
Kıssa bu…
Ya da nasıl denir, ‘kıssadan hisse’...
Herkese rivayet edilir ama gönlünü açıp da mesajı içine alabilene yarayacaktır bu kıssa tabii:
“Hazreti Musa, bir gün dağlarda tek başına dolaşırken yoksul ve yalnız bir çobana denk gelmiş. Çoban dizüstü çökmüş, ellerini semaya açmış, dua etmekteymiş...
Bu durum Musa'nın çok hoşuna gitmiş ama yaklaşıp da çobanın duasını duyunca afallamış.
-Kurban olduğum Allah'ım. Seni ne kadar severim, bir bilsen... Ne istersen yaparım, yeter ki sen iste! Sürüdeki en yağlı koyunu kes desen, inan gözümü kırpmadan keserim senin için. Koyun kavurması güzeldir Allah'ım, kuyruk yağını da alır pilavına katarsın, tadından yenmez olur…
Musa duaya kulak kabartarak çobana yaklaşmış. Çoban aldırış etmeden devam etmiş:
-Yeter ki sen dile, ayaklarını yıkar, hırkamla kurularım. Kulaklarını temizlerim, bitlerini ayıklarım. Ne kadar çok severim ben seni, bir bilsen. Sana çok hayranım!
Duydukları karşısında Musa öfkeden küplere binmiş. Bağıra çağıra kesmiş çobanın duasını:
-Sus, seni cahil adam! Ne yaptığını sanırsın. Allah hiç pilav yer mi? Allah'ın ayakları mı var ki yıkayasın? Böyle dua mı olurmuş! Külliyen günaha giriyorsun. Derhal tövbe et!
Çoban, Musa'dan azarı işitince kulaklarına kadar kızarmış, utancından yerin dibine geçmiş. Özür üstüne özür dilemiş, bir daha böyle kendi kafasına göre dua etmeyeceğine yeminler etmiş. O gün akşama kadar Musa çobanın yanında durup ona temel duaları ezberletmiş. Sonra ‘Allah elçisinden razı olur, iyi bir iş yaptım’ fikriyle, halinden memnun yoluna devam etmiş. Ama o gece gaipten bir ses işitmiş. Seslenen Rabbi imiş:
-Ey, Musa, sen bugün ne yaptın? Sen kullarımı ayırmaya mı geldin buluşturmaya mı? Şu garip çobanı azarladın. Onun bana ne kadar yakın olduğunu anlayamadın. Ağzından çıkan lafı bilmese de o çoban inancında samimiydi. Kalbi temizdi, niyeti halisti… Biz kelimelere bakmayız. Niyete bakarız. Kelimelere bakacak olsak yeryüzünde insan kalmazdı! Biz çobandan razıydık. Başkasına metîh olan söz, sana zemdir. Ona bal olan, sana zehirdir. Sen işittiklerini inkâr ve küfür saydın ama bilesin ki bir kabahati varsa bile tatlı bir kabahattir onunki.
Musa hatasını anlamış elbette…
Ertesi gün güneş doğar doğmaz, çobanı görmek için tekrar aynı dağa çıkmış. Çoban yine duaya oturmuş. Ama dünkü heyecanından, samimiyetinden eser yokmuş artık. Öğretildiği gibi yakarmaya gayret gösterdiğinden, aman yanlış laf etmeyeyim diye takılıyormuş, kekeliyormuş, terliyormuş…
Musa, çobana ettiğinden pişman olup sırtını okşamış ve demiş ki:
-Ey dost, ben hatalıyım, ne olur affet. Bildiğin gibi dua et. Allah'ın nazarında böylesi daha kıymetlidir.”
Bu kıssayı nereye çekerseniz o yana uzar…
İyi niyetle de kötü niyetle de yorumlanabilir.
Ben iyi tarafa çekiyorum: İnsanın saflığına, saf insanın da baskın iyiliğine bakıyorum…
Yoksa kusur herkeste var.
★★
TRT’nin efsane Başspikeri sevgili Şener Mete sağ olsun, var olsun!
2020’nin son günleri yaşanırken sosyal medyada paylaşmıştı Hazreti Musa’nın kıssasını.
Bir benzerini de henüz hayatlarımızda sosyal medya diye bir şey yokken, 80’li yıllarda Erzurum Lisesi’nde Din dersi öğretmenimiz İsmail Çelik anlatmıştı bize. ‘Kürsü kürsü üstüne, kürsü kürsü üstüne…’ diye güya Ayet-el Kürsî’yi okuyan bir garibin saf duasıyla ve onun kalbini kıran sözde âlimin hatasıyla ilgiliydi o kıssa. Bizi -yatılı çocukları- o kadar derinden etkilemişti ki…
Temiz kalple, saf duygularla, menfaate odaklanmamış inançlarla da ilgiliydi tabii o derin etki…
Fakat dedim ya; şimdi biri çıkar, bu anlatıyı kendi istediği yere çeker, mânâdan münezzeh biçimde yorumlar aktardıklarımı. Olsun! Yapsın!
Çünkü biliyorum, başka biri de çıkar Şener Mete’nin, İsmail Çelik’in bize ne demek ve ne düşündürmek istediğini doğru anlar.
Tebessüm eder. Dua eder…
Şükür, var öyleleri…
En başta öfkeden; sonra zehirli egodan, güce ve servete tapınmaktan; dedikodudan, hırstan, yalandan, riyadan ve iftiradan arınmış kimseler ve yani ‘iyiler’ dünyada -az da olsa- hep var oldular, hep var olacaklar...
Ve siz...
Öyle birini mutlaka tanıdınız, hayatınıza girdi öyle biri.
Bir kerecik bile olsa...
Dokundu size. Sihirli bir değneğin dokunuşu gibi...
