Aliya Izzetbegoviç’in bir sözü facebook ve twitter ortamında sıkça yayınlanıyor. Aliya’ya atfedilen söz şu: “Ben olsam, Müslüman Doğu’daki tüm okullara ‘eleştirel düşünme’ dersi koyardım.”
Akıllı adamların dalkavukları değil münekkitleri vardır; akıllılar bilir ki, eleştirici aptallaşmış zekâyı harekete geçiren en etkili hizmetkârdır. Herhangi bir konuda kendini çıkmazda hisseden kişinin ümit bayrağını dalgalandıran eleştiri rüzgârından başkası değildir.
İleri süreceğimiz şu yargı belli bir gerçekliğe sahiptir: Gelişmiş ülkelerin başarılarını temin eden etkili uyarıcıların başında eleştiriye açık olmaları gelir. Geri kalmış ülkeler ise, eleştiriye açık olmadıklarından, saplandıkları çamurdan çıkıp ileriye gidememektedirler. Bu yargı belli bir doğruluğa sahipse, Aliya’da, tespitinde haklıdır.
İnsanlar, farklı kabiliyetlerde yaratılmıştır. Bu, insan aklının da çeşitliliği demektir. Haliyle insanı sürekli ileri taşıyan ve geleceği hayal ettiren bir amacı vardır. Her kabiliyet, geleceğin bereketli tarlasında bir tohum gibi yeşermeyi arzular; bu, fıtrî bir temayüldür. Bu fıtrî temayülün ortaya çıkmasını engelleyen ise eleştiri yokluğudur.
İnsanlara farklı yetenekler verilmiş olması bize şunu da göstermektedir: İnsan, sürekli ilerlemeye mecburdur; çünkü potansiyeli bunu ona emrediyor. Hayvanlarda böyle bir istidat yoktur. Arı on bin yıldır aynı şekilde bal üretmekte, aslan on bin yıldır aynı tarz da avlanmaktadır. Hayvanlardan sürpriz bekleyemeyiz; onlar belirlenmiş amaçları gerçekleştirir; sadece insanın ufku açık bırakılmıştır; sürprizler yapmak insanın hakkıdır. İnsandır ki, her çağda yeni bir âlem kurmakta ve gelecek yüz yılın tohumlarını da hayal, proje vb. şekillerde hazırlamaktadır.
Eğer, insan eleştirel akla önem vermezse, bir çeşit hayvanlaşır! Hatta hayvandan daha basit bir düzeye iniverir. Hayvan, belli bir gayeyi fıtrî olarak gerçekleştirir, amaçsız, yani eleştiriden mahrum bırakılmış insan ise, toplumun sırtında bir asalak gibi yaşar.
İlerleme ve değişim insanın kaderidir; bu, durdurulamaz. Arıyı bal yapmaktan men edemeyeceğimiz gibi, insandaki ilerleme ve değişim isteğini de yok edemeyiz; ancak, bunu eleştiriyi ortadan kaldırarak engelleyebiliriz! İşte İslam toplumu, uzun yüz yıllardır, eleştiriye izin vermeyerek, geri kalmayı becermiştir!
Tenkidin önemi
Fatih Sultan Mehmet’i, Abdülhamit Han’ı, Atatürk’ü yahut Erdoğan’ı, Kılıçdaroğlu’nu, Bahçeli’yi, Perinçek’i, Apo’yu, Fetö’yü eleştiremezsiniz; şeyhi, profesörü, öğretmeni, memuru, gazeteciyi, yazarı-çizeri eleştiremezsiniz; anayı-babayı, evladı eleştiremezsiniz! Niçin eleştiremezsin? Çünkü onlar, din adına, ideoloji ya da kanun adına âdeta layüsel kılınmıştır! (Cemaat içinde eleştiri yapılabilseydi ‘Gülen, FETÖ’ye dönüşebilir miydi!?)
