
Araplar İranlılar için Acem kelimesini kullanmış, acemi kelimesi de “bir alanda ilk olan, bir iş beceremeyen” kişiler için ifade edilir olmuştur. Bu kelimeyi Türkler Araplardan alarak İranlılar için kullanmaya başlamışlardır ki Farslıların kendileri için bu tanımın kullanılmasına çok kızdıkları bilinmektedir.
Palavra kelimesinin gerçeğe dayanmayan uydurma söz anlamı vardır. İspanyolca palabra kelimesinin bozulmuş hâlidir. “Acem Palavrası” ise İranlıların akla hayale sığmayan benzetme unsurlarını şiirlerinde kullanmalarından ve bunu sosyal hayata yansıtmalarından kaynaklanmaktadır.
Fars Dili, tüm Avrupa dillerinden eski olup, zenginlik ve eskilik yönü ile de Yunanca ile eşit seviyededir. Bu yüzden İranlılar dillerinden, tarihlerinden yetiştirmiş oldukları şair, yazar ve düşünürlerinden her zaman övünç duymuşlardır.
Arapların İranlıları yenerek onları Müslüman olmaya zorlamaları toplumun birçok kesiminden hüsnü kabul görmemiştir. İranlıların Müslüman olduktan sonra Arap kültünün altına girmeleri onlarda kimlik bunalımını meydana getirmiş, özellikle Emevilerin aşırı milliyetçi tutumlarına tepki gösterek şuubiye akımı adı altında başlatılan başkaldırılarla kendilerini İran kültürü altında birleştirmeyi amaçlamışlardır.
Bu nedenle Pers kültürünün üstün özelliklerini ön plana çıkarmak ve bunu Araplara ispat etmek için o dönemde İran tarihini, kimliğini yansıtan mitolojik unsurları abartılı bir şekilde anlatıp İran’ın İslam öncesi dini olan Zerdüştlüğün öğretilerini ve tarihi kahramanlarını kutsal hâle getirmişlerdir. Şiir dilinde yapılan bu anlatımlar İran kültüründe mübalağa sanatının zemin bulmasına neden olmuş, Arap ve Türkler de zamanla İranlılardan mübalağa sanatını alarak kendi edebi eserlerinde kullanmışlardır.
İranlılarda ulusallaşma düşüncesi sekiz ve dokuzuncu yüzyıllarda başlamış, bu anlayışın ürünü olarak Firdevsi’den önce farklı zamanlarda farklı şairler tarafından geniş hacimli beş Şehname yazılmış, Firdevsi bu Şehnameleri örnek olarak İran’in tarihi ve kültürel mirasını abartılı bir şekilde anlatan altmış bin beyitlik Şehnamesini yazmıştır. Firdevsi ile başlayan akla, mantığa aykırı (gulüv) benzetme geleneğine birçok İran şairinin şiirinde rastlamak mümkün olmuştur.
Mübalağa sanatının inceliği, aklın sınırlarını zorlayan hayal gücüne dayanır. Bunu ustalıkla başarmak büyük şairliğin ispatı olarak görülmüş, bu nedenle şairler abartıda bile abartıya kaçarak kendi egolarını kelimeler arasına gizlemişlerdir. Şiir dilinin duygusal unsurları ön planda tutması, bu tür benzetmelerin kabul görmesini kolaylaştırırken, akli unsurların ön plana çıkarıldığı sohbet ortamlarında bu kavramlar hoş karşılanmamış, bu şekilde abartılara “Acem Palavrası” söylemi ile karşı çıkılmıştır.
1576 yılında Şah Tahmasbı’ın Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü ve II. Selim’in tahta geçmesini konu alan yetmiş arşınlık mektubu, Acem palavrasını ve dalkavukluğunu gösteren en güzel örnektir. Yaklaşık 48 metre uzunluğundaki bu mektupta Kanuni’ye ve onun Avrupa’da elde etmiş olduğu zaferlere övgülere yer verilmekte, tahta çıkan II. Selim’e ise dalkavukluk yapılmaktadır.
Sekiz aylık bir zaman diliminde meydana getirilen bu mektuptan İranlılar bugün büyük bir utanç duymaktadırlar. Nesir kısmı hariç beş bin beyit içeren bu mektubun bir nüshası Topkapı müzesinde bulunmaktadır.