Çok şükür!
Ya da nasıl denir, ‘kıssadan hisse’...
Herkese rivayet edilir ama gönlünü açıp da mesajı içine alabilene yarayacaktır bu kıssa tabii:
“Hazreti Musa, bir gün dağlarda tek başına dolaşırken yoksul ve yalnız bir çobana denk gelmiş. Çoban dizüstü çökmüş, ellerini semaya açmış, dua etmekteymiş...
Bu durum Musa'nın çok hoşuna gitmiş ama yaklaşıp da çobanın duasını duyunca afallamış.
-Kurban olduğum Allah'ım. Seni ne kadar severim, bir bilsen... Ne istersen yaparım, yeter ki sen iste! Sürüdeki en yağlı koyunu kes desen, inan gözümü kırpmadan keserim senin için. Koyun kavurması güzeldir Allah'ım, kuyruk yağını da alır pilavına katarsın, tadından yenmez olur…
Musa duaya kulak kabartarak çobana yaklaşmış. Çoban aldırış etmeden devam etmiş:
-Yeter ki sen dile, ayaklarını yıkar, hırkamla kurularım. Kulaklarını temizlerim, bitlerini ayıklarım. Ne kadar çok severim ben seni, bir bilsen. Sana çok hayranım!
Duydukları karşısında Musa öfkeden küplere binmiş. Bağıra çağıra kesmiş çobanın duasını:
-Sus, seni cahil adam! Ne yaptığını sanırsın. Allah hiç pilav yer mi? Allah'ın ayakları mı var ki yıkayasın? Böyle dua mı olurmuş! Külliyen günaha giriyorsun. Derhal tövbe et!
Çoban, Musa'dan azarı işitince kulaklarına kadar kızarmış, utancından yerin dibine geçmiş. Özür üstüne özür dilemiş, bir daha böyle kendi kafasına göre dua etmeyeceğine yeminler etmiş. O gün akşama kadar Musa çobanın yanında durup ona temel duaları ezberletmiş. Sonra ‘Allah elçisinden razı olur, iyi bir iş yaptım’ fikriyle, halinden memnun yoluna devam etmiş. Ama o gece gaipten bir ses işitmiş. Seslenen Rabbi imiş:
-Ey, Musa, sen bugün ne yaptın? Sen kullarımı ayırmaya mı geldin buluşturmaya mı? Şu garip çobanı azarladın. Onun bana ne kadar yakın olduğunu anlayamadın. Ağzından çıkan lafı bilmese de o çoban inancında samimiydi. Kalbi temizdi, niyeti halisti… Biz kelimelere bakmayız. Niyete bakarız. Kelimelere bakacak olsak yeryüzünde insan kalmazdı! Biz çobandan razıydık. Başkasına metîh olan söz, sana zemdir. Ona bal olan, sana zehirdir. Sen işittiklerini inkâr ve küfür saydın ama bilesin ki bir kabahati varsa bile tatlı bir kabahattir onunki.
Musa hatasını anlamış elbette…
Ertesi gün güneş doğar doğmaz, çobanı görmek için tekrar aynı dağa çıkmış. Çoban yine duaya oturmuş. Ama dünkü heyecanından, samimiyetinden eser yokmuş artık. Öğretildiği gibi yakarmaya gayret gösterdiğinden, aman yanlış laf etmeyeyim diye takılıyormuş, kekeliyormuş, terliyormuş…
Musa, çobana ettiğinden pişman olup sırtını okşamış ve demiş ki:
-Ey dost, ben hatalıyım, ne olur affet. Bildiğin gibi dua et. Allah'ın nazarında böylesi daha kıymetlidir.”
Bu kıssayı nereye çekerseniz o yana uzar…
İyi niyetle de kötü niyetle de yorumlanabilir.
Ben iyi tarafa çekiyorum: İnsanın saflığına, saf insanın da baskın iyiliğine bakıyorum…
Yoksa kusur herkeste var.
★★
TRT’nin efsane Başspikeri sevgili Şener Mete sağ olsun, var olsun!
2020’nin son günleri yaşanırken sosyal medyada paylaşmıştı Hazreti Musa’nın kıssasını.
Bir benzerini de henüz hayatlarımızda sosyal medya diye bir şey yokken, 80’li yıllarda Erzurum Lisesi’nde Din dersi öğretmenimiz İsmail Çelik anlatmıştı bize. ‘Kürsü kürsü üstüne, kürsü kürsü üstüne…’ diye güya Ayet-el Kürsî’yi okuyan bir garibin saf duasıyla ve onun kalbini kıran sözde âlimin hatasıyla ilgiliydi o kıssa. Bizi -yatılı çocukları- o kadar derinden etkilemişti ki…
Temiz kalple, saf duygularla, menfaate odaklanmamış inançlarla da ilgiliydi tabii o derin etki…
Fakat dedim ya; şimdi biri çıkar, bu anlatıyı kendi istediği yere çeker, mânâdan münezzeh biçimde yorumlar aktardıklarımı. Olsun! Yapsın!
Çünkü biliyorum, başka biri de çıkar Şener Mete’nin, İsmail Çelik’in bize ne demek ve ne düşündürmek istediğini doğru anlar.
Tebessüm eder. Dua eder…
Şükür, var öyleleri…
En başta öfkeden; sonra zehirli egodan, güce ve servete tapınmaktan; dedikodudan, hırstan, yalandan, riyadan ve iftiradan arınmış kimseler ve yani ‘iyiler’ dünyada -az da olsa- hep var oldular, hep var olacaklar...
Ve siz...
Öyle birini mutlaka tanıdınız, hayatınıza girdi öyle biri.
Bir kerecik bile olsa...
Dokundu size. Sihirli bir değneğin dokunuşu gibi...
Çok şükür!