
“Seksenli yılların ortalarında Gaziantep’e bir Fransız gelir. Endüstriyel ürünler pazarlayan bir mühendistir kendileri. Yeni yeni filizlenen tekstil sektöründeki yatırımcılara akıl verir:
‘Makineleriniz yetersiz. Onları yenileyin, dünya pazarı sizin olsun…’ der. Ardından da -doğal olarak- en iyi makinelerin Fransa’da olduğunu söyler…
Kendi firmasının mallarını pazarlamaya çalışır.
İşte o gün, o Fransız’ı dinleyenler arasında bir ‘usta’ vardır.
Kendine özgü yerel ağızla ‘Bu herif ne diy?’ diye sorar.
Tercüme ederler; aldığı yanıtı kafaya takar, broşürdeki makinenin resmine bakar.
Ertesi gün demiri eritmeye, çeliği bükmeye, vidasını, motorunu tasarlamaya koyulur.
Fransızların 3 milyon Euro’ya satacağı makineyi bir ay geçmeden, hem de sadece 50 bin liraya üretir.
Eski parayla 50 milyara yani. Orta ayar bir otomobil fiyatına…
Sonra ne mi olur?
Ürettiği makinaları yerli piyasaya sunduğu yetmez, Libya’dan Brezilya’ya onlarca ülkeye yaptığı o makinelerden gönderir. Bu usta, Mennan Aksoy’dur.
Namı diğer ‘Diplomasız Dahi’…
Mennan Usta, yoksulluktan okuyamamış. İlkokulu 9 yılda bitirmiş, bir daha da eğitim görmemiş ve fakat Allah vergisi öyle bir akıl ve beceriye sahipmiş ki bir makineyi bir kere görsün, gözü de tutsun, üstünden hafta geçmeden atölyesinde o makinenin yapımına başlarmış.
İşte tam da bu nedenle…
Uluslararası makine, teçhizat fuarlarına girişi yasaklanır!
Mühendislerin, aylarca çalışarak tasarladığı makineleri, tek başına yapmaktadır.
El emeği ile ve tümü yerli malzemeyle.
O ister ki yerli sermaye gelişsin, boşa döviz ödeyerek kazıklanmayalım.”
***
Mennan Usta gibiler Anadolu’da çoktur.
Onlardan biri de benim can dostum, Ankara’nın Beypazarı ilçesinde oto tamirciliği yapan Uruşlu Ahmet Usta’dır.
Ahmet Uz…
Benim çok sevgili kardeşim Ahmet de tıpkı Antepli Mennan gibi bir kez gördüğü makinanın devresini-şemasını birkaç dakika içinde zihnine çizer, dahası o makinanın nasıl geliştirilebileceğini -ve yani kendi inovatif katkısını da- size ancak en usta mühendisin anlatacağı kadar yalın ve anlaşılır biçimde anlatır.
Karmaşık mekanik sorunlara akıl almaz pratik çözümler üretir.
Tezgâhında kendi tasarladığı aletler, tamirhanesinin kapısında mekaniği geliştirilmiş, tabiri caizse ‘kendini aşmış’ arabalar çoktur.
‘Niye bunun patentini almıyorsun?’ dediğimizde ironi yapar, ‘Vaktim mi var?’ der.
***
Esas hikâyeye dönelim:
Antepli Mennan Usta, ‘Çeliğe hükmetmeyen, hiçbir şeye sahip çıkamaz’ dermiş. İlginçtir, ben buna çok benzer bir ifadeyi, Akdeniz Üniversitesi’nde Nükleer Fizik ve Radyoaktivite araştırmaları yapan Prof. Dr. İsmail Boztosun’dan da duymuştum…
Mennan Usta, tasarımını profesörler gibi amfi tahtalarına, proje paftalarına değil, cebinde taşıdığı tebeşirle yere çizerek anlatırmış ve o, bir gün öyle bir teknoloji üretmiş ki…
Yoğunluğu düşük triko…
Nanoteknoloji…
Yazın serin, kışın sıcak tutan bir tekstil ürünü.
Dünya peşinde koşmuş.
Fikri ve ürünü, kapışılmış…
Ünlendim diye kibirlenmemiş Mennan Usta.
