Açık konuşalım: Aziziye Tabyasını gün yüzüne çıkaran ve Top Dağı’na Aziziye Anıtı’nı yaptıran 3. Ordu Kumandanı Nurettin Baransel Paşa’dır. Baransel Paşa’nın gayretleri olmasaydı ne Erzurum halkının Aziziye kahramanlığı ne de Nene Hatunlar bu derece bilinebilirdi; belki de çoktan unutulup gitmişti. Erzurumluların bir diğer kahramanlığı 93 Harbi’nden önce, 1853-56 Kırım Harbi sırasındadır. Şehre gelen Rus kuvvetlerini Erzurum halkı mahalle savaşlarıyla durdurmuştur. Bu harikanın hikâyesini yazan da eski Genel Kurmay Başkanlarımızdan Orgeneral Fevzi Mengüç Paşa’dır. O, “Gâvurboğan muharebeleri” başlıklı yazısında hadiseyi anlatmıştır. Ne var ki, Erzurum’da, sanki de Gâvurboğan adı unutturulmak isteniyor. 12 Mart’ta kurtuluş şenlikleri düzenleyen şehre, atalarının kanlarını dökerek elde ettiği Gâvurboğan zaferi ve bu zaferin hatırasını yaşatan Gâvurboğan Mahallesi ismi unutturulmak istenmektedir!
Öte yandan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ve Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşunun 100. Yılı nedeniyle şehrimiz önemli bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Emeği geçenlere teşekkür ederiz. “Yüzümüz Bir Özümüz Bir” sloganıyla afişe edilen bu etkinliğin salon toplantısına katıldık ve Azerbaycan Milletvekili Ganire Paşayeva’nın samimi konuşmasından ziyadesiyle istifade ettik. Etkinlik kapsamında, Büyükşehir Belediyesi, “Nuri Paşa Bahçesi ile 100.Yıl Kahramanlar Anıtı” yaptı. Gidip görülmeli. Ganire Hanım, şahsı ve Azerbaycan adına teşekkür etti ve Büyükşehir Belediye Başkanı Sekmen’den bir de Karabağ Parkı sözü aldı.
Türkiye ve Azerbaycan iki devlet, fakat gerçekten tek bir millettir. Acılarımız da, sevinçlerimiz de birdir. Erzurum’da, Azerbaycan adına ne yapılsa azdır. Bizi üzen ise, Ordusunun yetişmesiyle Ermeni çetelerinin katliamından kurtulduğu için her yıl bayram yapan şehrin, Rus’u yendiği, Gâvurboğan muharebesini yok hükmünde görmesidir! Gâvurboğan Mahallesi ismi iade edilmelidir ve bu mahalleye, -daha önce önermiştik-, bir zafer anıt dikilmelidir…
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 9. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fevzi Mengüç’ün “Gâvurboğan muharebeleri” başlıklı yazısını, bu atmosferde, bir kez daha tarihe not düşmek ve ikaz mahiyetinde yayınlıyoruz:
“Osmanlı-Rus seferlerinden en mühimi 1854-1856 yıllarında cereyan etmiş ve bu sefer zaferimizle neticelenmiştir.
Kafkasları işgal eden Ruslar Doğu Anadolu’yu 1828’den beri tehdide başlamışlar ve zaman zaman ilk hedef olarak daima Erzurum’u seçmişlerdir.
Doğu Anadolu’da Erzurum kalesinin askeri, iktisadî ve siyasî önemi yüzyıllar boyu daima en önde yer almıştır. Bu keyfiyet bugün de böyledir, gelecekte de böyledir ve asla değişmeyecektir.
1854’de Rus orduları doğudan hudutlarımızı aşarak Kars’a ve Kars’tan sonra asıl hedef olan Erzurum’a ilerlemeye başlamışlardı. Diğer Rus kuvvetleri de Romanya üzerinden Tuna’ya yönelmişlerdi. Biz burada yalnız Doğu Anadolu harekât sahasındaki hadiseleri anlatacağız.
