
İki santim yukarıdaki başlık belki bazılarını heyecanlandırmıştır: ‘Gördün mü bak, Atatürk döneminde de torpil varmış!’
Ama üzgünüm, bu öylelerinin işine yarayacak bir ‘tevatür malzemesi’ değil. Bu, yönetim ve siyasal etik dersleriyle yüklü ‘gerçek bir hikâye’, daha doğrusu ‘bir anı’…
Öte yandan benim Atatürk döneminde torpilin hiç olmadığını iddia edecek kadar derin tarih bilgim yok; ama sizinle paylaşacağım bu anının* Cumhuriyetin ilk yıllarında torpil olayına ‘en tepede’ nasıl bakıldığını az da olsa açıklayabileceğini düşünüyorum:
“Yıl 1934… Eylül ayı başları…
O dönemde Milli Eğitim Bakanlığı -o günkü adıyla Maarif Vekaleti- Ankara’nın Ulus semtindedir. Bakan -Maarif Vekili- ise koltuğuna birkaç ay önce oturmuş Niğde Mebusu Zeynel Abidin Özmen'dir…
Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır. Zeynel Abidin Bey gür sesiyle ‘Giriniz!’ der.
Atatürk'ün yaverlerinden biri, yanında iki çocuk, elinde bir zarfla makama girer. Abidin Özmen, konuklara yer gösterir.
Atatürk'ten gelen bir mektuptur bu:
‘Sayın Bay Zeynel Abidin Özmen, Milli Eğitim Bakanı...’
Bakan zarfı özenle açar ve içindeki mektubu dikkatle okur:
‘Yaver Bey'le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukların uygun göreceğiniz bir liseye parasız yatılı olarak kaydını yaptırınız...’
Bu, Reisicumhur Gazi Paşa’nın bir emridir.
Kesinlikle yerine getirilecektir.
Bakan Özmen, derhal Orta Öğretim Genel Müdürü’nü odasına çağırır ve şu direktifi verir:
‘Yaver Bey'in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların İstanbul Haydarpaşa Lisesi'ne ‘paralı yatılı’ olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık ödeme makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine muhterem Reisicumhurumuzun ismini yazdırarak bana getiriniz.’ der.
Bakanın emri birkaç gün içerisinde yerine getirilir ve Bakan da aldığı emrin haftası dolmadan kısa bir mektup yazarak Atatürk'e gönderir.
Mektupta aynen şöyle denmektedir:
‘Muhterem Reisicumhurum Mustafa Kemal Atatürk,
Yaver Bey ile göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Tatbik de ettim; ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve Cumhurreisi Atatürk gibi biri bulunduğu için; bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz kabul edip ‘parasız yatılı’ olarak kaydettirmeye hem kanunlarımız hem de benim gönlüm izin vermezdi. Bu nedenle her iki çocuğu da emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi'ne ve fakat ‘paralı yatılı’ olarak kaydettirdim.
Çocukların üçer yıllık okul masraflarına ait makbuzları ekte takdim ediyorum...
Saygı ve hürmetlerimle:
Zeynel Abidin Özmen, Maarif Vekili’
Atatürk, bu mektup üzerine derhal devrin Başbakanı İsmet İnönü'yü telefonla arar: ‘Bak, senin Maarif Vekilin bana ne yaptı’ der ve olayı anlatır.
İnönü, Bakan adına özür diler ancak Atatürk: ‘Özür dilemeyiniz. Bilâkis ben çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve bizim açıklamayı unutup ihmal ettiğimiz hallerde bile emrinde çalışanlara doğruyu böyle cesaretle gösterebilse…’ der.”
***
Şimdi birlikte bir karar verelim:
Tam bir yönetim ve etik dersi içeren bu gerçek hikâyede, torpil yapmayı reddeden bir Milli Eğitim Bakanının idealizmi ve dürüstlüğü mü daha öne çıkıyor?
Yoksa Bir Bakanını cesaretinden ötürü överek diğer bütün Bakanlarına ve bütün devlet memurlarına ders veren bir Cumhurbaşkanının sergilediği özeleştiri ve erdem mi?
Öne çıkan hangisi?
***
Esas konu ve son not:
Önceki gün Cumhuriyet Bayramı’mızdı…
‘Ne olacak, kutlandı geçti’ diyeceğimiz bir şey mi bu? Değil elbette!..
Her gün o güneşin altında özgürlüğe uyanıyor ve günün kalanını demokrasi nimetleriyle yaşıyorsak; adımız, kimliğimiz, yurdumuz, okul-meslek-statü seçme şansımız, siyasal sistem içerisinde seçme-seçilme hakkımız ve beğenmediğimiz vekile, bakana, lidere ‘Güle güle’ deme olanağımız hâlâ varsa…
Bayramı öylesine geçiştirmeye zaten hakkımız yoktur!
Başta Büyük Önder Atatürk olmak üzere cumhuru egemen kılıp Cumhuriyet’i milletimize armağan edenlerin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz…
*: Size aktardığım bu anı, Yüksek Mimar H. Rahmi Özmen’in 15.09.1985 tarihinde ‘Kolay İlan’ gazetesinde yayımlanan yazısından alıntılanmıştır.
