
Bu hafta ki yazımızda 12 Eylül 1980 darbesine giden yol ve süreçte ön plana çıkan isimleri irdelemeye çalışacağız. Bu yazı yıllar önce Ankara’da düzenlenen sosyal bilimler liseleri adına düzenlenen sempozyumda Muhammet Has adlı öğrencim ile birlikte hazırlanmıştı. Kendisini şimdi hukuk fakültesi öğrencisidir. Çok emek verdi ve ortaya bu çalışmamız ortaya çıktı. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum.
27 Mayıs ve 12 Eylül Darbesi Önemli Şahsiyetleri ve Rolleri Ülke olarak siyasi geçmişimize baktığımızda, politikacıların ve devlet adamlarının farklı olaylar karşısında inisiyatif alıp belirleyici olduklarını görürüz. Süleyman Demirel, Adnan Menderes gibi devlet adamlarının siyasi kariyerleri incelendiğinde bu örneğe uygun oldukları görülür. Çalışmamızda kişilerin devlet işleyişini ilgilendiren konularda gereğinden fazla belirleyici rol almasının meydana getirdiği sorunları ele alacağız ve bu durumun darbelere etkisini ortaya koymaya çalışacağız. 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerindeki müsebbip ve mağdur kişilerin rolünü ve bu kişilerin dış güçlerle olan ilişkilerini belgeler ışığında gün yüzüne çıkaracağız. Türkiye hiç şüphesiz herhangi bir ülkenin kolay kolay atlatamayacağı, üzerine kolayca sünger çekip rutin işleyişine geri dönemeyeceği ağır travmalara yol açan askeri darbelere maruz kalmıştır. Çoğu zaman bu askeri darbeler korkunç sosyolojik depremlerin habercisi olmuştur. Marjinal gruplar ve terör örgütleri hep darbelerin ardından ortaya çıkmış, mevcut varlıklarını güçlendirmişlerdir. Ayrıca Türk demokrasi geleneğinde tarifi zor derin yaralar açmışlardır. Örneğin Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içerisinde gerçekleştirdiği askeri müdahale ile Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1970 sonrasında değiştirilen1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin ve ekonomisinin baskı altında yeniden yapılandırıldığı bir dönem başladı. 12 Eylül 1980 ihtilalinin ardından ise siyasi partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye’de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturdu, siyasi gelenekler tamamen alt-üst edildi. 12 Eylül1980 darbesi, özellikle 1970’lerin ikinci yarısından itibaren yaşanan siyasi ve ekonomik sorunların hiçbirine çözüm bulamayan siyasi iktidarlara karşı düzenlenmiş olması nedeniyle halk tarafından belli bir destek gördü. Hükümetlerin yönetememeleri, Meclisin etkin çalışamaması ve siyasi cinayetlerin yol açtığı kriz durumu, 12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel’in “70 sente muhtacız” sözü ile özetlenen işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları ileyoğunlaşmasının ardından gelen 12 Eylül darbesine karşı birdireniş olmadığı gibi, büyük çoğunluk, darbe liderlerini, ülkeninyeni liderleri olarak kısa sürede benimsedi. Bu da demokrasi kavramının bazı nedenler dolayısıyla halk tarafından ikinci plana atıldığını gösterdi. Bu durum ise Kenan Evren’i sıkıyönetim uygulamaları konusunda daha da cesaretlendirdi. Kenan Evren, asker sivil ayrımını yapmakta zorlanan, sözlerini kan donduracak cinsten kullanan, militarist devlet yönetimi anlayışına sahip, daha sonraları cumhurbaşkanlığı görevini ifa edecek olan darbeci bir generaldir. 1980 öncesi siyasal sistemimizin içerisine düştüğü kötü durumdan kendince vazife çıkarmış ve sivil siyasete doğrudan müdahil olmuştur. Sistemin aksaklığını sistemin izin vermediği ölçülerde olsa da kendi kişisel hamlesi ile ıslah etme yoluna gitmiştir. Kenan Evren'in bu hamlesi maalesef ıslah etmek şöyle dursun, kötü ve karmaşık giden siyasi gündemi hiçbir konuda pozitif ayrıştırmamıştır. Dönemin başlıca sorunlarından olan anarşi ve üniversite kavgalarında azalma görülmemiştir. Adnan Menderes ise başbakanlık görevi boyunca daha genç sayılabilecek demokrasimizi olgunlaştırmak için birçok adım attı. Tek parti döneminin otoriter sayılabilecek yönetim şekli sonrası Menderesin gelişi, halk için rahatlama vesilesi oldu. Arapça ezan yasağının kaldırılması, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, din ve din adamları üzerindeki siyasi baskının kaldırılması halk tarafından memnuniyetle karşılandı. Fakat Menderes demokrasi açısından iyi sayılabilecek eylemler de olsa yetkilerini dönemin yönetim anlayışının alışık olmadığı şekilde gerçekleştirdi. Bu durum, darbe niyetinde olanlar için darbe gerekçesi olarak görüldü ve demokrasimiz ilk kez sekteye uğramış oldu. Peki demokrasimizi sürekli sekteye uğratan, kısır bir döngü içerisine sokan, tam gerçek bir demokratik sisteme sahibiz dediğimizde kafamıza balyoz gibi inen darbelere, meydan veren temel sebep nedir?
