
1839-1861 yılları arasında hüküm sürmüş, Tanzimat ve Islahat Fermanlarını ilan etmiş, birçok evladı tahta çıkmış olan Abdülmecit’in oğlu olarak 1842 yılında İstanbul’da dünyaya gelen II. Abdülhamit Han, 10 Şubat 1918 yılında hayata gözlerini yummuştur. Annesi Tir-i Müjgan Sultan’ın genç yaşta ölmesi, Pirustu Kadın Efendi’nin, II. Abdülhamit’in yetişmesinde rol oynamasına neden olmuştur. Açık ve net konuşmayı seven, uzunca burunlu, ela gözlü ve esmer tenli olan sultan, Devleti Aliye için büyük bir şanstır. Dün olduğu gibi bugün de tartışılan, gündem de olan, hayırla yâd edilen yine cennet mekân, ulu Hakan Sultan II. Abdülhamit Han olmuştur. 33 yıllık saltanatı süresince attığı adımlar, aldığı kararlar, ihanetler karşısında ki net tavrıyla o son yüzyılın son imparatoru olma hakkını çoktan hak etmiştir. Siyaset ilminde göstermiş olduğu başarı tüm dünya devletlerince takdir edilmiş, övgü dolu sözler onun için kaleme alınmıştır. Dönemin, Alman İmparatoru onun için der ki:
“ Dünya siyasetinin % 90, II. Abdülhamit’in, % 5 benim, geriye kalan kısım ise diğerlerinindir.” İçten değil dıştan birinin söylediği bu söz bile onun kurtlarla nasıl dans ettiğinin herhalde en açık delili olsa gerekir.
Sultan Abdülaziz’in bilek damarlarının kesilmesi ve olaya intihar süsü verilmesinin ardından tahta 1876 yılında V. Murat getirilmişti. Genç Osmanlıların ilk etapta tahtta II. Abdülhamit’i geçirme düşünceleri olmamıştı. II. Abdülhamit ise özellikle şehzadeliği sırasında Mithat Paşa ile yakından ilgileniyor ve ona iltifatlarda bulunuyordu. V. Murat’ın aklı dengesi yerinde olmadığı gerekçesiyle tahttan indirilmesi ise II. Abdülhamit için taht yolunu açmıştır. 93 gün süren kısa saltanatın ardından V. Murat için hükümdarlık süreci bitmiş, Meşrutiyeti ilan etme sözü üzerine II. Abdülhamit kılıç kuşanmış ve tahttın yeri sahibi olmuştur. O, Genç Osmanlılar denilen Jön Türklerin batılılar tarafından yönlendirildiğini biliyor; fakat buna ilk etapta ses çıkarmıyordu. Alınan söz ve ardından meşrutiyetin ilanı, Osmanlı Devletinde yeni bir döneminde başlangıcı olmuştur. İlk yazılı anayasamız olan Kanuni Esasi ilan edilmiş, ardından serbest seçimlerin ardında Mebusan Meclisi açılmıştır. II. Abdülhamit ülke için meşrutiyet ve anayasanın kabulünün devrin şartlarında yeterli olmayacağını ve azınlıkların batılı devletlerce yönlendirilmesinin sona ermeyeceğini çok iyi biliyordu. Zira ilerleyen süreç II. Abdülhamit’in haklılığını ortaya çıkaracaktır. Meclis açılmış, azınlıklar vekil seçilmiş; fakat seçilenler için gaye Osmanlı Devleti değil, kendi milliyetleri olmuştu.
Sultan bunu en iyi idrak eden kişiydi ve meclisi anayasanın verdiği yetkiye dayanarak süresiz olarak tatil etmiştir. 1878-1908 arası sürecek olan bu devir, II. Abdülhamit’in yapmak istedikleri için de zemin hazırlayacaktır. Attığı her adım, aldığı her karar da bin kere düşünür, nihai kararda istişare yapar, ardından ise bu kararından asla dönmezdi. Kendisi için evhamlı diyenlere cevabı ise:
“Beni evhamlı sanıyorlardı, hayır, ben sadece gafil değildim, hepsi o kadar.” olmuştur.
İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, İtalya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi güçler arasında, dağılma dönemini yaşayan Osmanlı Devletinin varlığını devam ettirebilmesi için II. Abdülhamit gibi bir ustaya ihtiyaç vardı ve hakikaten de öyle bir liderlik sultan tarafından ortaya konulmuştu.
Üstat Necip Fazıl Kısakürek, II. Abdülhamit için der ki:
“ Abdülhamit’i anlamak, her şeyi anlamak olacaktır.”
Bu gün Ortadoğu, Uzakdoğu, Balkanlar ve Anadolu coğrafyasında meydana gelen olaylara baktığımızda, Necip Fazıl’ın, sultan hakkında söylediklerine hak vermemek elde değildir. Musul, Kerkük, Hama, Humus, Halep, Kudüs, Bosna, Hersek, Batı Trakya ve daha nice coğrafyalarda meydana gelen olaylar ve II. Abdülhamit’in tavrı Necip Fazıl’ın ne söylemek istediğinin delili olsa gerektir.
II. Abdülhamit dini ve fenni ilimleri önemser, bu iki şeye itikat etmek caizdir derdi. Gün de 15-16 saat çalışır, yorulmak bilmezdi. Marangozluk yapar, ata biner, yüzme ve atıcılık sporlarıyla ilgilenirdi. 1897 yılında Yunanlılar ile yapılan savaşta yaralanan tüm gaziler için kendi eliyle bastonlar yapmış ve onlara hediye etmiştir. Eli bol, gönlü geniş bir padişahtı. İsrafı sevmeyen padişahı lekelemek isteyenler, onun eli sıkı bir padişah olduğunu ortaya atmış ve kendi yalanlarıyla baş başa kalmışlardır. Kaldı ki sultan bizzat kendi kazancından harcama yapmayı sever, yılın belli zamanlarında ise ihsanlarda bulunurdu. Bunlardan bugün en yaygın olanı ise düğünlerin ve sünnet şölenlerinin özellikle ağustos ayında yapılmasıdır. II. Abdülhamit Han, tahtta çıkış yıl dönümlerinde bu tarz etkinlikler yapanlara altın gönderirdi. Bu yüzden herkes bu tarz etkinliklerini o ayda yapmaya çalışırdı. Yıllar içerisinde bu bir gelenek haline gelmiş ve ağustos ayı düğün ve eğlencenin bolca olduğu bir ay haline gelmiştir. Ümmet bilincinin oluşmasına çok önem verir, bu tarz çalışmaları da desteklerdi.
1890 yılında Uzakdoğu’ya Ertuğrul Gemisini göndermesi de hep bu düşüncesinin sonucudur. Japonya ve Çin gibi Uzakdoğu ülkelerinde İslam’ın gür sesinin çıkmasını istemiş hiçbir harcamadan çekinmemiştir. Hak ve peygamber sevgisi onun aracılığıyla o coğrafyalarda hayat bulmuştur. Ölümsüzlük bu olsa gerek, yakın zamana kadar bu coğrafyalarda hutbelerde II. Abdülhamit’in adını anılması ne güzel bir hatırlanmadır. Ya Bağdat-Berlin-Hicaz Demir yolları adımına ne demeli, ne yazmalı acaba. O dönemin değil yüzyılların projesi Hicaz Demir yolları olmuş, tüm ümmet halifesinin bu çağrısına bende varım demiştir. Parası olan parasıyla olmayan ise bedenen bu çalışmanın içinde olmuş ve proje kısa sürede amacına ulaşmıştır.