Çıraklarıyla birlikte aynı sefer tasından aynı yemekle karnını doyurmaya devam etmiş, aklını işine vermiş:
Gaziantep’te kanalizasyon atıklarının büyük dert olduğu dönemde çamur ve koku şehir ahalisini hayatından bezdirmiş.
Belediye yönetimi, dünyayı dolaşıp çareler aramış; Mennan Usta, ‘Niye, bizim memleketteki ustalar öldü mü?’ diye çıkışmış.
Okumuş gençleri de almış yanına ‘Şöyle yapın, bu parçayı, şuraya takın, şunu ekleyin, şunu çıkarın’ talimatlarıyla kafasına göre bir sistem kurmuş.
Sistem içerisinde kanalizasyon çamuru alınıp kurutulurken bu dönüşümden enerji üretilmeye başlanmış. Çıkan küller de asfalta, çimentoya katkı maddesi olmuş.
Bugün…
Antep’te kanalizasyondan her gün akan 160 ton çamurun bertaraf edilmesi, işte o Mennan Usta’nın eseridir.
Sonra…
TÜBİTAK ödül vermiş Mennan Usta’ya…
ODTÜ, İTÜ gibi üniversitelerde hocalığı düşünülmüş, YÖK’e teklifler sunulmuş, ortaokul diploması bile olmadığı halde…
Konu Ankara’da pek anlaşılamamış tabii…
Bu arada, niye -miş’li geçmiş zaman kullanıyorum?
Çünkü Mennan Usta maalesef artık yaşamıyor.
O, 2015'te vefat etti ve çok sevdiği, ayrılmayı bir kez bile aklından geçirmediği Gaziantep’te toprağa verildi.
Vasiyeti neydi biliyor musunuz?
Sadece sekiz sözcüğe sığdırdı vasiyetini ve dedi ki:
‘Gençler bilim ışığında yetiştirilsin. İmkânlar verilsin, önleri kesilmesin…’
Peki, Mennan Usta’nın yokluk içinde ışıldayan dehası; zekâ, kararlılık ve cesaret kokan hayat hikâyesi ve özellikle de sekiz sözcüklük vasiyeti size kimi hatırlattı?
Kimin ‘bütün ümidi gençlikte’ idi?
‘Makineleriniz yetersiz. Onları yenileyin, dünya pazarı sizin olsun…’ der. Ardından da -doğal olarak- en iyi makinelerin Fransa’da olduğunu söyler…
Kendi firmasının mallarını pazarlamaya çalışır.
İşte o gün, o Fransız’ı dinleyenler arasında bir ‘usta’ vardır.
Kendine özgü yerel ağızla ‘Bu herif ne diy?’ diye sorar.
Tercüme ederler; aldığı yanıtı kafaya takar, broşürdeki makinenin resmine bakar.
Ertesi gün demiri eritmeye, çeliği bükmeye, vidasını, motorunu tasarlamaya koyulur.
Fransızların 3 milyon Euro’ya satacağı makineyi bir ay geçmeden, hem de sadece 50 bin liraya üretir.
Eski parayla 50 milyara yani. Orta ayar bir otomobil fiyatına…
Sonra ne mi olur?
Ürettiği makinaları yerli piyasaya sunduğu yetmez, Libya’dan Brezilya’ya onlarca ülkeye yaptığı o makinelerden gönderir. Bu usta, Mennan Aksoy’dur.
Namı diğer ‘Diplomasız Dahi’…
Mennan Usta, yoksulluktan okuyamamış. İlkokulu 9 yılda bitirmiş, bir daha da eğitim görmemiş ve fakat Allah vergisi öyle bir akıl ve beceriye sahipmiş ki bir makineyi bir kere görsün, gözü de tutsun, üstünden hafta geçmeden atölyesinde o makinenin yapımına başlarmış.
İşte tam da bu nedenle…
Uluslararası makine, teçhizat fuarlarına girişi yasaklanır!
Mühendislerin, aylarca çalışarak tasarladığı makineleri, tek başına yapmaktadır.
El emeği ile ve tümü yerli malzemeyle.
O ister ki yerli sermaye gelişsin, boşa döviz ödeyerek kazıklanmayalım.”