Erzurum’a ilerleyen Rus ordusuna mensup bir fırka (tümen) Abdurrahman Gazi Türbesini tahrip ve buradaki Erzurum kalesine hâkim tepeleri işgal ettikten sonra gece karanlığında Toprak tabyaya iki taburunu yaklaştırmıştı. Ermeni kılavuzlarının yardımı ile Toprak tabyanın zayıf tutulan kısmından şehrin güneydoğusunda ki Hasan Basri-i Ülya ve Hasan Basri-i Süflâ mahallerine girmeye muvaffak olmuşlardı. Rus askerleri burada Rabia Ana’nın kümbetini ve üst kısmını tahribe ve gece yarısı evlere saldırmağa başlamışlardı. Mevsim sonbahar, hava karlı ve soğuktu.
Gecenin karanlığı içinde bu beklenmedik durum karşısında iki mahalle halkı gece yarısı evlerinden fırladılar. 7 yaşında çocuğundan 70 yaşındaki ihtiyarına kadar, kadın erkek ellerine geçirdikleri sopa, kazma, baltadan başka, bıçak, kılıç ve eski sistem şeşhane tüfekleri ne kadar ne buldularsa bu iki Rus taburunun askerlerine saldırdılar. Gün doğuncaya kadar devam eden bu kanlı savaşta iki Rus taburunun hemen yüzde 90 ‘ı katledildi veya yaralandı. Geriye kalan ancak birkaç yüz kişi Abdurrahman Gazi sırtlarına doğru, canlarını güçlükle kurtarmak suretiyle kaçabildi.
Güneş Erzurum’un doğusundaki bu iki mahalleyi aydınlattığı zaman Hasan Basri deresinin içinde ve kenarlarında binlerce Rus ölüsü yatmakta ve bunların arasında kadınlarımızdan, erkeklerimizden genç ve ihtiyar bir kısım şehitlerimiz de bulunmakta idi. Zayiatımız Ruslara nazaran yüzde on nispetinde ve azdı.
Kanlı olduğu kadar şanlı olan bu savaşı kazanmış ve Erzurum’un mübarek topraklarına Rusların ayak basmasına mani olmuştuk. Hasan Basri deresi Rus ölülerinin çokluğu yüzünden o gün saatlerce kanlı sular halinde akmıştı.
Ruslar bu kanlı savaştan sonra ikinci bir teşebbüse geçmişlerse de tabyalarda ki askerlerle beraber döğüşen halkımızın kahramanca mukavemetleri karşısında yine muvaffak olamamışlardır.
Bu sırada Rumeli’deki Rus orduları da mağlubiyete uğradığından Erzurum karşısına gelen Ruslar Erzurum’a tekrar taarruzdan çekinerek, geldikleri istikamette doğuya doğru çekilmeğe mecbur olmuşlardı.
Bu sıralarda Erzurum’a vali ve kumandan olarak tayin edilmiş bulunan Feyzullah Paşa kahraman Hasan Basri mahalleri halkını tebrik ve takdir etmiş ve ayrıca Ordu emriyle de Erzurum ve civarındaki bütün askeri birliklere ve ahaliye bu büyük şahamat ve şecaat eserini yayınlamıştı. Vali ve Kumandan Feyzullah Paşa, Hasan Basri‘nin bu iki mahallesinin bundan sonra (Gâvur Boğan) Mahallesi lakabıyla anılmasının münasip olacağını söylemiş ve o zamanki Osmanlı Hükümdarı Sultan Mecid ‘e keyfiyeti arz ederek iradesini almış olup bu suretle o tarihten bugüne kadar bu iki mahalleye Gâvur Boğan mahallesi adı verilmiştir.
Bu savaşta kan döken, can veren kadın ve erkek, bütün şehit ve gaziler Türk milletinin namus ve şerefini hayatlarının üstünde tutan Erzurumlu yiğitlerdir. İstiklâl ve Hürriyet ruhu bunların bütün varlıklarının zerrelerine kadar işlemiş bulunmakta idi. Bu kahramanlar yaptıkları savaşla Türk harp tarihine yeni, parlak ve şanlı sahifeler ilâve etmişlerdir.