Eleştiriyi tam olarak anladığımız söylenemez. ‘Ben herkesi eleştiririm, arkadaş!’ diyen kimi insanlara kulak vermek istiyorsunuz. Eleştiri yerine küfür dinliyorsunuz: Onun anası böyle, bunun babası şöyle, o şunu çaldı, bu bunu kaptı, o şunla yattı bu bunla kalktı! Bu türden eleştiri çamuru çiğnemek ve bataklığı büyütmektir. Günümüz şarkı budur. Şarktaki, mazi eleştirisi de maziye sövmek olarak algılandı; içimizden, sövdüğü şahsı ya da sövdüğü devri, bilimsel ve objektif davranarak eleştirebilen insan nadir olarak çıkmıştır. Haliyle şark ilerleyememiştir! (Cemil Meriç’in Jurnalleri ve diğer kitapları eleştirinin nasıl olması gerektiğini öğreten örnek bir okuma başlangıcı olabilir.)
Şarkta, toplumlar, eleştirilemez kişi ya da inançların arasında taksim edilmişlerdir. Ömer’i tenkite hazır dili ve kılıcı gizleyerek, ulü’l-emre itaati farz kılan kurnaz şark, siyasi ve dini şeflerin sultasını bugün de üzerinden atabilmiş değildir. Düşünmeliyiz; her şahsın ve her devrin eleştirisi objektif olarak yapılmadan toplumun sağlıklı milli bir bünyeye ve umut veren bir geleceğe sahip olması nasıl mümkün olabilir?
İslam dininin; ‘İki günü birbirine eşit olan ziyandadır!’; ‘Günün muhasebesini yapmadan uyumayınız!’ vb. ilkeleri, kişisel ve toplumsal eleştirinin önemini vurgular. İnsandaki nefs mertebeleri de eleştirel mertebelerdir. Mesela kötülüğü, çıkarcılığı, arzuperestliği, tembelliği temsil eden ‘nefs-i emmare’ mertebesi (ki, bu mertebe şarkta nerdeyse tüm kitleyi içine almaktadır), ancak, bu nefsin eleştirilmesiyle, ‘nefs-i levvame / kendini kınayan nefis’ mertebesine kişiyi yükseltebilmektedir. (Nefsin yedi mertebesi var. Her mertebe, bir önceki nefsin eleştirisiyle elde edilmektedir.) İnsan, kişisel eleştirisiyle kendini kınayan nefis mertebesine çıkabilirken, bu ilkeyi yerine getirmeyen Müslümanların, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel hayatlarında, büyük inkılaplar beklemek, hele ‘İslam Medeniyeti’ kurmak gibi, iddialar ileri sürmek, ahmaklıktan da öte kalp ve akıl körlüğüdür.
Eleştirinin olmadığı yerde din de akıl da dejenere olmaktan kurtulamaz. Eleştirel akıl geri gelince onun din ve akıl adına açacağı yol, kulların değil, Hakk’ın ve hukukun üstünlüğü yolu olacaktır. (Hukuk; insanın hakkını ve şahsiyetini korur; kime karşı korur? Başta şeflere, krallara, liderlere, ideolojilere vb. karşı.) Eleştirel aklın öncülüğü kabul edilir ve tahammül gösterilirse, toplum köklerinden yeni bir medeniyet tohumu tasavvur edip gerçekleştirme çabası içine girebilir. Müslümanlar, eleştirel akla geri dönmedikçe, artık bir daha İslam Medeniyeti kuramayacaklardır.
Bir toplum, eleştiriye tahammülsüzse -ki, biz millet olarak öyleyiz, şarkın diğer milletleri de bizim gibidir!- orada çoğalan riyakârlık, yalancılık, küfürbazlık, cahillik, suç gibi menfi hallerdir. Şarklı gençlerin yükselen paradigması; ‘yaşama sevincini kaybetme: Ye-iç, gez-toz, seks yap, maça git, bara takıl, kahvede otur, ot kullan, sarhoş ol, alkol ve nikotin kok!..’; bunun bir ileri versiyonunu ise, ‘evlenme, yuva kurma, çocuk yapma, zengin ol ve yaşa!’ şeklindedir.
Şarkın siyasetçi ve aydınları, yüz yıl önce, bu kötülük tohumlarını ektiler, bugün yetişenler, dün ekilenlerden öte bir şey değildir. Doğru bir ekim yapmadığımız ortada; madem gelişme ve değişim kaçınılmazdır; müspet bir gelişme ve değişim istiyorsak, Batı medeniyetinin araçlarını da kullanarak, kendi köklerimizi sulamak ve eleştiriyle tarlamızı çapalamak gerekir. Bunu yapmaya başlarsak, yeni bir İslam Medeniyeti tasavvuru kurmak hakkımız olabilir.
