
Sadece ‘3M’ yazıp bıraksaydım, bu size neyi çağrıştırırdı?
Haklısınız, akla ilk gelen genellikle o (market) oluyor…
Ama ben, alış-veriş bütçemin çoğunu mahalle bakkalıma ayırdığımın altını çizip; aynı bütçenin kalan kısmı için de zincir marketlerde istihdam edilen emekçi kardeşlerime yürekten selamlarımı gönderip; başka bir 3M’den söz edeceğim size.
Hangi sularda dolaşacağımı başlıktan da anlamışsınızdır zaten.
***
Geçtiğimiz hafta üniversiteli okurum Eray K. (Erzurum’dan) sormuştu:
“Bugünün insanı en fazla hangi duygulara ihtiyaç duyuyor? Niye?”
Ve sorusuna birkaç seçenek eklemişti:
“Aşk?
Mutluluk?
Merak?
Pişmanlık? Hangisi en çok?”…
E-postamdan çıkan ve tam da yeni bir yılın eşiğinde bir üniversiteliyi meşgul ettiği için bu felsefi boyutuyla çok hoşuma giden soruyu yanıtsız bırakmak istemedim.
Ama doğrusu okurumun bana sunduğu seçenekler içinden bir yanıt üretmektense ben başka bir seçeneğe, kendi sosyal-psikolojik çözümlememe yoğunlaşmayı deneyeceğim.
Sadece bugüne ait olmadığı halde sanki daha çok bugünün insanını -bizi, hepimizi- etkileyen onlarca farklı ve güçlü duygu içerisinden ikisine ve o iki duygunun arasına girerek onları kusursuz biçimde tamamlayan, birbirine bağlayan bir olguya odaklandım.
Ortaya ‘3M’ çıktı:
Merhamet…
Masumiyet…
Mahcubiyet…
Bana göre bunlar, bugünün insanının en fazla ihtiyaç duyduğu duygu-olgu üçlüsü.
***
Bir kere ‘merhamet’ kesinlikle eşsizdir…
Ben, merhametin yaşadığımız çağın koşullarında -hatta belki her zaman ve her koşulda- sevgiden de aşktan da çok daha değerli olduğuna inanırım. Evet, yaşadığımız çağda ona her zamankinden biraz daha fazla ihtiyaç duyuyoruz çünkü…
Ahmed bin Hambel’in Müsned’inde (II.219) aktarılan hadis ile İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’in ‘Merhamet edin ki size de merhamet edilsin. Bağışlayın ki Allah da sizi bağışlasın.’ dediği nakledilir.
Elbette merhamet sadece Müslümanlara hatta sadece insanlara mahsus değildir. Dolayısıyla sadece Müslümanların ihtiyacı da değildir ama bilhassa Müslümanların itibar edeceği bir kaynakta tanımın böyle geçmesi dikkate değerdir.
Merhamet, sevginin aşktan çok daha kullanışlı halidir.
Aşkı elbette küçümsemem ama Eray K. bana bugünün insanının en çok neye ihtiyaç duyduğunu sorduğu için sözü buralara sürüklüyorum.
Sadece bugünün insanı değil, sadece insan da değil, zamanı paylaşan bütün canlılar, bitkiler bile en çok merhamete ihtiyaç duyuyorlar.
Merhametin var olmadığı her yer cehennem!..
***
Başka büyük ihtiyaçları da var bugünün insanının...
Onlardan biri, kayıp bir olgu ya da usul usul yitirilmiş, dolayısıyla bırakın eksilmesini, pek fazla umursanmasını, aslında yitirildiğinin bile neredeyse farkına varılmamış bir nitelik: Masumiyet…
Hakikaten de masumiyet -daha doğrusu insanın masumiyeti- artık neredeyse bir ütopya…
Başka bir deyişle o güzel şarkıdaki gibi ‘Masum değiliz hiç birimiz’…
Kimimiz birinin bize duyduğu güveni istismar ederek yitirdik masumiyetimizi, kimimiz de güven duyulmayı sonuna kadar hak eden birinden o güveni esirgeyerek...
Hayatın biraz daha aşağılarında; ‘içimizdeki çocuğu öldürdüğümüz için’…
İnsanın esas misyonunu unuttuğumuz için…
Duygularımıza, özellikle de ihtiraslarımıza yenik düştüğümüz için…
Yukarılarda ise güç ve iktidar hırsına yenik düştüğümüz için…
Bir biçimde yitirdik işte masumiyetimizi…
Ne olacak peki, şimdi ne yapacağız?
Az evvel andığım şarkı, bundan sonrası için de fikir veriyor bize:
“İçindeki çocuğa sarıl, sana insanı anlatır
Eller günahkâr, diller günahkâr
Bir çağ yangını bu, bütün dünya günahkâr !..”
Öyleyse bütün günahkârların af dilemesi ve arınması, bir çıkış yolu olabilir. Kim bilir?
