(29 Mayıs Salı günü yayımlanan yazının devamı)
(…)
Özet: QS World University Ranking’in ‘Dünyanın En İyi 50 Hukuk Fakültesi-2017’ sıralamasında ülkemizden bir tek hukuk fakültesi bile yer almıyor. Halbuki Tayvan, Singapur, Yeni Zelanda, Şili bile birer fakülteyle bu sıralamaya dahil olmuş…
Şimdi…
Bu başarsızlıktan ötürü kime hesap sormak, kimi yargılamak lazım?
Avukatları mı yargılayalım; ‘Niye okuduğunuz fakülteler yüzümüzü ağartacak kadar kaliteli değildi’ mi diyelim?
Hakimlere, savcılara mı sitem edelim; ‘Niye bitirdiğiniz hukuk fakültelerine el atmıyorsunuz’ diye?
Vergilerimizle finanse ettiğimiz HSK’ya mı, YÖK’e mi veryansın edelim?
Rektörleri, dekanları, hukuk fakültelerinin hocalarını mı eleştirelim?
Adında ‘Milli’ kelimesi geçen iki bakanlığımızdan biri olan ve eğitimle ilgili her milli meselenin çözümleyicisi olmak gibi de yüksek bir mesuliyetin altına girmiş bulunan Milli Eğitim Bakanlığı’nın derdi zaten başından aşkın…
Ona hiç değmeyelim…
Benim fikrim olmaktan çok ‘durumun fotoğrafı’ olan bu ‘yetkisizlik traji-komedisi içerisinde ne yazık ki hukuk fakültelerini sınayacak kalite kriterleri kaynayıp gidiyor.
Gerçekten kimin sorumluluk ve yetki alanındadır bu?
Hukuk fakültelerimizi ‘dünya çapında tanınmışlık, araştırma etkinlikleri ve bu bağlamda kullanılan bütçeler, inovasyon çalışmaları, alınan uluslararası saygınlığa sahip ödüller, sosyal sorumluluk; toplumsal sorunlar karşısında korkusuzca inisiyatif geliştirme ve sivil toplumu gerçek-bilimsel literatürle besleme vesair kriterler’ açısından geliştirmek, sorgulamak, denetlemek kimin işidir?
Belli ki bilimsel olmayan ve sıraladığım evrensel kriterlerle de ilgisi bulunmayan başka şeyler, başka hesaplar, başka amaçlar, başka akıntılar tutup başka yerlere sürüklüyor bizim hukuk akademilerimizi ve akademisyenlerimizi…
Ya da daha iyimser bir ifadeyle ‘fazlasıyla kanaatkârız, uyuyoruz’!
Ve böyleyken de bağımsız bir devlet mi yoksa Çin’in bir eyaleti mi olduğunu bile tam anlayamadığımız Tayvan, hukuk yolunda yanımızdan vızzzt diye geçip gidiyor, solluyor bizi…
***
İşini ihmal etmiş bir sorumlu, hadi diyelim ki ehliyetsizlikten, beceriksizlikten, liyakatsızlıktan ya da kasten bu sonucu doğurmuş bir ‘suçlu’, bir günah keçisi bulsak bile maalesef ne bu fotoğrafa yansıyan geçmişi ne de yakın geleceği değiştiremeyeceğiz.
Orta ve uzun vâde için Allah kerim; ama kısa vadede, mesela sadece uluslararası yayımlar konusunda ‘birden bire’ reform gerçekleştirmek ya da dünyanın en saygın hukuk eğitmenleri olacak ‘üniversal’ hocaları iki üç yılda yetiştirmek hayal…
Çünkü bu bile başlı başına bir bilinç devrimi gerektiriyor.
Halihazırda okullarını aydınlatan bir avuç değerli akademisyeni, konuşma ve eleştirme yürekliliği gösterebilen sayılı aydınımızı, hakiki münevverleri tenzih ederim ama zemini tam olarak düzeltmeden gökdeleni dikmek nasıl başarılır?
Olur mu hiç?