Not: Mektupla ilgili bilgi için Muhammet Emin Riyahi’nin, Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı eserine bakılabilir.
Palavra kelimesinin gerçeğe dayanmayan uydurma söz anlamı vardır. İspanyolca palabra kelimesinin bozulmuş hâlidir. “Acem Palavrası” ise İranlıların akla hayale sığmayan benzetme unsurlarını şiirlerinde kullanmalarından ve bunu sosyal hayata yansıtmalarından kaynaklanmaktadır.
Fars Dili, tüm Avrupa dillerinden eski olup, zenginlik ve eskilik yönü ile de Yunanca ile eşit seviyededir. Bu yüzden İranlılar dillerinden, tarihlerinden yetiştirmiş oldukları şair, yazar ve düşünürlerinden her zaman övünç duymuşlardır.
Arapların İranlıları yenerek onları Müslüman olmaya zorlamaları toplumun birçok kesiminden hüsnü kabul görmemiştir. İranlıların Müslüman olduktan sonra Arap kültünün altına girmeleri onlarda kimlik bunalımını meydana getirmiş, özellikle Emevilerin aşırı milliyetçi tutumlarına tepki gösterek şuubiye akımı adı altında başlatılan başkaldırılarla kendilerini İran kültürü altında birleştirmeyi amaçlamışlardır.
Bu nedenle Pers kültürünün üstün özelliklerini ön plana çıkarmak ve bunu Araplara ispat etmek için o dönemde İran tarihini, kimliğini yansıtan mitolojik unsurları abartılı bir şekilde anlatıp İran’ın İslam öncesi dini olan Zerdüştlüğün öğretilerini ve tarihi kahramanlarını kutsal hâle getirmişlerdir. Şiir dilinde yapılan bu anlatımlar İran kültüründe mübalağa sanatının zemin bulmasına neden olmuş, Arap ve Türkler de zamanla İranlılardan mübalağa sanatını alarak kendi edebi eserlerinde kullanmışlardır.
İranlılarda ulusallaşma düşüncesi sekiz ve dokuzuncu yüzyıllarda başlamış, bu anlayışın ürünü olarak Firdevsi’den önce farklı zamanlarda farklı şairler tarafından geniş hacimli beş Şehname yazılmış, Firdevsi bu Şehnameleri örnek olarak İran’in tarihi ve kültürel mirasını abartılı bir şekilde anlatan altmış bin beyitlik Şehnamesini yazmıştır. Firdevsi ile başlayan akla, mantığa aykırı (gulüv) benzetme geleneğine birçok İran şairinin şiirinde rastlamak mümkün olmuştur.
Mübalağa sanatının inceliği, aklın sınırlarını zorlayan hayal gücüne dayanır. Bunu ustalıkla başarmak büyük şairliğin ispatı olarak görülmüş, bu nedenle şairler abartıda bile abartıya kaçarak kendi egolarını kelimeler arasına gizlemişlerdir. Şiir dilinin duygusal unsurları ön planda tutması, bu tür benzetmelerin kabul görmesini kolaylaştırırken, akli unsurların ön plana çıkarıldığı sohbet ortamlarında bu kavramlar hoş karşılanmamış, bu şekilde abartılara “Acem Palavrası” söylemi ile karşı çıkılmıştır.
1576 yılında Şah Tahmasbı’ın Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümü ve II. Selim’in tahta geçmesini konu alan yetmiş arşınlık mektubu, Acem palavrasını ve dalkavukluğunu gösteren en güzel örnektir. Yaklaşık 48 metre uzunluğundaki bu mektupta Kanuni’ye ve onun Avrupa’da elde etmiş olduğu zaferlere övgülere yer verilmekte, tahta çıkan II. Selim’e ise dalkavukluk yapılmaktadır.
Sekiz aylık bir zaman diliminde meydana getirilen bu mektuptan İranlılar bugün büyük bir utanç duymaktadırlar. Nesir kısmı hariç beş bin beyit içeren bu mektubun bir nüshası Topkapı müzesinde bulunmaktadır.
Not: Mektupla ilgili bilgi için Muhammet Emin Riyahi’nin, Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı eserine bakılabilir.