İlim ve fenne önem verdiği kadar, sanat ve sanatçıları da koruyan bir kişiliğe sahip olan II. Abdülhamit Han, Yıldız Sarayında tiyatro izlemeyi severdi. Tiyatronun yanı sıra bugün sultanı eleştirenlerin dahi gitmediği opera, II. Abdülhamit’in sık uğradığı sanatsal faaliyetler arasında yer almıştır. Polisiye ve dedektif romanlarından oluşan 2000-5000 arası bir kütüphaneye sahip olan sultan aynı zamanda Cem Sultan Divanını da bastırmıştır. İstanbul’u için 35 000 fotoğraf çektirmiş ve büyük bir hazine ve tarih arşivi geride bırakmıştır. Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurmuş, olaylardan bizzat kendisi ilk elden haberdar olmuştur.
Doğu, Güneydoğu ve Arap coğrafyaları için ileride doğabilecek olaylar için önceden tedbirler almış, yüzyılımızın sorunlarını önceden görmüştür. Hamidiye Alaylarını kurarak bölgede Kürt ve Arap aşiretlerinin çocukları için iş sahaları açmış, aynı zamanda bölgelerin güvenliğini bu güçlerle sağlamıştır. Kürtler için II. Abdülhamit, baba gibi görülmüş ve halen daha da saygı ve rahmetle anılmaya devam etmektedir. Aşiret Mektepleri ise Arap ve Kürt aşiretlerinin çocuklarının eğitim almasını sağlamış, devletine ve milletine bağlı nesillerin yetişmesine ön ayak olmuştur. Bölgede yabancı güçlerin din, eğitim ve ekonomiyi kullanarak toplumun bazı kesimlerini kullanmasının da böylelikle önü kesilmiştir. Bu atılan adımlardan rahatsız olanlar, II. Abdülhamit’i devirmek için iç ve dış mihrakları kullanmaya başlamıştır. Ne yazık ki bu oyuna kendi öz evlatlarımızda maşa olmuş, tarih onları değil, II. Abdülhamit’i haklı çıkarmıştır. İşte, o pişmanlık duyanlardan biri Damat Enver Paşa bakın sultan için hangi sözleri kaleme almıştır:
“Başımıza ne geldiyse bu adama yaptıklarımızdan geldi ve gelecek.”
Başka bir söze gerek var mıdır bilinmez ama Harbiye Nazırlığı ve Genelkurmay Başkanlığı yapmış, Edirne Fatihi, Sarıkamış Hareketinin mimari, Türkçü ve Turancı Enver Paşa’nın bu itirafı II. Abdülhamit’in ne tarz bir siyaset izlediğinin de kanıtıdır. Ermeni ve Yahudilerin, II. Abdülhamit düşmanlığı aslında bu süreçlerin başlamasında en önemli etkendir. Doğu Anadolu bölgesi ve Çukurova çevresinde etkili olmak isteyen Ermeniler, Kudüs ve Filistin bölgesini isteyen Yahudiler önlerin tek engel olarak sultanı görmüşler ve hedefe onu yerleştirmişlerdir. 1890 yılında Erzurum’da ilk Ermeni İsyanın çıkması ve Yahudi Thedorl Herzl öncülüğünde Filistin’e yerleşme çabaları II. Abdülhamit’in politikalarına çarpmak zorunda kalmıştır. Yahudilerin, tüm borçların silinmesi karşılığında Filistin ve çevresinde toprak talebi, II. Abdülhamit’in tarihe not düşen şu sözleriyle hayalin ötesine dönem itibariyle geçmemiştir.
“ Bu vatan toprakları kanla kazanılmıştır. Toprak para ile satılmaz. Gücünüz yetiyorsa savaşın, kazanırsanız alırsın. Ben de size parayla verilecek toprak yoktur. Kan ile kazanılan kan dökülerek ancak verilir.”
Ceddim, ulu hakanım, son evrensel imparatorum, dünyanın son hükümdarı II. Abdülhamit Han, sen ki abdestsiz hiçbir belgeye imza atmazdın. Sen ki Uzakdoğu’da Allahın adının anılmasına ön ayak oldun, Medine’ye varan demir yolunun raylarına Hz. Peygamber rahatsız olmasın diye keçe döşettin. Sen ki boş yere kan dökülmesin diye tahttan olmana rağmen sana isyan edenlere dahi silah kullandırmadın. Sen gerçekten İlber Ortaylı hocanın dediği gibi Dünyanın Son Hükümdarısın. Sen Son evrensel imparatorsun.
