Dünyanın en kolay işi, kahraman(mış gibi) gözükmektir.
Mesela gençlerin gözdesine dönüşmek için azıcık protest -bizim anladığımız karşılığıyla biraz ‘muhalif’- takılmanız yeter. Sadece gençler değil, tüm kuşaklar için; romantizm ve hayal pompalamanız, onlarda düzeni değiştirebilecekleri -egemen kesim olabilecekleri- izlenimi oluşturmanız ve oluşumuna belki de bizzat katkı koyduğunuz gelenekleri, töreleri, tabuları kıyasıya karalayıp devrimci geçinmeniz…
Kahraman(mış gibi) gözükmenin en kestirme yolları bunlar…
Kuralları, doğruları anımsatarak ve uyulmayan prensiplere vurgu yaparak; meyvesini uzun vadede verecek güç şeyler için çabalayarak ve kalabalığa karşı çıkarak kolay kolay kahraman olamazsınız.
Olursunuz belki…
Ama bir ömre mal olur bu…
İnsanlar, özellikle gençler, sizin gerçek bir kahraman olduğunuzu anladıklarında ne yazık ki artık genç ya da idealist değillerdir. Anılarla uğraşmaya başlamışlardır artık.
Başka bir deyişle ‘Doğrucu Davutlar’ ancak kırklı yaşları devirmiş veteranların gözünde -nihayet- kahramana dönüşürler; iş işten geçtikten sonra…
Öte yandan…
Gerçekten kahraman olmak ya da ömür boyu kahraman olarak kalabilmek ise dünyanın en zor işidir…
Çünkü bu, sarsılmaz bir irade ister…
Cesaret ister…
Tabuları yıkma kararlılığı ister…
Planlayıcı akıl ve yani yüksek organizasyon zekâsı ister…
Önyargıları parçalayacak kadar azim ve süreklilik ister…
Ve yani gerçek bir kahraman olabilmek için;
Çok kitap okumak…
Kalabalıklara meydan okumak…
Olup bitenleri doğru okumak…
Henüz var olmayan doğrultusunda meraklı olmak…
Gereğinde kendi kendinle çatışmak…
Ama her koşulda, hep ayakta kalmak…
Ve yolun sonuna gelince diz çökmeden ayakta ölmek…
Şarttır!
***
Gerçek kahramanlar ile kahraman gözükenleri birbirinden ayırmak sizin için bir ihtiyaç mıdır, değil midir, bilemem; ama Muhammed Ali ya da Müslümanlığı seçmeden önceki adıyla Cassius Marcellus Clay, benim bakış açıma göre bu bağlamda kusursuz bir ayraç.
Kahramanlarla şarlatanları birbirinden ayırt eden ince ayrıntıları bir filozof gibi betimlemiştir çünkü.
Böyle olduğu için de bokstan hiç hoşlanmadığım halde Lousville-Kentuckli bu âsi boksörün dehası beni oldum olası etkiledi.
Bir boksörün basit hikâyesini biraz abarttığımı mı düşünüyorsunuz?
Vietnam Savaşı’na karşı çıktığı için 5 yıl hapis cezası aldıktan hemen sonra, 1968’in çalkantılı Amerika’sında ve muhalif tutumu nedeniyle FBI tarafından izlenirken, ‘Gerçek erkekler, barış için savaşır; gerçek kadınlar, seslerini yükselterek kavgaya katılırlar…’ deyişi hiç de sıradan bir davranış değildir!
Öyleyse abarttığımı düşünmemelisiniz…
Keza;
‘Şampiyonlar, salonlardan çıkmaz; içlerinde tutku, hayal ve amaç olan insanlardan çıkar…’ diyerek 60’lı yılların efsane takımı Boston Celtics’e esin kaynağı olması; ‘Yeşiller’in soyunma odasına bu sözün yazılması ve aynı odaya 10 yılda 9 NBA şampiyonluğunun sığması da pek sıradan sayılmaz…
11 Eylül saldırılarının ardından kendisine ‘Bu saldırıları gerçekleştirenlerle aynı dine mensup olmak nasıl bir duygu?’ diye soran gazeteciyi ‘Hitler’le aynı dine mensup olmak sizin için nasıl bir duyguysa, benimki de onun aynısı…’ diyerek otuz sekizinci ve son nakavtını yapması…
Bu tam bir başyapıt!
Ve nihayet…
‘Her günü son gününmüş gibi yaşa; nasılsa bir gün haklı çıkacaksın…’ deyişi ve böylelikle bize armağan ettiği kırılmaz-bozulmaz pusula…
Her biri ayrı bir epigram…
Bunlar sıradan şeyler ya da basit dışavurumlar değil!
Ve bütün bunların ışığında diyebiliriz ki Muhammed Ali kesinlikle sıradan bir sporcu değildi!
Bir dehaydı O…
Dışlana dışlana karşısındakini kucaklamayı; dövüşe dövüşe barış yanlısı olmayı; ezile ezile merhamet göstermeyi öğrenmiş bir deha.
Ve gerçek bir kahraman…
***
Geçtiğimiz hafta Muhammed Ali, Allah’ın rahmetine kavuştu. Şampiyonun son zaferi buydu.
Ve bütün zaferlerinin en büyüğü…
Vardığı yer cennet olsun.