Ya da daha kolayı, içimizdeki çocuğa sarılmamız…
Ne güzel bir ütopya değil mi?
Hiç uyanmak istemeyeceğimiz kadar güzel bir rüya…
Ama ‘Bir rüyayı gerçeğe dönüştürmenin ilk adımı, uyanmaktır’ denir, ne kadar doğru bir bakış açısı!
***
Merhamete bu kadar muhtaçken, masumiyeti bu denli yitirmişken ‘mahcubiyet’ nasıl da yeniden umutlandırıverir insanı, değil mi?
Eğer yüzde, eğer bakışta; eğer sözcüklerde, her seslenişte vücut bulursa mahcubiyet; eğer safça, komplekssizce, dürüstçe dile getirilirse o zaman yaşanılabilir bir dünya için yeniden umutlanmak da mümkün olur…
Hayat ve ilişkiler yeniden başlatılabilir belki.
Filmi en başa sarıp yanlışları düzelte düzelte yeniden oynatır gibi…
Film ve masumiyet demişken…
Zeki Demirkubuz’un 1997’de gösterime giren Masumiyet adlı filmi, Samuel Beckett’ın ‘Hep denedin, hep yenildin. Olsun; gene dene, gene yenil, daha iyi yenil !..’ cümlesiyle bitiyordu.
Ve aynı yönetmen, kendi web sitesinde filmi hakkında şunları söylüyordu:
“Masumiyet;
Bir elmanın ikinci yarısı olmak isteyenler için ‘aşk’ adına,
Her şeyi göründüğü gibi kabul edenler için ‘gerçeklik’ adına,
Kalabalıklığın salıncağından inmeyenler için ‘yalnızlık’ adına
Film peşinden koşanlar için ‘sinema’ adına bir kapı kapatıyor,
Suratlarının tam ortasına!..”
***
Merhametle kuşatılıp kutsanan masumiyet ve büyük yanlışlar sonrası içimizde yeşerip dışımıza taşacak mahcubiyet…
Bunlar, Demirkubuz’un dramatize ettiği haliyle ‘suratımızın tam ortasına kapanmış kapıları’ yeniden açmamızı mümkün kılar belki.
Belki bugünün insanının en fazla ihtiyaç duyduğu duygular bunlardır.
Mesela ihtiraslardan, rekabetten, kazanmaktan, makam-mevkiden, servetten, güçten, itibardan, iktidardan, yaldızlı kartvizitlerden çok daha önemlidir bunlar, belki…
Evet, belki !..
Haklısınız, akla ilk gelen genellikle o (market) oluyor…
Ama ben, alış-veriş bütçemin çoğunu mahalle bakkalıma ayırdığımın altını çizip; aynı bütçenin kalan kısmı için de zincir marketlerde istihdam edilen emekçi kardeşlerime yürekten selamlarımı gönderip; başka bir 3M’den söz edeceğim size.
Hangi sularda dolaşacağımı başlıktan da anlamışsınızdır zaten.
***
Geçtiğimiz hafta üniversiteli okurum Eray K. (Erzurum’dan) sormuştu:
“Bugünün insanı en fazla hangi duygulara ihtiyaç duyuyor? Niye?”
Ve sorusuna birkaç seçenek eklemişti:
“Aşk?
Mutluluk?
Merak?
Pişmanlık? Hangisi en çok?”…
E-postamdan çıkan ve tam da yeni bir yılın eşiğinde bir üniversiteliyi meşgul ettiği için bu felsefi boyutuyla çok hoşuma giden soruyu yanıtsız bırakmak istemedim.
Ama doğrusu okurumun bana sunduğu seçenekler içinden bir yanıt üretmektense ben başka bir seçeneğe, kendi sosyal-psikolojik çözümlememe yoğunlaşmayı deneyeceğim.
Sadece bugüne ait olmadığı halde sanki daha çok bugünün insanını -bizi, hepimizi- etkileyen onlarca farklı ve güçlü duygu içerisinden ikisine ve o iki duygunun arasına girerek onları kusursuz biçimde tamamlayan, birbirine bağlayan bir olguya odaklandım.
Ortaya ‘3M’ çıktı:
Merhamet…
Masumiyet…
Mahcubiyet…
Bana göre bunlar, bugünün insanının en fazla ihtiyaç duyduğu duygu-olgu üçlüsü.
***
Bir kere ‘merhamet’ kesinlikle eşsizdir…
Ben, merhametin yaşadığımız çağın koşullarında -hatta belki her zaman ve her koşulda- sevgiden de aşktan da çok daha değerli olduğuna inanırım. Evet, yaşadığımız çağda ona her zamankinden biraz daha fazla ihtiyaç duyuyoruz çünkü…
Ahmed bin Hambel’in Müsned’inde (II.219) aktarılan hadis ile İslam Peygamberi Hazreti Muhammed’in ‘Merhamet edin ki size de merhamet edilsin. Bağışlayın ki Allah da sizi bağışlasın.’ dediği nakledilir.