Ermeni asıllı Fransız yazar ALBERT VANDAL kinini kusmuş ve II. Abdülhamit için Kızıl Sultan iftirasını atmıştır. O Kızıl Sultan değil, bilakis tüm insanlığın aydınlatılmasını sağlayan ak ve pak bir sultandır. Millet menfaatini, kişisel menfaatlere tercih eden, İslam ve ümmet bilinciyle hareket eden, hakkı üstün tutan birine elbette ki iftira dışında başka bir silah çekemezlerdi. Onlarda bu yolu seçmiş, sultanı iftiralarıyla halkın gözünde düşürmeye çalışmışlardı. Hatta bu hainler 1905 yılında Cuma namazı çıkışında sultana suikast tertip etmişler; ama emellerine ulaşamamışlardı. II. Abdülhamit Han burnu dahi kanamadan olaydan kurtulmuş, sakinliğini koruyarak Yıldız Sarayına geldiği gibi geri dönmüşlerdir.
II. Abdülhamit, 31 Mart İsyanın akabinde tahta indirilmiş, ardından Selanik’e sürgüne gönderilmiştir. Alaettin Köşkünde başlayan ve Balkan Savaşlarının çıkmasına kadar 3 yıl devam eden sürgün hayatının ardında 6 yıl sürecek bir ömürdü II. Abdülhamit’in son yılları. 13 Nisan 1909 tarihinde tahttan indirildiğinde kendisine bu haberi getiren heyetin içinde Yahudi, Ermeni, Arnavut ve Araplar vardı. Buna hem sevinmiş hem de üzülmüştü. Evlatlarının ne tür bir oyuna gittiklerini en iyi gören oydu. İttihat ve Terakki Cemiyetinin yanlış yolda olduğunu biliyor ve fakat artık eskisi gibi müdahale edemiyordu. O, İttihatçılar için tarihe geçen şu sözü de söylemekten geri durmamıştır.
“Onlar bu ülkeyi 10 yıl yönetebilirlerse, 100 yıl yönettik diye övünsünler. “
İttihat ve Terakki Cemiyeti ve partisi üyeleri zannettiler ki II. Abdülhamit’ten kurtulursak her şey güllük gülistanlık olacak. Hâlbuki iyi olmayı bırakalım, mevcut durum dahi korunamamış ve cemiyet üyeleri 1918 yılında ülkeden kaçmak zorunda kalmışlardır. Sultan onlar için 10 demişti fakat 9 yıl da tükendiler ve bittiler. Ülke kaos ve savaşlarla baş başa kaldı ve Şark meselesi gündeme alanlar zamanın geldiği anlayıp, topraklarımızı işgale başladılar. Yazık hem de çok yazık oldu bu ülkenin evlatlarına ve kaynaklarına. İttihatçılar için yine bir sözünde II. Abdülhamit hakikati şöyle özetlemiştir:
“Hâkimiyet, çocukların eline geçti, neler yapabilecekler, bekleyip görmek lazım.”
1918, II. Abdülhamit’in hastalığının arttığı yıl olmuş, nefes darlığı, mide ağrısı ve soğuk algınlığı şikâyetiyle başlayan süreç ölümle sonuçlanmıştır. Ölüm haberi, Enver Paşa’ya bildirilmiş, Fatih Camisinde Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’nin cenaze namazını kıldırmasının ardında naaş Çemberlitaş’a II. Mahmut Türbesine götürülmüştür. II. Abdülhamit ölürse düzen buluruz diyenler hep pişman olmuş, en muhalifler bile pişmanlıklarını yazdıklarıyla dile getirmiştir. İşte bunlardan biri Rıza Tevfik’in pişmanlığı;
Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik sana utanmadan iftira atan,
Asrın en siyasi padişahına
II. Abdülhamit Han, aramızdan ayrılalı tam 102 yıl oldu. 102 yıl sadece onun bizden bedenen uzaklaştığı tarihe verilen ad oldu. O her an yanımızda, her an bizimle ve her an tarihin içinde olan bir kişiliktir. Attığı adımlar, açtığı okullar, kurduğu teşkilatlar, ortaya attığı fikirlerle halen daha diri halen daha tartışılan ve gündem de olanlardır. Dolayısıyla o ölmemiş bilakis bizimle ve tarihle iç içedir ve böyle kalmaya da devam edecektir. Nitekim şairin dediği gibi dünyayı diriler değil, ölüler yönetir.
