
Herhalde bu sorunun cevabını bulmak için dünyadaki demokratik sistemlerle aradaki farkları teşhis edip, eksiklik sayılabilecek özellikleri süratle kendi demokrasimize tatbik etmeliyiz. Eleştirel bir gözle bakıldığı zaman “sistemsellik” kavramının, demokratik olgunluğa sahip ülkelerle Türkiye’de farklı algılandığını görebiliriz. Sistemsellik, kişilerin birleşerek önem arz eden sistemi oluşturmasıdır. Yani kişilerin rolünün en asgari düzeye indirilmesidir. Sistemin güçlü ve oturmuş olması demokratik devlet işleyişinde kişilerin önemini azaltır. Toplumu kişilerin insafına kalmaktan kurtarır. Sistemselliği özümsemiş demokrasilerde liderler Ortadoğu’da ve II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi kendilerine ulvi bir değer biçmezler. Kendilerini yalnızca sistemin bir parçası olarak görürler. Bürokraside yer alan memurlar ise görevlerinin dışına çıkmazlar. Bu da devlet işleyişinde olabilecek aksaklıkların önüne geçer. Esasen, bilimsel bir perspektiften bakıldığı takdirde darbelerde sistemsel birer aksaklık görülmektedir. Aksaklığa yol açan temel neden ise kişilerin kendilerini kurumların ve sistemin üzerinde görmesidir. Askeri darbeler de bu kişiler genellikle genelkurmay başkanları ve üst rütbeli subaylardır. 27 Mayıs ve 12 Eylül’de kişilerin sisteme başkaldırışı ve kendilerini sistemin üzerinde görmelerinden kaynaklanmaktadır. 12 Eylül'ün Kenan Evren'i, Tahsin Şahinkaya'sı, Nejat Tümer'i bu kişilerden yalnızca birkaçıdır. Sisteme uyumsuz kişilerin varlığı beraberinde birçok sorun getirir ve bu sorunların çözümü kısa vadede pek mümkün olmaz.
12 Mart Muhtırası sonrasındaki dönemde de bütün düzenlemelere rağmen sorunları çözmek mümkün olmamıştır. Demokrasinin kurumsallaşamaması sebebiyle sistem kısa zamanda iflas etmişti. Bir tarafta iktidar ile muhalefetin bir araya gelerek sorunları konuşamaması, diğer taraftan da siyasetin sağ ve sol diye ikiye bölünmesi, hızla artan, köyden şehre göç sonucunda ortaya çıkan taleplere siyasetin çözüm üretememesi de bu dönemdeki krizi derinleştirmiştir. Tüm bunlar 12 Eylül’e zemin hazırlanmıştır. Yabancı şahsiyetlerin darbelerdeki rolünü de azımsamamak gerekir. 27 Mayıs 1960 darbesinden yaklaşık dört ay önce ABD’nin Ankara Büyükelçisi, Başbakan Menderes’e Washington’un taleplerini içeren bir mektup sunmuştu. Mektuptaki en önemli taleplerden birisi 18-25 yaş arası gençlerin Sovyetler Birliğine karşı örgütlenmesinin sağlanması gibi talepler vardı. Menderes mektuptaki taleplerin hepsini reddedince Büyükelçi, Menderes’i darbe ile tehdit etmişti ancak Menderes buna ihtimal vermemişti. Ama 27 Mayıs 1960 tarihinde darbe gerçekleşti. Darbenin hemen ardından gelen yönetimler, sağ-sol-İslamcı-Kürtçü vs. çeşitli fikirlerdeki gençleri örgütlediler. İşte derin devlet teşvikiyle örgütlenen o gençler, 1970’lerin sağ-sol çatışmalarının hem zeminini hazırladılar hem çatışmalarda rol aldılar hem de o çatışmaların mağduru oldular. ABD-NATO misyonu, Türkiye’yi istikrarsızlaştırarak, çok güçlü çok zayıf olmamasını; dış etkilere açık, belli bir dengede olmasını istiyordu. 12 Eylül darbesine kadar çeşitli ideolojik ve siyasi idealist ve mücadele ruhu taşıyan genç çatışma ortamında heba edildi. Sağcıyı öldürene de solcuyu öldürene de silahı veren ve yönlendirmeyi yapan aynı odaktı. Yıllar süren çatışmalarda Türkiye’nin istikrarı tamamen bozuldu. Ülkenin geleceğine damgasını vuracak genç nesiller yok edildiler veya korkuyla sindirilerek pasifize edildiler. Çatışmalara rağmen yok edilemeyenler ise 12 Eylül darbesiyle ortadan kaldırıldılar. Darbe gecesi ABD Başkanı Jimmy Carter'a (“Damdaki Kemancı” oyununu izleyen) CIA tarafından, "Bizim çocuklar işi bitirdi" müjdesi iletildi. 12 Eylül Darbesi sırasında ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze'ye ise darbenin haberini ulaştıran diplomat “Your boys have done it-Senin çocuklar işi bitirdi” demişti.
Tüm bu bahsettiklerimizden yola çıkarak, genel bir tespitte bulunabiliriz. 27 Mayıs ve 12 Eylül, devletin ve ordunun üst kademelerindeki kişilerin görevlerinin dışına çıkması sonucu ortaya çıkmıştır. Kişilerin kendi demokrasilerini sağlamaya çalışmaları kaostan başka bir şey üretmez. Demokrasimizi olgunlaştıracak olan birkaç devlet adamı olmamalıdır. Demokrasimiz halkın çabası ve rolü ile ancak istenilen düzeye erişebilir.
