
Meşhûrdur ki fısk ile olmaz cihân harâb
Eyler anı müdâhane-i âlimân harâb
İzzet Molla
(Herkes bilir ki dünya bozgunluk ile yıkılmaz, dünyayı yıkan asıl şey, âlimlerin-(hocaların) dalkavukluğundur)
Dünyada üç meslek grubu cübbe giymektedir. Bunlar din adamları, yargı mensupları ve üniversite hocalarıdır. Cübbe giyen kişiler, verdikleri kararlarda, yaptıkları çalışmalarda hiçbir baskı kabul etmedikleri, hür iradeleri ile hareket ettikleri ve vicdanları rahatsız edecek bütün olumsuzluklardan kaçındıkları simgesini taşırlar. Yargı mensupları ve din adamları her ne kadar yazılı kurallar üzerine kararlar verseler bile, manevi dünyalarına etki yapacak hiçbir baskıyı kabul etmediklerini, o yönde yapılacak baskıya boyun eğemeyecekleri görüntüsünü çizerler.
Üniversitelerin ve akademisyenlerin özgür bir ortamda çalışması gerekliliği çok eski zamanlarda ortaya atılmış bir fikirdir. Hatta üniversitelerin kuruluş felsefelerinden birisi de bu yaklaşım olmuştur. Otuz dil bilen ve Berlin Üniversitesi’nin kurucusu olan Wilhelm von Humbold üniversitelerin var olması için koştuğu üç şarttan birisi de entelektüel özgürlüktür. Akademik faaliyetlerin dışarıdan hiçbir müdahale olmadan yürütülmesi gerekliliğini savunan Humbold, tüm bilgilerin aklın eleştirel süzgecinden geçirilmesi gerekliliği şartını koşmuştur. Bugün bu anlayış, tüm dünyada üniversitelerin ve akademisyenliğin temel ilkesi olarak kabul edilmiştir.
Akademisyen önce dış baskıdan, sonra da iç baskıdan uzak olmalıdır. Dış baskı onun rahat çalışmasını, iç baskı da doğru netice almasını engeller. Bir akademisyene sağlanacak rahat iş ortamı kadar, fikrî çatışmalardan uzak, özgürce hareket edeceği berrak bir zihin yapısı da çok önemlidir. Sağlam bir zihinsel yapı akademisyenliğin baş şartıdır. Kapalı, kalıplaşmış bilgilerin ispatı için bilim yapılmaz. Eğer kalıplaşmış bir düşünce varsa, bunu ispat için yüzlerce deney yapmanın bir anlamı olmayacaktır. Üniversiteler bilginin üretildiği yerlerdir, insanlara orada bilgiye köle olma değil, bilgiye sahip olma öğretilir. Böylece kişi ürettiği bilgiyi geliştirme ve değiştirme becerisini de yakalamış olur.
Toplumların gelişme ilkelerinden birisi de o toplumun bilimsel devrimi yapmış olmasıdır. Bilimsel devrimi gerçekleştiren toplumlar olayların neden sonuç ilişkilerini efsanenin oluşum mantığı ile değil, bilimsel bir mantıkla izah ederler.
Akademisyenlerimiz, düşünürlerimiz, kafalarındaki sabit fikri ispat için kâinattaki olayları yorumlamak, değerlendirmek yerine, eşyanın oluşumundan bilgi elde etmeyi amaçlasalar, gelişim ve değişim dediğimiz evrensel değerleri yakalama şansımız daha yüksek olacaktır. Akademisyen “bütün yanılgılardan arındırılmış bir ideoloji” peşinde koşmamalı, araştırmalarında objektif bir bakış, deney, gözlem, ölçüm metotları kullanarak, yeni ve bağımsız bilgiye ulaşma çabası içine girmelidir. Böylece düşünceye pranga vuran ön yargılardan kurtularak düşünceyi kanatlandıran, sınırlarını zorlayan bir bakış açısı yakalamış olacaktır.
Akademisyenlik ezber yaparak bilgi artırmak değil, soru sorma ve buna cevap bulma süreci olmalıdır. Eğer bir akademisyende soru sorma ve eleştirme kültürü gelişmemişse bu kişinin bilgi dağarcığının çok fazla olmasının fazla bir anlamı olmayacaktır.
Akademisyenlerin hem bilimsel hem de sanatçı yönleri vardır. Onlar yeteneklerini sevgi ve yaratıcılıkları ile birleştirmeli, model olma, iletişim kurma becerilerini üst seviyede tutmalıdırlar.
Cübbeler ancak berrak zihinli kişilerin sırtında anlamını yakalar.
Bir Anekdot
XIV. yüzyılda sakal kesme modası yaygınlaşmış bu durum da toplumda bir sorun oluşturmuştu. Aşık Paşazade Tevarih_i Al-i Osman’da, Yıldırım Beyazid’in Ankara felaketini “Onun zamanında Osmanlı Beyleri Frankleri taklide koyuldular, sakal kesmeye başladılar, o yüzden başımıza bu felaketler geldi diye” yorum yapmıştı.