrensel, bilimsel, laik ve ideolojiler üstü bir öze ve kurguya kavuşturulması doğrultusunda Ziya Hoca’nın kendi imajına yaraşır bir girişim, bir imaj geliştiremediği’ yönünde. Bu bağlamda çoğu şey, öteden beri alışık olduğumuz biçimde yürüyor. Elbette bu bir kesimin (liberallerin ve sosyal demokratların) görüşü. Diğer kesim (muhafazakârlar) genellikle bunun tersini düşünüyorlar ve Ziya Hoca’nın Türk Milli Eğitimi’ni gerçek milli ve İslami değerlere yönlendirmek konusunda taktire şayan bir performans sergilediğine inanıyorlar.
- Sayın Selçuk, bir buçuk yılı bulan bakanlığında yüksek öğretim konusunda yeni bir çıkış yaratamamış olmakla eleştiriliyor: Bu yazının yayımlanmasından sadece bir hafta önce Sayın Bakan ‘Herkes üniversite okuyacak diye bir şey yok’ diyordu; Sayın Cumhurbaşkanı da daha önce (19 Eylül 2019 günü Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleşen 2019-2020 Yükseköğretim Akademik Yılı açılış töreninde) kamuoyuna açıkladığı ‘Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok’ beyanıyla bakanı için bir erken-teyit yapmış oluyordu.
Ama üniversite okuma oranının Avrupa da %40 Türkiye de %10 olduğu gerçeği ve üniversite mezunu işsizlik oranının Avrupa da %4, Türkiye de ise %35 olduğu trajedisi ne yazık ki orta yerde duruyor. Yani aslında yüksek öğretim için farklı bir çıkış ya da söylem hâlâ oluşturulabilmiş değil!
Girdap aynı yerde, artan hızla dönüyor…
- Bir başka sorun; Ziya Hoca, Devlette çalışan öğretmenler ile özel sektörde çalışanlar arasındaki eşitsizlikleri giderecek somut adımları şu ana dek atabilmiş değil. Hatta bu konuyu gündeme taşıyabildiğini söylemek bile güç. Yeşil pasaport hakkından tutun da dijital özlük kaydına kadar birçok konuda devlet okullarında çalışan öğretmenlerle özel sektörde çalışan öğretmenler arasında adil olmayan uygulamalar hâlâ var.
- Özetle; 586 gün geride kalmışken toplumda çoğunluk Ziya Hoca’nın sınav sayıları ve ara tatiller dışında önemli bir değişikliğe imza atamadığı görüşünde…
Tabii bu ifadeyi ‘henüz’ diye bitirmek gerekiyor…
Bu beklentileri gerçeğe dönüştürebilmesi için herhangi bir bakana 586 gün yeter miydi peki?
Yanıt hem evet hem hayır!
Güçlü ve koşulsuz destek verilirse ‘Evet’!
O Bakan, Sayın Ziya Selçuk ise bir kez daha ‘Evet’!
Ama olağan koşullar ve standart zaman kullanımı söz konusuysa, hele de işini çok iyi bilen gerçek bir profesöre inisiyatif tanımak yerine yetkileri sınırlayıcı bir yönetim yaklaşımı ağır basıyorsa o zaman yanıt maalesef ‘Hayır’ olur!
Tarihte bu kadar kısa zamanda, sınırlı yetkiyle, böyle akıl almaz reformlara imza atabilmiş çok az politikacı var.
***
Öte yandan, Bakanlıkta geçirdiği zaman uzadıkça Ziya Hoca’nın yönetim performansına ilişkin değerlendirmeler daha da derinleşiyor. Bu kapsamda tıpkı TÖZOK Antalya sempozyumunda dile getirilen serzenişler gibi, hatta onlardan biraz daha keskin biçimde kamuyla paylaşılan eleştiriler var. Onlardan birinde, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği eski başkanı Prof. Dr. Aysel Çelikel’in 27 Ocak 2020 günü Cumhuriyet’te yayımlanan röportajında Prof.Dr. Ziya Selçuk’un bakanlık performansı özetle şöyle eleştiriliyordu:
“Ziya Selçuk bende hayal kırıklığı yarattı. (…)
Çocukların insan hakları ve demokrasi bağlamında özgür iradelerini kullanmalarına fırsat verecek eğitimler yapılmalı. İoanna Kuçuradi her zaman bir şey söyler: Bana yetki versinler, 20 sene felsefe eğitimi yaptırayım öğrencilere. 20 sene sonra demokratik bir ülke oluruz... Doğru söylüyor.
(MEB’in öğretmenlere dağıttığı kitapta çocuklara cinsel istismar ve şiddet uygulayan kadınlar başı açık resmedilmesine atıfta bulunarak) Bu yayınlar yapılırken Milli Eğitim Bakanı uyuyor mu diye düşünüyorum. (…)
Bakanlığın dini propagandayı bu raddeye getirmiş olması onlar açısından çok küçük düşürücü... (…)
Milli Eğitim’in tek bir politikası olur. Bu eğitim politikası devletin politikasıdır. Her siyasal iktidar, hatta her bakan değiştiğinde devlet politikası değişmez. Bu politika, çağdaş, evrensel ilkelere dayalı, gelişen dünya şartlarına uygun bir politikadır. Biz başından beri hep bunu savunduk. (…)
Atatürk’ün verdiği nutuklar, konuşmalar var: O, ‘İki toplum olmaz. Tek bir düşünce etrafında birleşen, demokratik anlayışa sahip bir nesil yetiştireceğiz. Onun için politika ulusal olmalıdır’ der.”
***
Bir profesörün bir başka profesörü yüksek entelektüel seviyede eleştiriyor olması doğal; ama ‘fikirlerin subuta erdirilmesi’ geciktikçe Sayın Bakan’a yöneltilen eleştirilerin de yüksek entelektüel seviyeden sığ politika düzeyine inecek olması ihtimali doğrusu endişe verici.
Çünkü o zaman sağdan-soldan analitik yanı gelişmemiş kimselerin ve kalabalıkların ‘Hocanız çok konuştu ama bakın onun da öbürlerinden farkı yok!’ demesi kuvvetle muhtemeldir. Pozitif değişime inanan insanların umutları, işte o gün yarım yüzyıldır almadığı kadar derin bir yara almış olur.
*: Milli Eğitim’in başındaki Sayın Bakan’ı öğretmenler odası üslubuyla ‘Ziya Hoca’ diye anmak umarım bir saygısızlık olarak algılanmaz. Bu özel bir durum. Ben dahil çoğu eğitimci, Prof.Dr. Ziya Selçuk’a duyduğumuz sevgi ve güvenin bir ifadesi olarak kendilerini ‘Hocamız’ diye ünvanlandırırız. ‘Bakan’ ünvanı bir gün kendilerinden alınıp bir başkasına tevcih edilir; ama o, kendini bitirecek ciddi bir hata yapmadıkça daima bizim ‘Ziya Hocamız’ olacak. Bu unvan bizce o ölçüde değerli…