“ Dünya siyasetinin % 90, II. Abdülhamit’in, % 5 benim, geriye kalan kısım ise diğerlerinindir.” İçten değil dıştan birinin söylediği bu söz bile onun kurtlarla nasıl dans ettiğinin herhalde en açık delili olsa gerekir.
Sultan Abdülaziz’in bilek damarlarının kesilmesi ve olaya intihar süsü verilmesinin ardından tahta 1876 yılında V. Murat getirilmişti. Genç Osmanlıların ilk etapta tahtta II. Abdülhamit’i geçirme düşünceleri olmamıştı. II. Abdülhamit ise özellikle şehzadeliği sırasında Mithat Paşa ile yakından ilgileniyor ve ona iltifatlarda bulunuyordu. V. Murat’ın aklı dengesi yerinde olmadığı gerekçesiyle tahttan indirilmesi ise II. Abdülhamit için taht yolunu açmıştır. 93 gün süren kısa saltanatın ardından V. Murat için hükümdarlık süreci bitmiş, Meşrutiyeti ilan etme sözü üzerine II. Abdülhamit kılıç kuşanmış ve tahttın yeri sahibi olmuştur. O, Genç Osmanlılar denilen Jön Türklerin batılılar tarafından yönlendirildiğini biliyor; fakat buna ilk etapta ses çıkarmıyordu. Alınan söz ve ardından meşrutiyetin ilanı, Osmanlı Devletinde yeni bir döneminde başlangıcı olmuştur. İlk yazılı anayasamız olan Kanuni Esasi ilan edilmiş, ardından serbest seçimlerin ardında Mebusan Meclisi açılmıştır. II. Abdülhamit ülke için meşrutiyet ve anayasanın kabulünün devrin şartlarında yeterli olmayacağını ve azınlıkların batılı devletlerce yönlendirilmesinin sona ermeyeceğini çok iyi biliyordu. Zira ilerleyen süreç II. Abdülhamit’in haklılığını ortaya çıkaracaktır. Meclis açılmış, azınlıklar vekil seçilmiş; fakat seçilenler için gaye Osmanlı Devleti değil, kendi milliyetleri olmuştu.
Sultan bunu en iyi idrak eden kişiydi ve meclisi anayasanın verdiği yetkiye dayanarak süresiz olarak tatil etmiştir. 1878-1908 arası sürecek olan bu devir, II. Abdülhamit’in yapmak istedikleri için de zemin hazırlayacaktır. Attığı her adım, aldığı her karar da bin kere düşünür, nihai kararda istişare yapar, ardından ise bu kararından asla dönmezdi. Kendisi için evhamlı diyenlere cevabı ise:
“Beni evhamlı sanıyorlardı, hayır, ben sadece gafil değildim, hepsi o kadar.” olmuştur.
İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, İtalya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi güçler arasında, dağılma dönemini yaşayan Osmanlı Devletinin varlığını devam ettirebilmesi için II. Abdülhamit gibi bir ustaya ihtiyaç vardı ve hakikaten de öyle bir liderlik sultan tarafından ortaya konulmuştu.
Üstat Necip Fazıl Kısakürek, II. Abdülhamit için der ki:
“ Abdülhamit’i anlamak, her şeyi anlamak olacaktır.”