Mesela gençlerin gözdesine dönüşmek için azıcık protest -bizim anladığımız karşılığıyla biraz ‘muhalif’- takılmanız yeter. Sadece gençler değil, tüm kuşaklar için; romantizm ve hayal pompalamanız, onlarda düzeni değiştirebilecekleri -egemen kesim olabilecekleri- izlenimi oluşturmanız ve oluşumuna belki de bizzat katkı koyduğunuz gelenekleri, töreleri, tabuları kıyasıya karalayıp devrimci geçinmeniz…
Kahraman(mış gibi) gözükmenin en kestirme yolları bunlar…
Kuralları, doğruları anımsatarak ve uyulmayan prensiplere vurgu yaparak; meyvesini uzun vadede verecek güç şeyler için çabalayarak ve kalabalığa karşı çıkarak kolay kolay kahraman olamazsınız.
Olursunuz belki…
Ama bir ömre mal olur bu…
İnsanlar, özellikle gençler, sizin gerçek bir kahraman olduğunuzu anladıklarında ne yazık ki artık genç ya da idealist değillerdir. Anılarla uğraşmaya başlamışlardır artık.
Başka bir deyişle ‘Doğrucu Davutlar’ ancak kırklı yaşları devirmiş veteranların gözünde -nihayet- kahramana dönüşürler; iş işten geçtikten sonra…
Öte yandan…
Gerçekten kahraman olmak ya da ömür boyu kahraman olarak kalabilmek ise dünyanın en zor işidir…
Çünkü bu, sarsılmaz bir irade ister…
Cesaret ister…
Tabuları yıkma kararlılığı ister…
Planlayıcı akıl ve yani yüksek organizasyon zekâsı ister…
Önyargıları parçalayacak kadar azim ve süreklilik ister…
Ve yani gerçek bir kahraman olabilmek için;
Çok kitap okumak…
Kalabalıklara meydan okumak…
Olup bitenleri doğru okumak…
Henüz var olmayan doğrultusunda meraklı olmak…
Gereğinde kendi kendinle çatışmak…
Ama her koşulda, hep ayakta kalmak…
Ve yolun sonuna gelince diz çökmeden ayakta ölmek…
Şarttır!
***
Gerçek kahramanlar ile kahraman gözükenleri birbirinden ayırmak sizin için bir ihtiyaç mıdır, değil midir, bilemem; ama Muhammed Ali ya da Müslümanlığı seçmeden önceki adıyla Cassius Marcellus Clay, benim bakış açıma göre bu bağlamda kusursuz bir ayraç.
Kahramanlarla şarlatanları birbirinden ayırt eden ince ayrıntıları bir filozof gibi betimlemiştir çünkü.
Böyle olduğu için de bokstan hiç hoşlanmadığım halde Lousville-Kentuckli bu âsi boksörün dehası beni oldum olası etkiledi.
Bir boksörün basit hikâyesini biraz abarttığımı mı düşünüyorsunuz?
Vietnam Savaşı’na karşı çıktığı için 5 yıl hapis cezası aldıktan hemen sonra, 1968’in çalkantılı Amerika’sında ve muhalif tutumu nedeniyle FBI tarafından izlenirken, ‘Gerçek erkekler, barış için savaşır; gerçek kadınlar, seslerini yükselterek kavgaya katılırlar…’ deyişi hiç de sıradan bir davranış değildir!
Öyleyse abarttığımı düşünmemelisiniz…
Keza;
‘Şampiyonlar, salonlardan çıkmaz; içlerinde tutku, hayal ve amaç olan insanlardan çıkar…’ diyerek 60’lı yılların efsane takımı Boston Celtics’e esin kaynağı olması; ‘Yeşiller’in soyunma odasına bu sözün yazılması ve aynı odaya 10 yılda 9 NBA şampiyonluğunun sığması da pek sıradan sayılmaz…
11 Eylül saldırılarının ardından kendisine ‘Bu saldırıları gerçekleştirenlerle aynı dine mensup olmak nasıl bir duygu?’ diye soran gazeteciyi ‘Hitler’le aynı dine mensup olmak sizin için nasıl bir duyguysa, benimki de onun aynısı…’ diyerek otuz sekizinci ve son nakavtını yapması…
Bu tam bir başyapıt!
Ve nihayet…
‘Her günü son gününmüş gibi yaşa; nasılsa bir gün haklı çıkacaksın…’ deyişi ve böylelikle bize armağan ettiği kırılmaz-bozulmaz pusula…
Her biri ayrı bir epigram…
Bunlar sıradan şeyler ya da basit dışavurumlar değil!
Ve bütün bunların ışığında diyebiliriz ki Muhammed Ali kesinlikle sıradan bir sporcu değildi!
Bir dehaydı O…
Dışlana dışlana karşısındakini kucaklamayı; dövüşe dövüşe barış yanlısı olmayı; ezile ezile merhamet göstermeyi öğrenmiş bir deha.
Ve gerçek bir kahraman…
***
Geçtiğimiz hafta Muhammed Ali, Allah’ın rahmetine kavuştu. Şampiyonun son zaferi buydu.
Ve bütün zaferlerinin en büyüğü…
Vardığı yer cennet olsun.