Türk milleti tarih boyunca devam edegelen kahramanlığından, muhariplik meziyet ve vasıflarından, şerefli ananesinden, kudretli varlığından en güzel ve parlak misallerden birini de Gâvur Boğan savaşında vermiştir.
Türk milleti tarih boyunca her vakit dostu sevindiren, düşmanı düşündüren bir varlıktı ve daima da böyle kalacaktır.
Milletlerin hamurları, mayaları birbirine hiç benzemez, başka başkadır. Cengâverlik, kahramanlık, hâlâset yolunda başta gelen bir millet varsa o da muhakkak ki Türk milletidir. Böyle bir milletin çocukları olmakla her zaman ve her yerde iftihar ederiz.
Gâvur Boğan savaşları bize şunu göstermiştir ki yalnız başına silâh ve harp vasıtaları bir mana ifade etmez. Muharip millet, kahraman millet odur ki, elindeki silâh ne olursa olsun, son kurşununa ve son nefesine kadar silâhını, süngüsünü veya bıçağını savaş meydanında şecaat ve cesaretle kullanabilsin ve mukaddes vatan topraklarını canı bahasına dahi olsa seve seve savunmayı başarabilsin. Silâhın kıymeti bunu kullanacak insanların değeri ile artar. Silâha şeref ve şanı ancak vazife uğrunda kahramanca savaşmasını bilen ve ölmeği göze alanlar verebilir. Bunun en canlı misalini Gâvur Boğan savaşında ki Erzurumlu Dadaşlar, kadın, çocuk ve yaşlılar ile bir arada şecaatle savaşarak vermişlerdir.
Bir avuç fedakâr Erzurumlu tepeden tırnağa kadar silâhlı iki Rus Taburunu karanlık bir kış gecesi içinde yok etmiştir.
Bu zaferin büyük sırrı Türk’ün en büyük kuvvet ve azim imanı oluşudur. Bu büyük kuvvet Tanrı’nın yalnız Türk milletine ihsan ettiği bir mevhebedir.
Türk milletinin bugün ve yarın içinde her zaman bütün dünyaya cevabı şudur: TÜRK MİLLETİ YA ŞEREFLE YAŞAR VEYA ŞEREFLE ÖLÜR...
Büyük atamızın 10 uncu Cumhuriyet yıldönümünde ki, tarihi nutuklarında (NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE) sözlerindeki büyük mananın geçmişteki bu ve bunun gibi birçok şahamet ve kahramanlık menkibelerine dayandığı muhakkaktır.
Gâvur Boğan savaşlarında şehit düşen ve gazi kalıp da bilâhare ebediyete intikal eden atalarımızın huzurunda bu münasebetle bir kere daha hürmetle eylerim.”
Öte yandan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ve Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşunun 100. Yılı nedeniyle şehrimiz önemli bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Emeği geçenlere teşekkür ederiz. “Yüzümüz Bir Özümüz Bir” sloganıyla afişe edilen bu etkinliğin salon toplantısına katıldık ve Azerbaycan Milletvekili Ganire Paşayeva’nın samimi konuşmasından ziyadesiyle istifade ettik. Etkinlik kapsamında, Büyükşehir Belediyesi, “Nuri Paşa Bahçesi ile 100.Yıl Kahramanlar Anıtı” yaptı. Gidip görülmeli. Ganire Hanım, şahsı ve Azerbaycan adına teşekkür etti ve Büyükşehir Belediye Başkanı Sekmen’den bir de Karabağ Parkı sözü aldı.
Türkiye ve Azerbaycan iki devlet, fakat gerçekten tek bir millettir. Acılarımız da, sevinçlerimiz de birdir. Erzurum’da, Azerbaycan adına ne yapılsa azdır. Bizi üzen ise, Ordusunun yetişmesiyle Ermeni çetelerinin katliamından kurtulduğu için her yıl bayram yapan şehrin, Rus’u yendiği, Gâvurboğan muharebesini yok hükmünde görmesidir! Gâvurboğan Mahallesi ismi iade edilmelidir ve bu mahalleye, -daha önce önermiştik-, bir zafer anıt dikilmelidir…
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 9. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fevzi Mengüç’ün “Gâvurboğan muharebeleri” başlıklı yazısını, bu atmosferde, bir kez daha tarihe not düşmek ve ikaz mahiyetinde yayınlıyoruz:
“Osmanlı-Rus seferlerinden en mühimi 1854-1856 yıllarında cereyan etmiş ve bu sefer zaferimizle neticelenmiştir.