***
Mennan Usta gibiler Anadolu’da çoktur.
Onlardan biri de benim can dostum, Ankara’nın Beypazarı ilçesinde oto tamirciliği yapan Uruşlu Ahmet Usta’dır.
Ahmet Uz…
Benim çok sevgili kardeşim Ahmet de tıpkı Antepli Mennan gibi bir kez gördüğü makinanın devresini-şemasını birkaç dakika içinde zihnine çizer, dahası o makinanın nasıl geliştirilebileceğini -ve yani kendi inovatif katkısını da- size ancak en usta mühendisin anlatacağı kadar yalın ve anlaşılır biçimde anlatır.
Karmaşık mekanik sorunlara akıl almaz pratik çözümler üretir.
Tezgâhında kendi tasarladığı aletler, tamirhanesinin kapısında mekaniği geliştirilmiş, tabiri caizse ‘kendini aşmış’ arabalar çoktur.
‘Niye bunun patentini almıyorsun?’ dediğimizde ironi yapar, ‘Vaktim mi var?’ der.
***
Esas hikâyeye dönelim:
Antepli Mennan Usta, ‘Çeliğe hükmetmeyen, hiçbir şeye sahip çıkamaz’ dermiş. İlginçtir, ben buna çok benzer bir ifadeyi, Akdeniz Üniversitesi’nde Nükleer Fizik ve Radyoaktivite araştırmaları yapan Prof. Dr. İsmail Boztosun’dan da duymuştum…
Mennan Usta, tasarımını profesörler gibi amfi tahtalarına, proje paftalarına değil, cebinde taşıdığı tebeşirle yere çizerek anlatırmış ve o, bir gün öyle bir teknoloji üretmiş ki…
Yoğunluğu düşük triko…
Nanoteknoloji…
Yazın serin, kışın sıcak tutan bir tekstil ürünü.
Dünya peşinde koşmuş.
Fikri ve ürünü, kapışılmış…
Ünlendim diye kibirlenmemiş Mennan Usta.
Çıraklarıyla birlikte aynı sefer tasından aynı yemekle karnını doyurmaya devam etmiş, aklını işine vermiş:
Gaziantep’te kanalizasyon atıklarının büyük dert olduğu dönemde çamur ve koku şehir ahalisini hayatından bezdirmiş.
Belediye yönetimi, dünyayı dolaşıp çareler aramış; Mennan Usta, ‘Niye, bizim memleketteki ustalar öldü mü?’ diye çıkışmış.
Okumuş gençleri de almış yanına ‘Şöyle yapın, bu parçayı, şuraya takın, şunu ekleyin, şunu çıkarın’ talimatlarıyla kafasına göre bir sistem kurmuş.
Sistem içerisinde kanalizasyon çamuru alınıp kurutulurken bu dönüşümden enerji üretilmeye başlanmış. Çıkan küller de asfalta, çimentoya katkı maddesi olmuş.
Bugün…
Antep’te kanalizasyondan her gün akan 160 ton çamurun bertaraf edilmesi, işte o Mennan Usta’nın eseridir.
Sonra…
TÜBİTAK ödül vermiş Mennan Usta’ya…
ODTÜ, İTÜ gibi üniversitelerde hocalığı düşünülmüş, YÖK’e teklifler sunulmuş, ortaokul diploması bile olmadığı halde…
Konu Ankara’da pek anlaşılamamış tabii…
Bu arada, niye -miş’li geçmiş zaman kullanıyorum?
Çünkü Mennan Usta maalesef artık yaşamıyor.
O, 2015'te vefat etti ve çok sevdiği, ayrılmayı bir kez bile aklından geçirmediği Gaziantep’te toprağa verildi.
Vasiyeti neydi biliyor musunuz?
Sadece sekiz sözcüğe sığdırdı vasiyetini ve dedi ki:
‘Gençler bilim ışığında yetiştirilsin. İmkânlar verilsin, önleri kesilmesin…’
Peki, Mennan Usta’nın yokluk içinde ışıldayan dehası; zekâ, kararlılık ve cesaret kokan hayat hikâyesi ve özellikle de sekiz sözcüklük vasiyeti size kimi hatırlattı?
Kimin ‘bütün ümidi gençlikte’ idi?