Ama üzgünüm, bu öylelerinin işine yarayacak bir ‘tevatür malzemesi’ değil. Bu, yönetim ve siyasal etik dersleriyle yüklü ‘gerçek bir hikâye’, daha doğrusu ‘bir anı’…
Öte yandan benim Atatürk döneminde torpilin hiç olmadığını iddia edecek kadar derin tarih bilgim yok; ama sizinle paylaşacağım bu anının* Cumhuriyetin ilk yıllarında torpil olayına ‘en tepede’ nasıl bakıldığını az da olsa açıklayabileceğini düşünüyorum:
“Yıl 1934… Eylül ayı başları…
O dönemde Milli Eğitim Bakanlığı -o günkü adıyla Maarif Vekaleti- Ankara’nın Ulus semtindedir. Bakan -Maarif Vekili- ise koltuğuna birkaç ay önce oturmuş Niğde Mebusu Zeynel Abidin Özmen'dir…
Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır. Zeynel Abidin Bey gür sesiyle ‘Giriniz!’ der.
Atatürk'ün yaverlerinden biri, yanında iki çocuk, elinde bir zarfla makama girer. Abidin Özmen, konuklara yer gösterir.
Atatürk'ten gelen bir mektuptur bu:
‘Sayın Bay Zeynel Abidin Özmen, Milli Eğitim Bakanı...’
Bakan zarfı özenle açar ve içindeki mektubu dikkatle okur:
‘Yaver Bey'le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukların uygun göreceğiniz bir liseye parasız yatılı olarak kaydını yaptırınız...’
Bu, Reisicumhur Gazi Paşa’nın bir emridir.
Kesinlikle yerine getirilecektir.
Bakan Özmen, derhal Orta Öğretim Genel Müdürü’nü odasına çağırır ve şu direktifi verir:
‘Yaver Bey'in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların İstanbul Haydarpaşa Lisesi'ne ‘paralı yatılı’ olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık ödeme makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine muhterem Reisicumhurumuzun ismini yazdırarak bana getiriniz.’ der.
Bakanın emri birkaç gün içerisinde yerine getirilir ve Bakan da aldığı emrin haftası dolmadan kısa bir mektup yazarak Atatürk'e gönderir.
Mektupta aynen şöyle denmektedir:
‘Muhterem Reisicumhurum Mustafa Kemal Atatürk,
Yaver Bey ile göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Tatbik de ettim; ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve Cumhurreisi Atatürk gibi biri bulunduğu için; bu iki çocuğu fakir ve kimsesiz kabul edip ‘parasız yatılı’ olarak kaydettirmeye hem kanunlarımız hem de benim gönlüm izin vermezdi. Bu nedenle her iki çocuğu da emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi'ne ve fakat ‘paralı yatılı’ olarak kaydettirdim.
Çocukların üçer yıllık okul masraflarına ait makbuzları ekte takdim ediyorum...
Saygı ve hürmetlerimle:
Zeynel Abidin Özmen, Maarif Vekili’
Atatürk, bu mektup üzerine derhal devrin Başbakanı İsmet İnönü'yü telefonla arar: ‘Bak, senin Maarif Vekilin bana ne yaptı’ der ve olayı anlatır.
İnönü, Bakan adına özür diler ancak Atatürk: ‘Özür dilemeyiniz. Bilâkis ben çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve bizim açıklamayı unutup ihmal ettiğimiz hallerde bile emrinde çalışanlara doğruyu böyle cesaretle gösterebilse…’ der.”
***
Şimdi birlikte bir karar verelim:
Tam bir yönetim ve etik dersi içeren bu gerçek hikâyede, torpil yapmayı reddeden bir Milli Eğitim Bakanının idealizmi ve dürüstlüğü mü daha öne çıkıyor?
Yoksa Bir Bakanını cesaretinden ötürü överek diğer bütün Bakanlarına ve bütün devlet memurlarına ders veren bir Cumhurbaşkanının sergilediği özeleştiri ve erdem mi?
Öne çıkan hangisi?
***
Esas konu ve son not:
Önceki gün Cumhuriyet Bayramı’mızdı…
‘Ne olacak, kutlandı geçti’ diyeceğimiz bir şey mi bu? Değil elbette!..
Her gün o güneşin altında özgürlüğe uyanıyor ve günün kalanını demokrasi nimetleriyle yaşıyorsak; adımız, kimliğimiz, yurdumuz, okul-meslek-statü seçme şansımız, siyasal sistem içerisinde seçme-seçilme hakkımız ve beğenmediğimiz vekile, bakana, lidere ‘Güle güle’ deme olanağımız hâlâ varsa…
Bayramı öylesine geçiştirmeye zaten hakkımız yoktur!
Başta Büyük Önder Atatürk olmak üzere cumhuru egemen kılıp Cumhuriyet’i milletimize armağan edenlerin aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz…
*: Size aktardığım bu anı, Yüksek Mimar H. Rahmi Özmen’in 15.09.1985 tarihinde ‘Kolay İlan’ gazetesinde yayımlanan yazısından alıntılanmıştır.