Bu gün Ortadoğu, Uzakdoğu, Balkanlar ve Anadolu coğrafyasında meydana gelen olaylara baktığımızda, Necip Fazıl’ın, sultan hakkında söylediklerine hak vermemek elde değildir. Musul, Kerkük, Hama, Humus, Halep, Kudüs, Bosna, Hersek, Batı Trakya ve daha nice coğrafyalarda meydana gelen olaylar ve II. Abdülhamit’in tavrı Necip Fazıl’ın ne söylemek istediğinin delili olsa gerektir.
II. Abdülhamit dini ve fenni ilimleri önemser, bu iki şeye itikat etmek caizdir derdi. Gün de 15-16 saat çalışır, yorulmak bilmezdi. Marangozluk yapar, ata biner, yüzme ve atıcılık sporlarıyla ilgilenirdi. 1897 yılında Yunanlılar ile yapılan savaşta yaralanan tüm gaziler için kendi eliyle bastonlar yapmış ve onlara hediye etmiştir. Eli bol, gönlü geniş bir padişahtı. İsrafı sevmeyen padişahı lekelemek isteyenler, onun eli sıkı bir padişah olduğunu ortaya atmış ve kendi yalanlarıyla baş başa kalmışlardır. Kaldı ki sultan bizzat kendi kazancından harcama yapmayı sever, yılın belli zamanlarında ise ihsanlarda bulunurdu. Bunlardan bugün en yaygın olanı ise düğünlerin ve sünnet şölenlerinin özellikle ağustos ayında yapılmasıdır. II. Abdülhamit Han, tahtta çıkış yıl dönümlerinde bu tarz etkinlikler yapanlara altın gönderirdi. Bu yüzden herkes bu tarz etkinliklerini o ayda yapmaya çalışırdı. Yıllar içerisinde bu bir gelenek haline gelmiş ve ağustos ayı düğün ve eğlencenin bolca olduğu bir ay haline gelmiştir. Ümmet bilincinin oluşmasına çok önem verir, bu tarz çalışmaları da desteklerdi.
1890 yılında Uzakdoğu’ya Ertuğrul Gemisini göndermesi de hep bu düşüncesinin sonucudur. Japonya ve Çin gibi Uzakdoğu ülkelerinde İslam’ın gür sesinin çıkmasını istemiş hiçbir harcamadan çekinmemiştir. Hak ve peygamber sevgisi onun aracılığıyla o coğrafyalarda hayat bulmuştur. Ölümsüzlük bu olsa gerek, yakın zamana kadar bu coğrafyalarda hutbelerde II. Abdülhamit’in adını anılması ne güzel bir hatırlanmadır. Ya Bağdat-Berlin-Hicaz Demir yolları adımına ne demeli, ne yazmalı acaba. O dönemin değil yüzyılların projesi Hicaz Demir yolları olmuş, tüm ümmet halifesinin bu çağrısına bende varım demiştir. Parası olan parasıyla olmayan ise bedenen bu çalışmanın içinde olmuş ve proje kısa sürede amacına ulaşmıştır.
İlim ve fenne önem verdiği kadar, sanat ve sanatçıları da koruyan bir kişiliğe sahip olan II. Abdülhamit Han, Yıldız Sarayında tiyatro izlemeyi severdi. Tiyatronun yanı sıra bugün sultanı eleştirenlerin dahi gitmediği opera, II. Abdülhamit’in sık uğradığı sanatsal faaliyetler arasında yer almıştır. Polisiye ve dedektif romanlarından oluşan 2000-5000 arası bir kütüphaneye sahip olan sultan aynı zamanda Cem Sultan Divanını da bastırmıştır. İstanbul’u için 35 000 fotoğraf çektirmiş ve büyük bir hazine ve tarih arşivi geride bırakmıştır. Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurmuş, olaylardan bizzat kendisi ilk elden haberdar olmuştur.