KAYNAKÇA
Akıncı, Abdülvahap.(2013). Türk Siyasal Hayatında 1980 Sonrası Darbeler ve E- Muhtıra, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2, 39-58
Aydemir, Şevket Süreyya, Menderes’in Dramı, Remzi Kitapevi, Ankara
Başgil, Ali Fuat, 27 Mayis İhtilali ve Sebepleri, Yağmur Yayınları, Ankara
Cemal, Hasan, Tank Sesiyle Uyanmak, Doğan Kitap Yayıncılık, İstanbul
Gülen, Neşat, Anılarımda 27 Mayıs ve Yassıada, Kastaş Yayınları, Ankara
Sözer, Ercan, Askeri Darbeler ve Toplumsal Etkileri, Atılım Üniversitesi, Erşim tarihi: 20 Ocak 2017, http://e-bulten.library.atilim.edu.tr/sayilar/2010-04/makale2.html
12 Mart Muhtırası sonrasındaki dönemde de bütün düzenlemelere rağmen sorunları çözmek mümkün olmamıştır. Demokrasinin kurumsallaşamaması sebebiyle sistem kısa zamanda iflas etmişti. Bir tarafta iktidar ile muhalefetin bir araya gelerek sorunları konuşamaması, diğer taraftan da siyasetin sağ ve sol diye ikiye bölünmesi, hızla artan, köyden şehre göç sonucunda ortaya çıkan taleplere siyasetin çözüm üretememesi de bu dönemdeki krizi derinleştirmiştir. Tüm bunlar 12 Eylül’e zemin hazırlanmıştır. Yabancı şahsiyetlerin darbelerdeki rolünü de azımsamamak gerekir. 27 Mayıs 1960 darbesinden yaklaşık dört ay önce ABD’nin Ankara Büyükelçisi, Başbakan Menderes’e Washington’un taleplerini içeren bir mektup sunmuştu. Mektuptaki en önemli taleplerden birisi 18-25 yaş arası gençlerin Sovyetler Birliğine karşı örgütlenmesinin sağlanması gibi talepler vardı. Menderes mektuptaki taleplerin hepsini reddedince Büyükelçi, Menderes’i darbe ile tehdit etmişti ancak Menderes buna ihtimal vermemişti. Ama 27 Mayıs 1960 tarihinde darbe gerçekleşti. Darbenin hemen ardından gelen yönetimler, sağ-sol-İslamcı-Kürtçü vs. çeşitli fikirlerdeki gençleri örgütlediler. İşte derin devlet teşvikiyle örgütlenen o gençler, 1970’lerin sağ-sol çatışmalarının hem zeminini hazırladılar hem çatışmalarda rol aldılar hem de o çatışmaların mağduru oldular. ABD-NATO misyonu, Türkiye’yi istikrarsızlaştırarak, çok güçlü çok zayıf olmamasını; dış etkilere açık, belli bir dengede olmasını istiyordu. 12 Eylül darbesine kadar çeşitli ideolojik ve siyasi idealist ve mücadele ruhu taşıyan genç çatışma ortamında heba edildi. Sağcıyı öldürene de solcuyu öldürene de silahı veren ve yönlendirmeyi yapan aynı odaktı. Yıllar süren çatışmalarda Türkiye’nin istikrarı tamamen bozuldu. Ülkenin geleceğine damgasını vuracak genç nesiller yok edildiler veya korkuyla sindirilerek pasifize edildiler. Çatışmalara rağmen yok edilemeyenler ise 12 Eylül darbesiyle ortadan kaldırıldılar. Darbe gecesi ABD Başkanı Jimmy Carter'a (“Damdaki Kemancı” oyununu izleyen) CIA tarafından, "Bizim çocuklar işi bitirdi" müjdesi iletildi. 12 Eylül Darbesi sırasında ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze'ye ise darbenin haberini ulaştıran diplomat “Your boys have done it-Senin çocuklar işi bitirdi” demişti.
Tüm bu bahsettiklerimizden yola çıkarak, genel bir tespitte bulunabiliriz. 27 Mayıs ve 12 Eylül, devletin ve ordunun üst kademelerindeki kişilerin görevlerinin dışına çıkması sonucu ortaya çıkmıştır. Kişilerin kendi demokrasilerini sağlamaya çalışmaları kaostan başka bir şey üretmez. Demokrasimizi olgunlaştıracak olan birkaç devlet adamı olmamalıdır. Demokrasimiz halkın çabası ve rolü ile ancak istenilen düzeye erişebilir.
KAYNAKÇA
Akıncı, Abdülvahap.(2013). Türk Siyasal Hayatında 1980 Sonrası Darbeler ve E- Muhtıra, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2, 39-58
Aydemir, Şevket Süreyya, Menderes’in Dramı, Remzi Kitapevi, Ankara
Başgil, Ali Fuat, 27 Mayis İhtilali ve Sebepleri, Yağmur Yayınları, Ankara
Cemal, Hasan, Tank Sesiyle Uyanmak, Doğan Kitap Yayıncılık, İstanbul
Gülen, Neşat, Anılarımda 27 Mayıs ve Yassıada, Kastaş Yayınları, Ankara
Sözer, Ercan, Askeri Darbeler ve Toplumsal Etkileri, Atılım Üniversitesi, Erşim tarihi: 20 Ocak 2017, http://e-bulten.library.atilim.edu.tr/sayilar/2010-04/makale2.html