***
Hani, şu an için sonuç değişmeyecektir ve fakat ben, yine de kendimce hukuk fakültelerimizin hâl-i pürmelalinin sorumlusu, dolayısıyla bu mevzu dahilinde ‘kusurlu’ bulduğum kişiyi veya kişileri belirterek eleştirimi noktalamak isterim. Suçlu demeyeyim, itham ağır olur ama ‘kusurlu olanlar’ ortada bence:
Hukuk fakültelerinde okuyan çocuklar…
Ve mesela bu verilere rağmen yakın gelecekte üniversite sınavında en yüksek puanları alıp lisans öğrenimi için hukuk fakültelerini tercih edecekler…
Kabaca 18-28 yaş aralığındaki hukuk meraklısı öğrenciler!
Her şeyden onlar sorumlu!
?!?
Hukuk gibi son derece önemli bir konuyla ilgili olarak orta yere yığılmış olan ve asla göz ardı edilemeyecek -hem de uluslararası çaplı- başarısızlıktan ötürü muhtemelen hiç kimsenin kendini sorumlu saymayacağı -mesela birinin kalkıp istifa etmeyeceği- her hikâyede, kendini savunabilme konusunda her kim en tecrübesiz ise onu suçlu saymak, dosyayı ‘kamu vicdanını rahatlatabilecek asgari sulh’ ile kapatmanın en kestirme yoludur.
Demem o ki hukuk fakültelerinin öğrencileri daha fazla çalışsalardı da okullarını dünya klasmanına soksalardı…
Ya da fakülteleri bu haliyle hiç tercih etmeyip YÖK’e esaslı bir ders verselerdi…
Bütün suç onların…
Onların dışında herkes masumdur ve kusursuzdur muhakkak…
Değil mi ya?
Eğer bu eleştiriye bir yanıt verilecekse onu da en başta Hukuk fakültelerimizin sevgili öğrencilerinden beklerim.
Ben, -her ne kadar ironik olsa da- manzaranın sorumlusu olarak onları gösterdim çünkü…
Nokta!
(…)
Özet: QS World University Ranking’in ‘Dünyanın En İyi 50 Hukuk Fakültesi-2017’ sıralamasında ülkemizden bir tek hukuk fakültesi bile yer almıyor. Halbuki Tayvan, Singapur, Yeni Zelanda, Şili bile birer fakülteyle bu sıralamaya dahil olmuş…
Şimdi…
Bu başarsızlıktan ötürü kime hesap sormak, kimi yargılamak lazım?
Avukatları mı yargılayalım; ‘Niye okuduğunuz fakülteler yüzümüzü ağartacak kadar kaliteli değildi’ mi diyelim?
Hakimlere, savcılara mı sitem edelim; ‘Niye bitirdiğiniz hukuk fakültelerine el atmıyorsunuz’ diye?
Vergilerimizle finanse ettiğimiz HSK’ya mı, YÖK’e mi veryansın edelim?
Rektörleri, dekanları, hukuk fakültelerinin hocalarını mı eleştirelim?
Adında ‘Milli’ kelimesi geçen iki bakanlığımızdan biri olan ve eğitimle ilgili her milli meselenin çözümleyicisi olmak gibi de yüksek bir mesuliyetin altına girmiş bulunan Milli Eğitim Bakanlığı’nın derdi zaten başından aşkın…
Ona hiç değmeyelim…
Benim fikrim olmaktan çok ‘durumun fotoğrafı’ olan bu ‘yetkisizlik traji-komedisi içerisinde ne yazık ki hukuk fakültelerini sınayacak kalite kriterleri kaynayıp gidiyor.
Gerçekten kimin sorumluluk ve yetki alanındadır bu?
Hukuk fakültelerimizi ‘dünya çapında tanınmışlık, araştırma etkinlikleri ve bu bağlamda kullanılan bütçeler, inovasyon çalışmaları, alınan uluslararası saygınlığa sahip ödüller, sosyal sorumluluk; toplumsal sorunlar karşısında korkusuzca inisiyatif geliştirme ve sivil toplumu gerçek-bilimsel literatürle besleme vesair kriterler’ açısından geliştirmek, sorgulamak, denetlemek kimin işidir?