Doğu, Güneydoğu ve Arap coğrafyaları için ileride doğabilecek olaylar için önceden tedbirler almış, yüzyılımızın sorunlarını önceden görmüştür. Hamidiye Alaylarını kurarak bölgede Kürt ve Arap aşiretlerinin çocukları için iş sahaları açmış, aynı zamanda bölgelerin güvenliğini bu güçlerle sağlamıştır. Kürtler için II. Abdülhamit, baba gibi görülmüş ve halen daha da saygı ve rahmetle anılmaya devam etmektedir. Aşiret Mektepleri ise Arap ve Kürt aşiretlerinin çocuklarının eğitim almasını sağlamış, devletine ve milletine bağlı nesillerin yetişmesine ön ayak olmuştur. Bölgede yabancı güçlerin din, eğitim ve ekonomiyi kullanarak toplumun bazı kesimlerini kullanmasının da böylelikle önü kesilmiştir. Bu atılan adımlardan rahatsız olanlar, II. Abdülhamit’i devirmek için iç ve dış mihrakları kullanmaya başlamıştır. Ne yazık ki bu oyuna kendi öz evlatlarımızda maşa olmuş, tarih onları değil, II. Abdülhamit’i haklı çıkarmıştır. İşte, o pişmanlık duyanlardan biri Damat Enver Paşa bakın sultan için hangi sözleri kaleme almıştır:
“Başımıza ne geldiyse bu adama yaptıklarımızdan geldi ve gelecek.”
Başka bir söze gerek var mıdır bilinmez ama Harbiye Nazırlığı ve Genelkurmay Başkanlığı yapmış, Edirne Fatihi, Sarıkamış Hareketinin mimari, Türkçü ve Turancı Enver Paşa’nın bu itirafı II. Abdülhamit’in ne tarz bir siyaset izlediğinin de kanıtıdır. Ermeni ve Yahudilerin, II. Abdülhamit düşmanlığı aslında bu süreçlerin başlamasında en önemli etkendir. Doğu Anadolu bölgesi ve Çukurova çevresinde etkili olmak isteyen Ermeniler, Kudüs ve Filistin bölgesini isteyen Yahudiler önlerin tek engel olarak sultanı görmüşler ve hedefe onu yerleştirmişlerdir. 1890 yılında Erzurum’da ilk Ermeni İsyanın çıkması ve Yahudi Thedorl Herzl öncülüğünde Filistin’e yerleşme çabaları II. Abdülhamit’in politikalarına çarpmak zorunda kalmıştır. Yahudilerin, tüm borçların silinmesi karşılığında Filistin ve çevresinde toprak talebi, II. Abdülhamit’in tarihe not düşen şu sözleriyle hayalin ötesine dönem itibariyle geçmemiştir.
“ Bu vatan toprakları kanla kazanılmıştır. Toprak para ile satılmaz. Gücünüz yetiyorsa savaşın, kazanırsanız alırsın. Ben de size parayla verilecek toprak yoktur. Kan ile kazanılan kan dökülerek ancak verilir.”
Ceddim, ulu hakanım, son evrensel imparatorum, dünyanın son hükümdarı II. Abdülhamit Han, sen ki abdestsiz hiçbir belgeye imza atmazdın. Sen ki Uzakdoğu’da Allahın adının anılmasına ön ayak oldun, Medine’ye varan demir yolunun raylarına Hz. Peygamber rahatsız olmasın diye keçe döşettin. Sen ki boş yere kan dökülmesin diye tahttan olmana rağmen sana isyan edenlere dahi silah kullandırmadın. Sen gerçekten İlber Ortaylı hocanın dediği gibi Dünyanın Son Hükümdarısın. Sen Son evrensel imparatorsun.
