
Toprağın vatana dönüşmesi, kalıcı hâle gelmesi için milletlerin yaşadıkları toprak üzerinde bir medeniyet inşa etmesi gerekmektedir. Yaşadığı mekânda emaneten nöbet tutan askerler değil, o toprak üzerinde amelelik yapanlar, onu başka bir şekle dönüştüren, değer üretip bu değerler üzerinden inşa ettiği mekânlara ruh verenler o toprağın asıl sahibi olurlar. Toprağın vatana dönüşmesi için toprak üzerine milletlerin tarihlerini inşa etmesi, hatıralarını biriktirmesi gerekir. Çünkü tarih aynı zamanda bir milletin politikalarının belirleyicisi ve geleceğe yönelik tavırlarının inşa edicisi olmaktadır.
Yaşadığı an itibariyle tarihe miras olacak sanat eseri bırakmayan, edebiyat, felsefe, eğitim, teknoloji üretmeyenler, üzerinde yaşadıkları toprakla insanını bütünleştirip geleceğe yönelik bir amaç oluşturamamaktadırlar. Toprağın altından çıkanı satarak kendine üst bir yaşam oluşturan milletler, varlıklarını hâlde üretmiş oldukları maddi değerler üzerinden değil, geçmişte atalarının oluşturmuş olduğu manevi birikim ile korumaktadırlar ki bu tip toplumlarda yozlaşmanın oluşması kaçınılmaz olmaktadır.
Bir toplumda yozlaşma olmaması için maddi ve manevi kültürün diri olması gerekmektedir. Farabi’nin ifadesiyle manevi kültürün cisimleşmiş hâlini oluşturan camiler, kiliseler, aynı zamanda halkı bir araya getiren ve bir gayeye yönlendiren, siyasi bir bütünlüğü de içlerinde barındıran unsurlardır. Bu da milletleri bir düşünce etrafında toplamada dinamik rol oynar, halkın zihinsel yapısının benzeşmesinde de önemli görevi yerine getirmiş olur.
Sanat maneviyatla oluşur. Başta mimarı olmak üzere bütün sanatlar maneviyatla can bulmaktadır. Din güzel sanatlarla vücut bulur, gücünü akıldan ziyade duygudan alır, daha sonra akılla bütünleşir, cismani bir hâl alır, abideye dönüşür ve onunla yayılım gösterir.
Kalbi, inancı merkeze koyanlar harika ulu camiler inşa ederler. Yapımı altı yüz yıldan fazla süren Köln Katedrali’nin harcı inancın gölgesinde vücut bulmuştur. İnandığı rabbine karşı en güzel eseri meydana getirme, ona layık, eserler yapma isteği sanatı zirveye taşıyan unsur olmuştur. Mimar Sinan’a birinci derecede güç veren unsur, kalbi, inancı, imanıdır. Akıl ve kalbin birleşimiyle sanat meydana çıkar ve mensubu olduğu düşüncenin bayraktarlığını üstlenir. Bu nedenle Ayasofya hem inancın hem de kültürün vücut bulduğu en önemli sanat eserlerinden biridir.
Ayasofya’nın ibadete açılması Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız bir ülke olduğunu göstermesi ve kendisini öteleyen, her türlü oyuna alet etmeye çalışan dünya milletleri için önemli bir güçlü duruşudur.
Fakat şurası bir gerçek ki Türkiye’nin yüz akı Ayasofya değil, Sultanahmet, Selimiye, Süleymaniye camileridir. Çünkü bu binaların banisi Türkler ve İslam Medeniyetidir. Osmanlı İmparatorluğu İstanbul’u fethettikten sonra onun karşısına Mimar Sinan çıkardı, onunla yarışacak sanat eserleri üretti. Türk Milleti kimliğini Ayasofya üzerinden değil Mimar Sinan’ın eserleri üzerinden oluşturmaya başladı.
Şimdi her gördüğü boş yere AVM yapan bir zihniyet ile, hayatının çoğunu AVM’de geçiren bir neslin Ayasofya üzerinden atacağı üç beş sosyal medya mesajı, geleceğin Türkiye’sini ne kadar diri tutabilir? Onu düşünmemiz lazım.
Ayasofya Türkiye’nin bir yanda gül; diğer yanda ise diken bahçesidir. Bizans, yıkılmış olsa bile Ayasofya üzerinden varlığını ve direncini hâlâ devam ettirmektedir. Ayasofya’nın ibadete açılmasını sevinçle karışlarken bizim de kültürel mirasımızı ve direncimizi diri tutacak sanat eserleri inşa etme sorumluluğumuz olduğunu unutmamalıyız.
En modern AVM’ler yapanlar, onun içinde saatlerce kalarak tüketim tanrısına tapanlar bir toprağı vatan parçasına dönüştüremezler.
İster cami, ister kilise, ister müze olsun, Ayasofya İstanbul’un Türkleşmesine direnmektedir. Oranın camiye çevrilmesi bizim, bağımsız, lider ülke olduğumuzun sembolüdür ama kültürel yüz akımız değildir.
Mantıklı düşündüğümüz zaman bizim kültürel yüz akımız Mimar Sinan ve onun eserledir. Ayasofya’yı müzeye dönüştürerek Batı’nın sanat eserlerine bekçilik yaptığımızın farkındaydık. Şimdi bu bekçilikten kurtulmuş bulunmaktayız.