Akıllı adamların dalkavukları değil münekkitleri vardır; akıllılar bilir ki, eleştirici aptallaşmış zekâyı harekete geçiren en etkili hizmetkârdır. Herhangi bir konuda kendini çıkmazda hisseden kişinin ümit bayrağını dalgalandıran eleştiri rüzgârından başkası değildir.
İleri süreceğimiz şu yargı belli bir gerçekliğe sahiptir: Gelişmiş ülkelerin başarılarını temin eden etkili uyarıcıların başında eleştiriye açık olmaları gelir. Geri kalmış ülkeler ise, eleştiriye açık olmadıklarından, saplandıkları çamurdan çıkıp ileriye gidememektedirler. Bu yargı belli bir doğruluğa sahipse, Aliya’da, tespitinde haklıdır.
İnsanlar, farklı kabiliyetlerde yaratılmıştır. Bu, insan aklının da çeşitliliği demektir. Haliyle insanı sürekli ileri taşıyan ve geleceği hayal ettiren bir amacı vardır. Her kabiliyet, geleceğin bereketli tarlasında bir tohum gibi yeşermeyi arzular; bu, fıtrî bir temayüldür. Bu fıtrî temayülün ortaya çıkmasını engelleyen ise eleştiri yokluğudur.
İnsanlara farklı yetenekler verilmiş olması bize şunu da göstermektedir: İnsan, sürekli ilerlemeye mecburdur; çünkü potansiyeli bunu ona emrediyor. Hayvanlarda böyle bir istidat yoktur. Arı on bin yıldır aynı şekilde bal üretmekte, aslan on bin yıldır aynı tarz da avlanmaktadır. Hayvanlardan sürpriz bekleyemeyiz; onlar belirlenmiş amaçları gerçekleştirir; sadece insanın ufku açık bırakılmıştır; sürprizler yapmak insanın hakkıdır. İnsandır ki, her çağda yeni bir âlem kurmakta ve gelecek yüz yılın tohumlarını da hayal, proje vb. şekillerde hazırlamaktadır.
Eğer, insan eleştirel akla önem vermezse, bir çeşit hayvanlaşır! Hatta hayvandan daha basit bir düzeye iniverir. Hayvan, belli bir gayeyi fıtrî olarak gerçekleştirir, amaçsız, yani eleştiriden mahrum bırakılmış insan ise, toplumun sırtında bir asalak gibi yaşar.
İlerleme ve değişim insanın kaderidir; bu, durdurulamaz. Arıyı bal yapmaktan men edemeyeceğimiz gibi, insandaki ilerleme ve değişim isteğini de yok edemeyiz; ancak, bunu eleştiriyi ortadan kaldırarak engelleyebiliriz! İşte İslam toplumu, uzun yüz yıllardır, eleştiriye izin vermeyerek, geri kalmayı becermiştir!
Tenkidin önemi
Fatih Sultan Mehmet’i, Abdülhamit Han’ı, Atatürk’ü yahut Erdoğan’ı, Kılıçdaroğlu’nu, Bahçeli’yi, Perinçek’i, Apo’yu, Fetö’yü eleştiremezsiniz; şeyhi, profesörü, öğretmeni, memuru, gazeteciyi, yazarı-çizeri eleştiremezsiniz; anayı-babayı, evladı eleştiremezsiniz! Niçin eleştiremezsin? Çünkü onlar, din adına, ideoloji ya da kanun adına âdeta layüsel kılınmıştır! (Cemaat içinde eleştiri yapılabilseydi ‘Gülen, FETÖ’ye dönüşebilir miydi!?)
Eleştiriyi tam olarak anladığımız söylenemez. ‘Ben herkesi eleştiririm, arkadaş!’ diyen kimi insanlara kulak vermek istiyorsunuz. Eleştiri yerine küfür dinliyorsunuz: Onun anası böyle, bunun babası şöyle, o şunu çaldı, bu bunu kaptı, o şunla yattı bu bunla kalktı! Bu türden eleştiri çamuru çiğnemek ve bataklığı büyütmektir. Günümüz şarkı budur. Şarktaki, mazi eleştirisi de maziye sövmek olarak algılandı; içimizden, sövdüğü şahsı ya da sövdüğü devri, bilimsel ve objektif davranarak eleştirebilen insan nadir olarak çıkmıştır. Haliyle şark ilerleyememiştir! (Cemil Meriç’in Jurnalleri ve diğer kitapları eleştirinin nasıl olması gerektiğini öğreten örnek bir okuma başlangıcı olabilir.)