Ermeni asıllı Fransız yazar ALBERT VANDAL kinini kusmuş ve II. Abdülhamit için Kızıl Sultan iftirasını atmıştır. O Kızıl Sultan değil, bilakis tüm insanlığın aydınlatılmasını sağlayan ak ve pak bir sultandır. Millet menfaatini, kişisel menfaatlere tercih eden, İslam ve ümmet bilinciyle hareket eden, hakkı üstün tutan birine elbette ki iftira dışında başka bir silah çekemezlerdi. Onlarda bu yolu seçmiş, sultanı iftiralarıyla halkın gözünde düşürmeye çalışmışlardı. Hatta bu hainler 1905 yılında Cuma namazı çıkışında sultana suikast tertip etmişler; ama emellerine ulaşamamışlardı. II. Abdülhamit Han burnu dahi kanamadan olaydan kurtulmuş, sakinliğini koruyarak Yıldız Sarayına geldiği gibi geri dönmüşlerdir.
II. Abdülhamit, 31 Mart İsyanın akabinde tahta indirilmiş, ardından Selanik’e sürgüne gönderilmiştir. Alaettin Köşkünde başlayan ve Balkan Savaşlarının çıkmasına kadar 3 yıl devam eden sürgün hayatının ardında 6 yıl sürecek bir ömürdü II. Abdülhamit’in son yılları. 13 Nisan 1909 tarihinde tahttan indirildiğinde kendisine bu haberi getiren heyetin içinde Yahudi, Ermeni, Arnavut ve Araplar vardı. Buna hem sevinmiş hem de üzülmüştü. Evlatlarının ne tür bir oyuna gittiklerini en iyi gören oydu. İttihat ve Terakki Cemiyetinin yanlış yolda olduğunu biliyor ve fakat artık eskisi gibi müdahale edemiyordu. O, İttihatçılar için tarihe geçen şu sözü de söylemekten geri durmamıştır.
“Onlar bu ülkeyi 10 yıl yönetebilirlerse, 100 yıl yönettik diye övünsünler. “
İttihat ve Terakki Cemiyeti ve partisi üyeleri zannettiler ki II. Abdülhamit’ten kurtulursak her şey güllük gülistanlık olacak. Hâlbuki iyi olmayı bırakalım, mevcut durum dahi korunamamış ve cemiyet üyeleri 1918 yılında ülkeden kaçmak zorunda kalmışlardır. Sultan onlar için 10 demişti fakat 9 yıl da tükendiler ve bittiler. Ülke kaos ve savaşlarla baş başa kaldı ve Şark meselesi gündeme alanlar zamanın geldiği anlayıp, topraklarımızı işgale başladılar. Yazık hem de çok yazık oldu bu ülkenin evlatlarına ve kaynaklarına. İttihatçılar için yine bir sözünde II. Abdülhamit hakikati şöyle özetlemiştir:
“Hâkimiyet, çocukların eline geçti, neler yapabilecekler, bekleyip görmek lazım.”
1918, II. Abdülhamit’in hastalığının arttığı yıl olmuş, nefes darlığı, mide ağrısı ve soğuk algınlığı şikâyetiyle başlayan süreç ölümle sonuçlanmıştır. Ölüm haberi, Enver Paşa’ya bildirilmiş, Fatih Camisinde Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’nin cenaze namazını kıldırmasının ardında naaş Çemberlitaş’a II. Mahmut Türbesine götürülmüştür. II. Abdülhamit ölürse düzen buluruz diyenler hep pişman olmuş, en muhalifler bile pişmanlıklarını yazdıklarıyla dile getirmiştir. İşte bunlardan biri Rıza Tevfik’in pişmanlığı;
Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik sana utanmadan iftira atan,
Asrın en siyasi padişahına
II. Abdülhamit Han, aramızdan ayrılalı tam 102 yıl oldu. 102 yıl sadece onun bizden bedenen uzaklaştığı tarihe verilen ad oldu. O her an yanımızda, her an bizimle ve her an tarihin içinde olan bir kişiliktir. Attığı adımlar, açtığı okullar, kurduğu teşkilatlar, ortaya attığı fikirlerle halen daha diri halen daha tartışılan ve gündem de olanlardır. Dolayısıyla o ölmemiş bilakis bizimle ve tarihle iç içedir ve böyle kalmaya da devam edecektir. Nitekim şairin dediği gibi dünyayı diriler değil, ölüler yönetir.