Elbette merhamet sadece Müslümanlara hatta sadece insanlara mahsus değildir. Dolayısıyla sadece Müslümanların ihtiyacı da değildir ama bilhassa Müslümanların itibar edeceği bir kaynakta tanımın böyle geçmesi dikkate değerdir.
Merhamet, sevginin aşktan çok daha kullanışlı halidir.
Aşkı elbette küçümsemem ama Eray K. bana bugünün insanının en çok neye ihtiyaç duyduğunu sorduğu için sözü buralara sürüklüyorum.
Sadece bugünün insanı değil, sadece insan da değil, zamanı paylaşan bütün canlılar, bitkiler bile en çok merhamete ihtiyaç duyuyorlar.
Merhametin var olmadığı her yer cehennem!..
***
Başka büyük ihtiyaçları da var bugünün insanının...
Onlardan biri, kayıp bir olgu ya da usul usul yitirilmiş, dolayısıyla bırakın eksilmesini, pek fazla umursanmasını, aslında yitirildiğinin bile neredeyse farkına varılmamış bir nitelik: Masumiyet…
Hakikaten de masumiyet -daha doğrusu insanın masumiyeti- artık neredeyse bir ütopya…
Başka bir deyişle o güzel şarkıdaki gibi ‘Masum değiliz hiç birimiz’…
Kimimiz birinin bize duyduğu güveni istismar ederek yitirdik masumiyetimizi, kimimiz de güven duyulmayı sonuna kadar hak eden birinden o güveni esirgeyerek...
Hayatın biraz daha aşağılarında; ‘içimizdeki çocuğu öldürdüğümüz için’…
İnsanın esas misyonunu unuttuğumuz için…
Duygularımıza, özellikle de ihtiraslarımıza yenik düştüğümüz için…
Yukarılarda ise güç ve iktidar hırsına yenik düştüğümüz için…
Bir biçimde yitirdik işte masumiyetimizi…
Ne olacak peki, şimdi ne yapacağız?
Az evvel andığım şarkı, bundan sonrası için de fikir veriyor bize:
“İçindeki çocuğa sarıl, sana insanı anlatır
Eller günahkâr, diller günahkâr
Bir çağ yangını bu, bütün dünya günahkâr !..”
Öyleyse bütün günahkârların af dilemesi ve arınması, bir çıkış yolu olabilir. Kim bilir?
Ya da daha kolayı, içimizdeki çocuğa sarılmamız…
Ne güzel bir ütopya değil mi?
Hiç uyanmak istemeyeceğimiz kadar güzel bir rüya…
Ama ‘Bir rüyayı gerçeğe dönüştürmenin ilk adımı, uyanmaktır’ denir, ne kadar doğru bir bakış açısı!
***
Merhamete bu kadar muhtaçken, masumiyeti bu denli yitirmişken ‘mahcubiyet’ nasıl da yeniden umutlandırıverir insanı, değil mi?
Eğer yüzde, eğer bakışta; eğer sözcüklerde, her seslenişte vücut bulursa mahcubiyet; eğer safça, komplekssizce, dürüstçe dile getirilirse o zaman yaşanılabilir bir dünya için yeniden umutlanmak da mümkün olur…
Hayat ve ilişkiler yeniden başlatılabilir belki.
Filmi en başa sarıp yanlışları düzelte düzelte yeniden oynatır gibi…
Film ve masumiyet demişken…
Zeki Demirkubuz’un 1997’de gösterime giren Masumiyet adlı filmi, Samuel Beckett’ın ‘Hep denedin, hep yenildin. Olsun; gene dene, gene yenil, daha iyi yenil !..’ cümlesiyle bitiyordu.
Ve aynı yönetmen, kendi web sitesinde filmi hakkında şunları söylüyordu:
“Masumiyet;
Bir elmanın ikinci yarısı olmak isteyenler için ‘aşk’ adına,
Her şeyi göründüğü gibi kabul edenler için ‘gerçeklik’ adına,
Kalabalıklığın salıncağından inmeyenler için ‘yalnızlık’ adına
Film peşinden koşanlar için ‘sinema’ adına bir kapı kapatıyor,
Suratlarının tam ortasına!..”
***
Merhametle kuşatılıp kutsanan masumiyet ve büyük yanlışlar sonrası içimizde yeşerip dışımıza taşacak mahcubiyet…
Bunlar, Demirkubuz’un dramatize ettiği haliyle ‘suratımızın tam ortasına kapanmış kapıları’ yeniden açmamızı mümkün kılar belki.
Belki bugünün insanının en fazla ihtiyaç duyduğu duygular bunlardır.
Mesela ihtiraslardan, rekabetten, kazanmaktan, makam-mevkiden, servetten, güçten, itibardan, iktidardan, yaldızlı kartvizitlerden çok daha önemlidir bunlar, belki…
Evet, belki !..