Kafkasları işgal eden Ruslar Doğu Anadolu’yu 1828’den beri tehdide başlamışlar ve zaman zaman ilk hedef olarak daima Erzurum’u seçmişlerdir.
Doğu Anadolu’da Erzurum kalesinin askeri, iktisadî ve siyasî önemi yüzyıllar boyu daima en önde yer almıştır. Bu keyfiyet bugün de böyledir, gelecekte de böyledir ve asla değişmeyecektir.
1854’de Rus orduları doğudan hudutlarımızı aşarak Kars’a ve Kars’tan sonra asıl hedef olan Erzurum’a ilerlemeye başlamışlardı. Diğer Rus kuvvetleri de Romanya üzerinden Tuna’ya yönelmişlerdi. Biz burada yalnız Doğu Anadolu harekât sahasındaki hadiseleri anlatacağız.
Erzurum’a ilerleyen Rus ordusuna mensup bir fırka (tümen) Abdurrahman Gazi Türbesini tahrip ve buradaki Erzurum kalesine hâkim tepeleri işgal ettikten sonra gece karanlığında Toprak tabyaya iki taburunu yaklaştırmıştı. Ermeni kılavuzlarının yardımı ile Toprak tabyanın zayıf tutulan kısmından şehrin güneydoğusunda ki Hasan Basri-i Ülya ve Hasan Basri-i Süflâ mahallerine girmeye muvaffak olmuşlardı. Rus askerleri burada Rabia Ana’nın kümbetini ve üst kısmını tahribe ve gece yarısı evlere saldırmağa başlamışlardı. Mevsim sonbahar, hava karlı ve soğuktu.
Gecenin karanlığı içinde bu beklenmedik durum karşısında iki mahalle halkı gece yarısı evlerinden fırladılar. 7 yaşında çocuğundan 70 yaşındaki ihtiyarına kadar, kadın erkek ellerine geçirdikleri sopa, kazma, baltadan başka, bıçak, kılıç ve eski sistem şeşhane tüfekleri ne kadar ne buldularsa bu iki Rus taburunun askerlerine saldırdılar. Gün doğuncaya kadar devam eden bu kanlı savaşta iki Rus taburunun hemen yüzde 90 ‘ı katledildi veya yaralandı. Geriye kalan ancak birkaç yüz kişi Abdurrahman Gazi sırtlarına doğru, canlarını güçlükle kurtarmak suretiyle kaçabildi.
Güneş Erzurum’un doğusundaki bu iki mahalleyi aydınlattığı zaman Hasan Basri deresinin içinde ve kenarlarında binlerce Rus ölüsü yatmakta ve bunların arasında kadınlarımızdan, erkeklerimizden genç ve ihtiyar bir kısım şehitlerimiz de bulunmakta idi. Zayiatımız Ruslara nazaran yüzde on nispetinde ve azdı.
Kanlı olduğu kadar şanlı olan bu savaşı kazanmış ve Erzurum’un mübarek topraklarına Rusların ayak basmasına mani olmuştuk. Hasan Basri deresi Rus ölülerinin çokluğu yüzünden o gün saatlerce kanlı sular halinde akmıştı.
Ruslar bu kanlı savaştan sonra ikinci bir teşebbüse geçmişlerse de tabyalarda ki askerlerle beraber döğüşen halkımızın kahramanca mukavemetleri karşısında yine muvaffak olamamışlardır.
Bu sırada Rumeli’deki Rus orduları da mağlubiyete uğradığından Erzurum karşısına gelen Ruslar Erzurum’a tekrar taarruzdan çekinerek, geldikleri istikamette doğuya doğru çekilmeğe mecbur olmuşlardı.