Şarkta, toplumlar, eleştirilemez kişi ya da inançların arasında taksim edilmişlerdir. Ömer’i tenkite hazır dili ve kılıcı gizleyerek, ulü’l-emre itaati farz kılan kurnaz şark, siyasi ve dini şeflerin sultasını bugün de üzerinden atabilmiş değildir. Düşünmeliyiz; her şahsın ve her devrin eleştirisi objektif olarak yapılmadan toplumun sağlıklı milli bir bünyeye ve umut veren bir geleceğe sahip olması nasıl mümkün olabilir?
İslam dininin; ‘İki günü birbirine eşit olan ziyandadır!’; ‘Günün muhasebesini yapmadan uyumayınız!’ vb. ilkeleri, kişisel ve toplumsal eleştirinin önemini vurgular. İnsandaki nefs mertebeleri de eleştirel mertebelerdir. Mesela kötülüğü, çıkarcılığı, arzuperestliği, tembelliği temsil eden ‘nefs-i emmare’ mertebesi (ki, bu mertebe şarkta nerdeyse tüm kitleyi içine almaktadır), ancak, bu nefsin eleştirilmesiyle, ‘nefs-i levvame / kendini kınayan nefis’ mertebesine kişiyi yükseltebilmektedir. (Nefsin yedi mertebesi var. Her mertebe, bir önceki nefsin eleştirisiyle elde edilmektedir.) İnsan, kişisel eleştirisiyle kendini kınayan nefis mertebesine çıkabilirken, bu ilkeyi yerine getirmeyen Müslümanların, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel hayatlarında, büyük inkılaplar beklemek, hele ‘İslam Medeniyeti’ kurmak gibi, iddialar ileri sürmek, ahmaklıktan da öte kalp ve akıl körlüğüdür.
Eleştirinin olmadığı yerde din de akıl da dejenere olmaktan kurtulamaz. Eleştirel akıl geri gelince onun din ve akıl adına açacağı yol, kulların değil, Hakk’ın ve hukukun üstünlüğü yolu olacaktır. (Hukuk; insanın hakkını ve şahsiyetini korur; kime karşı korur? Başta şeflere, krallara, liderlere, ideolojilere vb. karşı.) Eleştirel aklın öncülüğü kabul edilir ve tahammül gösterilirse, toplum köklerinden yeni bir medeniyet tohumu tasavvur edip gerçekleştirme çabası içine girebilir. Müslümanlar, eleştirel akla geri dönmedikçe, artık bir daha İslam Medeniyeti kuramayacaklardır.
Bir toplum, eleştiriye tahammülsüzse -ki, biz millet olarak öyleyiz, şarkın diğer milletleri de bizim gibidir!- orada çoğalan riyakârlık, yalancılık, küfürbazlık, cahillik, suç gibi menfi hallerdir. Şarklı gençlerin yükselen paradigması; ‘yaşama sevincini kaybetme: Ye-iç, gez-toz, seks yap, maça git, bara takıl, kahvede otur, ot kullan, sarhoş ol, alkol ve nikotin kok!..’; bunun bir ileri versiyonunu ise, ‘evlenme, yuva kurma, çocuk yapma, zengin ol ve yaşa!’ şeklindedir.
Şarkın siyasetçi ve aydınları, yüz yıl önce, bu kötülük tohumlarını ektiler, bugün yetişenler, dün ekilenlerden öte bir şey değildir. Doğru bir ekim yapmadığımız ortada; madem gelişme ve değişim kaçınılmazdır; müspet bir gelişme ve değişim istiyorsak, Batı medeniyetinin araçlarını da kullanarak, kendi köklerimizi sulamak ve eleştiriyle tarlamızı çapalamak gerekir. Bunu yapmaya başlarsak, yeni bir İslam Medeniyeti tasavvuru kurmak hakkımız olabilir.