Belli ki bilimsel olmayan ve sıraladığım evrensel kriterlerle de ilgisi bulunmayan başka şeyler, başka hesaplar, başka amaçlar, başka akıntılar tutup başka yerlere sürüklüyor bizim hukuk akademilerimizi ve akademisyenlerimizi…
Ya da daha iyimser bir ifadeyle ‘fazlasıyla kanaatkârız, uyuyoruz’!
Ve böyleyken de bağımsız bir devlet mi yoksa Çin’in bir eyaleti mi olduğunu bile tam anlayamadığımız Tayvan, hukuk yolunda yanımızdan vızzzt diye geçip gidiyor, solluyor bizi…
***
İşini ihmal etmiş bir sorumlu, hadi diyelim ki ehliyetsizlikten, beceriksizlikten, liyakatsızlıktan ya da kasten bu sonucu doğurmuş bir ‘suçlu’, bir günah keçisi bulsak bile maalesef ne bu fotoğrafa yansıyan geçmişi ne de yakın geleceği değiştiremeyeceğiz.
Orta ve uzun vâde için Allah kerim; ama kısa vadede, mesela sadece uluslararası yayımlar konusunda ‘birden bire’ reform gerçekleştirmek ya da dünyanın en saygın hukuk eğitmenleri olacak ‘üniversal’ hocaları iki üç yılda yetiştirmek hayal…
Çünkü bu bile başlı başına bir bilinç devrimi gerektiriyor.
Halihazırda okullarını aydınlatan bir avuç değerli akademisyeni, konuşma ve eleştirme yürekliliği gösterebilen sayılı aydınımızı, hakiki münevverleri tenzih ederim ama zemini tam olarak düzeltmeden gökdeleni dikmek nasıl başarılır?
Olur mu hiç?
***
Hani, şu an için sonuç değişmeyecektir ve fakat ben, yine de kendimce hukuk fakültelerimizin hâl-i pürmelalinin sorumlusu, dolayısıyla bu mevzu dahilinde ‘kusurlu’ bulduğum kişiyi veya kişileri belirterek eleştirimi noktalamak isterim. Suçlu demeyeyim, itham ağır olur ama ‘kusurlu olanlar’ ortada bence:
Hukuk fakültelerinde okuyan çocuklar…
Ve mesela bu verilere rağmen yakın gelecekte üniversite sınavında en yüksek puanları alıp lisans öğrenimi için hukuk fakültelerini tercih edecekler…
Kabaca 18-28 yaş aralığındaki hukuk meraklısı öğrenciler!
Her şeyden onlar sorumlu!
?!?
Hukuk gibi son derece önemli bir konuyla ilgili olarak orta yere yığılmış olan ve asla göz ardı edilemeyecek -hem de uluslararası çaplı- başarısızlıktan ötürü muhtemelen hiç kimsenin kendini sorumlu saymayacağı -mesela birinin kalkıp istifa etmeyeceği- her hikâyede, kendini savunabilme konusunda her kim en tecrübesiz ise onu suçlu saymak, dosyayı ‘kamu vicdanını rahatlatabilecek asgari sulh’ ile kapatmanın en kestirme yoludur.
Demem o ki hukuk fakültelerinin öğrencileri daha fazla çalışsalardı da okullarını dünya klasmanına soksalardı…
Ya da fakülteleri bu haliyle hiç tercih etmeyip YÖK’e esaslı bir ders verselerdi…
Bütün suç onların…
Onların dışında herkes masumdur ve kusursuzdur muhakkak…
Değil mi ya?
Eğer bu eleştiriye bir yanıt verilecekse onu da en başta Hukuk fakültelerimizin sevgili öğrencilerinden beklerim.
Ben, -her ne kadar ironik olsa da- manzaranın sorumlusu olarak onları gösterdim çünkü…
Nokta!