Gerçi Ayasofya’yı camiye çevirerek onun, bir nevi Bizans’ın reklamını yaptık, bu reklam İslam dünyasında ne kadar karşılık buldu bilmiyoruz.
Gelecek binlerce yılın Türkiye’sini inşa için çok çalışmak, mimari, sanat eseri oluşturmak, İstanbul’un Ayasofya’dan ibaret olmadığını dünyaya göstermek durumundayız.
Yaşadığı an itibariyle tarihe miras olacak sanat eseri bırakmayan, edebiyat, felsefe, eğitim, teknoloji üretmeyenler, üzerinde yaşadıkları toprakla insanını bütünleştirip geleceğe yönelik bir amaç oluşturamamaktadırlar. Toprağın altından çıkanı satarak kendine üst bir yaşam oluşturan milletler, varlıklarını hâlde üretmiş oldukları maddi değerler üzerinden değil, geçmişte atalarının oluşturmuş olduğu manevi birikim ile korumaktadırlar ki bu tip toplumlarda yozlaşmanın oluşması kaçınılmaz olmaktadır.
Bir toplumda yozlaşma olmaması için maddi ve manevi kültürün diri olması gerekmektedir. Farabi’nin ifadesiyle manevi kültürün cisimleşmiş hâlini oluşturan camiler, kiliseler, aynı zamanda halkı bir araya getiren ve bir gayeye yönlendiren, siyasi bir bütünlüğü de içlerinde barındıran unsurlardır. Bu da milletleri bir düşünce etrafında toplamada dinamik rol oynar, halkın zihinsel yapısının benzeşmesinde de önemli görevi yerine getirmiş olur.
Sanat maneviyatla oluşur. Başta mimarı olmak üzere bütün sanatlar maneviyatla can bulmaktadır. Din güzel sanatlarla vücut bulur, gücünü akıldan ziyade duygudan alır, daha sonra akılla bütünleşir, cismani bir hâl alır, abideye dönüşür ve onunla yayılım gösterir.
Kalbi, inancı merkeze koyanlar harika ulu camiler inşa ederler. Yapımı altı yüz yıldan fazla süren Köln Katedrali’nin harcı inancın gölgesinde vücut bulmuştur. İnandığı rabbine karşı en güzel eseri meydana getirme, ona layık, eserler yapma isteği sanatı zirveye taşıyan unsur olmuştur. Mimar Sinan’a birinci derecede güç veren unsur, kalbi, inancı, imanıdır. Akıl ve kalbin birleşimiyle sanat meydana çıkar ve mensubu olduğu düşüncenin bayraktarlığını üstlenir. Bu nedenle Ayasofya hem inancın hem de kültürün vücut bulduğu en önemli sanat eserlerinden biridir.
Ayasofya’nın ibadete açılması Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız bir ülke olduğunu göstermesi ve kendisini öteleyen, her türlü oyuna alet etmeye çalışan dünya milletleri için önemli bir güçlü duruşudur.
Fakat şurası bir gerçek ki Türkiye’nin yüz akı Ayasofya değil, Sultanahmet, Selimiye, Süleymaniye camileridir. Çünkü bu binaların banisi Türkler ve İslam Medeniyetidir. Osmanlı İmparatorluğu İstanbul’u fethettikten sonra onun karşısına Mimar Sinan çıkardı, onunla yarışacak sanat eserleri üretti. Türk Milleti kimliğini Ayasofya üzerinden değil Mimar Sinan’ın eserleri üzerinden oluşturmaya başladı.
Şimdi her gördüğü boş yere AVM yapan bir zihniyet ile, hayatının çoğunu AVM’de geçiren bir neslin Ayasofya üzerinden atacağı üç beş sosyal medya mesajı, geleceğin Türkiye’sini ne kadar diri tutabilir? Onu düşünmemiz lazım.
Ayasofya Türkiye’nin bir yanda gül; diğer yanda ise diken bahçesidir. Bizans, yıkılmış olsa bile Ayasofya üzerinden varlığını ve direncini hâlâ devam ettirmektedir. Ayasofya’nın ibadete açılmasını sevinçle karışlarken bizim de kültürel mirasımızı ve direncimizi diri tutacak sanat eserleri inşa etme sorumluluğumuz olduğunu unutmamalıyız.
En modern AVM’ler yapanlar, onun içinde saatlerce kalarak tüketim tanrısına tapanlar bir toprağı vatan parçasına dönüştüremezler.
İster cami, ister kilise, ister müze olsun, Ayasofya İstanbul’un Türkleşmesine direnmektedir. Oranın camiye çevrilmesi bizim, bağımsız, lider ülke olduğumuzun sembolüdür ama kültürel yüz akımız değildir.
Mantıklı düşündüğümüz zaman bizim kültürel yüz akımız Mimar Sinan ve onun eserledir. Ayasofya’yı müzeye dönüştürerek Batı’nın sanat eserlerine bekçilik yaptığımızın farkındaydık. Şimdi bu bekçilikten kurtulmuş bulunmaktayız.
Gerçi Ayasofya’yı camiye çevirerek onun, bir nevi Bizans’ın reklamını yaptık, bu reklam İslam dünyasında ne kadar karşılık buldu bilmiyoruz.
Gelecek binlerce yılın Türkiye’sini inşa için çok çalışmak, mimari, sanat eseri oluşturmak, İstanbul’un Ayasofya’dan ibaret olmadığını dünyaya göstermek durumundayız.