Facebook, geçtiğimiz çarşamba akşamı Ankara’da gerçekleşen terör eylemi sonrasında adresini daha önce Ankara olarak işaretlemiş veya Ankara’dan yer bildirimi yapmış 3 buçuk milyonu aşkın kullanıcısına sordu:
‘Güvende misin?’
Doğrusu ben, bu soruyu eski bir Ankara mukimi ve daimi bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak nasıl yanıtlayacağımı bilemedim…
‘Evet, güvendeyim.’ diyebilirdim; zira alevler içindeki Ankara’ya da yanıp kül olan Güneydoğu’ya da uzak bir yerdeyim.
Ama güvende -dahası huzurlu- olmak için bu yeter mi?
‘Hayır, güvende değilim!’ de diyebilirdim; zira gözümle görüyorum, ulusumu oluşturan etnik ve sosyal unsurlar arasındaki çatlak her geçen gün biraz daha büyüyor.
Ama Türklerle Kürtler arasındaki bu ilişki değişimi, Ali ile Ayşe arasındaki boşanma davasına benzer basit bir hesaplaşmayla bitecek türden bir şey değil ki!
***
Ömrünün nerdeyse yirmi yılını özel okulların sınıflarına ve yönetim odalarına gömmüş bir eğitimciyim. Hasbelkader ülkenin en iyi okullarında çalıştım; ama şu kaygıyı ya da üzüntüyü belleğim hep sakladı, hep büyüttü:
Biz, bu yerleşkelerde belki iddia ettiğimiz gibi Avrupa standartlarına uygun, kusursuz ürünler oluşturuyoruz; ama ya dışarısı?
Oradaki çocuklar bu kadar şanslı mı?
Orada çalışan meslektaşlarım, daha iyi ürün oluşturmak için yeterli olanaklara sahip mi?
Daha da önemlisi, birkaç özel okulun harika çocuklar yetiştirmesi ve devlet okullarındaki idealist meslektaşlarımın da bu topluluğa birkaç genç daha eklemesi, Türkiye’nin kalkınması için yeterli mi?
Yoksa kaliteli eğitim alamamış ve mesela ömründe hiç laboratuvar çalışması yapmamış, yüz binlerce öğrencinin katıldığı ulusal sınavlara bir tek deneme sınavına dahi katılmadan hazırlanmış, bırakın üç beş farklı yayını ufkunu açacak bir tek yayını bile edinmeden müfredatlarla savaşmış ve maalesef daha hayat yolunun en başında yenilgiyle tanışmış yüzde yetmiş beşin içinde azınlıkta kalacak iyi eğitimli çocuklar yetiştirerek aslında ‘müzmin yalnızlar ve mutsuzlar’ mı yaratmış oluyoruz?
Okurlarım, lütfen devlet okullarını ve o okulların karşımıza bazen külkedisi masalı gibi çıkan harikulade ürünlerini küçümsediğimi düşünmesinler; tam aksi, ben de bütün öğrenim hayatını devlet okullarında geçirmiş vasat bir mezunum ve öğretmenliğe öyle okullarda başladım.
Benim vurgulamak istediğim şey, ‘Türkiye’nin güncel eğitim fotoğrafındaki şanslı azınlık ile şanssız çoğunluk arasında uçurumun çok tehlikeli ölçüde büyüdüğü ve derinleştiği’ gerçeği…
Bu acı gerçeği değiştirmek ve Türkiye’nin eğitim standardını olabilecek en yüksek noktaya, mesela Bilkent’in eğitim standartları düzeyine yükseltmek için inanın hayatımın bundan sonrasını gözümü kırpmadan feda edebilirim.
Çoğu meslektaşım gibi…
***
‘Güvende olmak’, sadece sıcak gündemin güvenlik, terör ve terörle mücadele; hatta politika, istihdam, ekonomi boyutlarında değil, hayatın her alt başlığında, her boyutunda yüksek standartlar yakalamamızla mümkün olabilecek bir şey. Uygarlıkla ilgili, belki son derece karmaşık gözüken ama aslında çok kolay anlaşılabilen ve aynı zamanda birkaç ihmal edilemez koşula bağlı bir şeydir ‘güvende olmak’:
Biraz açalım bunu:
Eğitimde yüksek standartlar. Bu olmazsa yarınımız karanlık!
Ekonomide yüksek standartlar. Bu olmazsa yoksullaşırız!
İnsan ilişkilerinde yüksek standartlar. Bu olmazsa yalnızlaşırız!
Diplomaside yüksek standartlar. Bu olmazsa daha da yalnızlaşırız!
Duygularda yüksek standartlar. Bu olmazsa kalaslaşırız!
Mimaride yüksek standartlar. Bu olmazsa betonlaşırız!
İnançları yaşamakta yüksek standartlar. Bu olmazsa bağnazlaşırız!
İstihdam ve sosyal güvenlik alanında yüksek standartlar. Bu olmazsa ya iş bulamayız ya da işverenlerin ayakları altında eziliriz!
Hukuk alanında ve adaletin tecellisinde yüksek standartlar. Bu olmazsa ilkel çağlara döneriz!
Demokraside yüksek standartlar. Bu olmazsa ilkel çağların da öncesine döneriz!..
Galiba bunların tümünü kuşatacak bir şey daha var:
Güvenlik algımızda ve devletin aldığı güvenlik önlemlerinde yüksek standartlar. Bu olmazsa gerisi zaten boş!
Bakınız: ‘Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi piramidi’…
Söylediğimin açılımı: Sizi bugün Halep’e emniyet müdürü yapsalar, on bin dolar da maaş ödeyecek olsalar gidip o koltuğa oturur musunuz?
Mesele bu işte!
***
Asıl mesele, güzelliğin ve zenginliğin piramidin tepesine; iyiliğin ve yetinmenin aynı piramidin tabanına hapsolmaması meselesi…
Çünkü güvenlik denen şey, toptan tüfekten daha çok samimi ve evrensel çapta iyilikle, paylaşılan küresel huzurla, göze görünen eşitlikle, zamanında tecelli eden adaletle, bütün dünyada teşvik edilecek gerçek demokrasiyle ilgili bir şey…
***
Zuckerberg’in ‘Güvende misin?’ sorusunu evet ya da hayır cinsinden yanıtlayanların kaçı Ankara’da yaşanan yıkımı bütün ayrıntılarıyla düşündü, dahası yanıtlayıcıların kaçının bu ayrıntılarda gizli hikâyeleri düşünmeye ayıracağı zamanı vardı, bunu bilemeyiz; ama kesin olan şu ki derin düşünenlerin çoğu o soruya yanıt vermekte zorlandı ve elini butondan çekti.
Felsefe, insanı böyle etkiliyor işte...