Bu sıralarda Erzurum’a vali ve kumandan olarak tayin edilmiş bulunan Feyzullah Paşa kahraman Hasan Basri mahalleri halkını tebrik ve takdir etmiş ve ayrıca Ordu emriyle de Erzurum ve civarındaki bütün askeri birliklere ve ahaliye bu büyük şahamat ve şecaat eserini yayınlamıştı. Vali ve Kumandan Feyzullah Paşa, Hasan Basri‘nin bu iki mahallesinin bundan sonra (Gâvur Boğan) Mahallesi lakabıyla anılmasının münasip olacağını söylemiş ve o zamanki Osmanlı Hükümdarı Sultan Mecid ‘e keyfiyeti arz ederek iradesini almış olup bu suretle o tarihten bugüne kadar bu iki mahalleye Gâvur Boğan mahallesi adı verilmiştir.
Bu savaşta kan döken, can veren kadın ve erkek, bütün şehit ve gaziler Türk milletinin namus ve şerefini hayatlarının üstünde tutan Erzurumlu yiğitlerdir. İstiklâl ve Hürriyet ruhu bunların bütün varlıklarının zerrelerine kadar işlemiş bulunmakta idi. Bu kahramanlar yaptıkları savaşla Türk harp tarihine yeni, parlak ve şanlı sahifeler ilâve etmişlerdir.
Türk milleti tarih boyunca devam edegelen kahramanlığından, muhariplik meziyet ve vasıflarından, şerefli ananesinden, kudretli varlığından en güzel ve parlak misallerden birini de Gâvur Boğan savaşında vermiştir.
Türk milleti tarih boyunca her vakit dostu sevindiren, düşmanı düşündüren bir varlıktı ve daima da böyle kalacaktır.
Milletlerin hamurları, mayaları birbirine hiç benzemez, başka başkadır. Cengâverlik, kahramanlık, hâlâset yolunda başta gelen bir millet varsa o da muhakkak ki Türk milletidir. Böyle bir milletin çocukları olmakla her zaman ve her yerde iftihar ederiz.
Gâvur Boğan savaşları bize şunu göstermiştir ki yalnız başına silâh ve harp vasıtaları bir mana ifade etmez. Muharip millet, kahraman millet odur ki, elindeki silâh ne olursa olsun, son kurşununa ve son nefesine kadar silâhını, süngüsünü veya bıçağını savaş meydanında şecaat ve cesaretle kullanabilsin ve mukaddes vatan topraklarını canı bahasına dahi olsa seve seve savunmayı başarabilsin. Silâhın kıymeti bunu kullanacak insanların değeri ile artar. Silâha şeref ve şanı ancak vazife uğrunda kahramanca savaşmasını bilen ve ölmeği göze alanlar verebilir. Bunun en canlı misalini Gâvur Boğan savaşında ki Erzurumlu Dadaşlar, kadın, çocuk ve yaşlılar ile bir arada şecaatle savaşarak vermişlerdir.
Bir avuç fedakâr Erzurumlu tepeden tırnağa kadar silâhlı iki Rus Taburunu karanlık bir kış gecesi içinde yok etmiştir.
Bu zaferin büyük sırrı Türk’ün en büyük kuvvet ve azim imanı oluşudur. Bu büyük kuvvet Tanrı’nın yalnız Türk milletine ihsan ettiği bir mevhebedir.
Türk milletinin bugün ve yarın içinde her zaman bütün dünyaya cevabı şudur: TÜRK MİLLETİ YA ŞEREFLE YAŞAR VEYA ŞEREFLE ÖLÜR...
Büyük atamızın 10 uncu Cumhuriyet yıldönümünde ki, tarihi nutuklarında (NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE) sözlerindeki büyük mananın geçmişteki bu ve bunun gibi birçok şahamet ve kahramanlık menkibelerine dayandığı muhakkaktır.
Gâvur Boğan savaşlarında şehit düşen ve gazi kalıp da bilâhare ebediyete intikal eden atalarımızın huzurunda bu münasebetle bir kere daha hürmetle eylerim.”