27 Mayıs ve 12 Eylül Darbesi Önemli Şahsiyetleri ve Rolleri Ülke olarak siyasi geçmişimize baktığımızda, politikacıların ve devlet adamlarının farklı olaylar karşısında inisiyatif alıp belirleyici olduklarını görürüz. Süleyman Demirel, Adnan Menderes gibi devlet adamlarının siyasi kariyerleri incelendiğinde bu örneğe uygun oldukları görülür. Çalışmamızda kişilerin devlet işleyişini ilgilendiren konularda gereğinden fazla belirleyici rol almasının meydana getirdiği sorunları ele alacağız ve bu durumun darbelere etkisini ortaya koymaya çalışacağız. 27 Mayıs ve 12 Eylül darbelerindeki müsebbip ve mağdur kişilerin rolünü ve bu kişilerin dış güçlerle olan ilişkilerini belgeler ışığında gün yüzüne çıkaracağız. Türkiye hiç şüphesiz herhangi bir ülkenin kolay kolay atlatamayacağı, üzerine kolayca sünger çekip rutin işleyişine geri dönemeyeceği ağır travmalara yol açan askeri darbelere maruz kalmıştır. Çoğu zaman bu askeri darbeler korkunç sosyolojik depremlerin habercisi olmuştur. Marjinal gruplar ve terör örgütleri hep darbelerin ardından ortaya çıkmış, mevcut varlıklarını güçlendirmişlerdir. Ayrıca Türk demokrasi geleneğinde tarifi zor derin yaralar açmışlardır. Örneğin Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 günü emir komuta zinciri içerisinde gerçekleştirdiği askeri müdahale ile Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1970 sonrasında değiştirilen1961 Anayasası tamamen rafa kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin ve ekonomisinin baskı altında yeniden yapılandırıldığı bir dönem başladı. 12 Eylül 1980 ihtilalinin ardından ise siyasi partiler lağvedildi, parti liderleri önce askeri üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı. Bu durum, siyasi partilerin sürekliliği konusunda tarihsel sorunlar yaşayan Türkiye’de siyasi temsilin demokratikleşmesi önünde yeni bir engel oluşturdu, siyasi gelenekler tamamen alt-üst edildi. 12 Eylül1980 darbesi, özellikle 1970’lerin ikinci yarısından itibaren yaşanan siyasi ve ekonomik sorunların hiçbirine çözüm bulamayan siyasi iktidarlara karşı düzenlenmiş olması nedeniyle halk tarafından belli bir destek gördü. Hükümetlerin yönetememeleri, Meclisin etkin çalışamaması ve siyasi cinayetlerin yol açtığı kriz durumu, 12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel’in “70 sente muhtacız” sözü ile özetlenen işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları ileyoğunlaşmasının ardından gelen 12 Eylül darbesine karşı birdireniş olmadığı gibi, büyük çoğunluk, darbe liderlerini, ülkeninyeni liderleri olarak kısa sürede benimsedi. Bu da demokrasi kavramının bazı nedenler dolayısıyla halk tarafından ikinci plana atıldığını gösterdi. Bu durum ise Kenan Evren’i sıkıyönetim uygulamaları konusunda daha da cesaretlendirdi. Kenan Evren, asker sivil ayrımını yapmakta zorlanan, sözlerini kan donduracak cinsten kullanan, militarist devlet yönetimi anlayışına sahip, daha sonraları cumhurbaşkanlığı görevini ifa edecek olan darbeci bir generaldir. 1980 öncesi siyasal sistemimizin içerisine düştüğü kötü durumdan kendince vazife çıkarmış ve sivil siyasete doğrudan müdahil olmuştur. Sistemin aksaklığını sistemin izin vermediği ölçülerde olsa da kendi kişisel hamlesi ile ıslah etme yoluna gitmiştir. Kenan Evren'in bu hamlesi maalesef ıslah etmek şöyle dursun, kötü ve karmaşık giden siyasi gündemi hiçbir konuda pozitif ayrıştırmamıştır. Dönemin başlıca sorunlarından olan anarşi ve üniversite kavgalarında azalma görülmemiştir. Adnan Menderes ise başbakanlık görevi boyunca daha genç sayılabilecek demokrasimizi olgunlaştırmak için birçok adım attı. Tek parti döneminin otoriter sayılabilecek yönetim şekli sonrası Menderesin gelişi, halk için rahatlama vesilesi oldu. Arapça ezan yasağının kaldırılması, hak ve özgürlüklerin genişletilmesi, din ve din adamları üzerindeki siyasi baskının kaldırılması halk tarafından memnuniyetle karşılandı. Fakat Menderes demokrasi açısından iyi sayılabilecek eylemler de olsa yetkilerini dönemin yönetim anlayışının alışık olmadığı şekilde gerçekleştirdi. Bu durum, darbe niyetinde olanlar için darbe gerekçesi olarak görüldü ve demokrasimiz ilk kez sekteye uğramış oldu. Peki demokrasimizi sürekli sekteye uğratan, kısır bir döngü içerisine sokan, tam gerçek bir demokratik sisteme sahibiz dediğimizde kafamıza balyoz gibi inen darbelere, meydan veren temel sebep nedir?