
O günün sabahında herkes kahvaltı sofrasında buluşmuş ve masada tatlı bir sohbet başlamıştı. Konuşmalar hep Semih’in tercihte bulunacağı okula geliyor, Azra Hanım’ın ise kalbi yerinde fırlayacak gibi oluyordu. Oğlundan ayrılmak istemiyor; fakat başarısıyla da gurur duyuyordu. Elde edilen emeğin boşa gitmesini de istemiyordu. Semih hayallerini anlatıyor, sofrada bulunanlar onu can kulağı ile dinliyordu. Biri hariç, o bedenen o sofrada idi; ama ruhen başka dünyalarda geziniyordu. Oğlundan ayrı kalmanın acısını daha ilk günlerde hissetmeye başlamış ve kendince kaçış yolları aramaya başlamıştı Azra Hanım. Kahvaltından sonra Azra Hanım okuluna gitmiş, Semih evde kalmış, babaları ise küçük kardeşiyle parkın yolunu tutmuşlardı.
Okulda herkes Semih’in başarısını konuşuyor, Azra Hanım’ı tebrik ediyordu. Azra Hanım mutlu gözükmeye çalışıyor; fakat bunu bir türlü başaramıyordu. Azra Hanım’ın arkadaşları şaşkındı. Yıllarca Semih’in başarılı olmasını için mücadele eden arkadaşlarının halini hiç iyi görmemişlerdi. Azra Hanım’ın dalıp gitmesine, sessiz haline, çevresiyle ilgilenmemesine hiç alışık değillerdi. Hele ki böyle sevinçli bir haberin ardından bu hal, hal olamazdı. Sonun da sosyal bilgiler öğretmeni Sevinç Hanım dayanamadı ve arkadaşının yanına gitti. Azra Hanım’ın onun geldiğinden bile haberi yoktu. Birkaç kez seslenmesine rağmen Azra Hanım, onu duymamıştı bile... Sevinç Hanım sonunda arkadaşını dürtmek zorunda kalmıştı. Azra Hanım birden irkilmiş, daldığı rüyadan istemeyerek de olsa uyanmıştı. Kaç kere seslendim duymayınca dürtmek zorunda kaldım dedi Sevinç Hanım. Azra Hanım mahcup bir tavırla kusura bakma arkadaşım dalmışım, inan seslendiğini duymadım dedi. Semih’in başarısı ile bizlerde gurur duyduk, mutlu olduk. Senin bu halin nedir? Azra Hanım soruyu duyar duymaz kendini bırakmış ve hüngür hüngür almaya başlamıştı. Sevinç Hanım gibi öğretmenler odasında ki herkes şaşkındı. Bir anda Azra Hanım’ın yanı başına toplanıp, ona destek olmak istediler. Azra Hanım:
-Hepinizden Allah razı olsun, sevincimize ortak oldunuz, şimdi de üzüntüme ortak olmaya çalışıyorsunuz. İnsan en mutlu anında mutsuz olur mu? Olurmuş ben bunu da öğrenmiş oldum. En mutlu olmam gerekirken, şu an dünyanın en mutsuz insanı benmişim gibi geliyor ve gözyaşlarımı tutamıyorum. Beni, benden alıp götüren şimdide yüreğime kor ateş gibi düşen hasret ve Semih’ten ayrı kalmam oldu. O benim kınalı kuzum, o benim ilk göz ağrım, o benim hayatım, onu nasıl şimdi tek başına bu yaşta nasıl gurbete salarım, işte tüm benliğimi saran korku ve hüznümün sebebi bu arkadaşlar. Odada bulunan herkesin aklına bir anda kendi çocukları gelmiş, Azra Hanım’a hak vermişlerdi. Hak vermesine vermişlerdi; ama şu an arkadaşlarını bu duygu selinden çıkarmak gerekiyordu. Sevinç Hanım, Azra Hanımın elini yüzünü yıkamak için kolundan tutup kaldırmış ve birlikte lavaboya gitmişlerdi. Yürürken Azra Hoca’yı o halde gören öğrencilerde tedirgin olmuş ve etraflarını sarmışlardı. Her biri farklı şeyler soruyor, öğretmenlerinin bu haline üzülüyorlardı. Çok kötü bir şey olduğunu düşünüyor, çocuksu halleriyle çözümler üretmeye çalışıyorlardı. İçlerinden bazıları ise koridorun bir köşesinde oturmuş ağlıyorlardı. Lavaboya kadar öğretmenlerinin peşinden gittiler, Sevinç Hanım bir şey yok çocuklar sadece öğretmenizin biraz başı ağrıyor, onun için ben yanımdayım dese de ona kimsenin inanası yoktu. Azra Hanım o an ne yapacağını şaşırdı, durdu, düşünmeye başladı, evet ben ne yapıyorum, kendi derdimi başkalarının derdine dönüştürüyorum. Buna hakkım yok, buna hakkım, bu yavruları üzmemeliyim dedi. İşte sen busun dedi Sevinç Hanım. Yıkılmak ve yılmak yok arkadaşım, her zorluğun üstesinde gelmek var. Hadi kendine gel, silkelen, mutluluğu, mutsuzluğa dönüştürmeye gerek yok. Rabbim ne güzel bir nimet vermiş, şükretmek var, dua etmek var, sabır var, hayata sımsıkı sarılmak var. Yoksa burası dünya, elem de var, sevinçte var, gece de var, gündüz de var. Hepsinde önemlisi umudumuz var, hayallerimiz var, sevenimiz ve sevdiklerimiz var. Baksana seni kapıda bekleyen o küçük bedenlerin kocaman yüreklerinde besledikleri sevgiye, hepsi sen olmuş, derdine derman olmaya gelmişler. Azra Hanım elini yüzünü yıkamış, kendine biraz olsun gelmişti. Sevinç Hanım’ın dediklerini can kulağıyla dinlemiş ve onu kafasıyla tasdik ettiğini göstermişti. O an konuşmak istemedi. Bir iki dakika daha öylece sessizce bekledi. Dışarıda kendisini bekleyen öğrencilerini daha fazla üzmek istemedi, toparlandı ve kapı kolunu çevirip okulun koridorlarına kendini bıraktı. Bir anda kendini çocuklarının arasında buldu. Bazıları ile göz göze, bazıları ile dil dile, bazıları ile gönül diliyle konuşmaya çalıştı. Mutlu olduğunu onlara kabul ettirmeye çalıştı ve kendini bir anda sınıfın önünde buldu. Sınıf onun için dünyanın bir kenarda bırakıldığı kutsal bir mekândı. Azra öğretmen artık duygularından bir süreliğine de olsa özgürdü.
Okulda herkes Semih’in başarısını konuşuyor, Azra Hanım’ı tebrik ediyordu. Azra Hanım mutlu gözükmeye çalışıyor; fakat bunu bir türlü başaramıyordu. Azra Hanım’ın arkadaşları şaşkındı. Yıllarca Semih’in başarılı olmasını için mücadele eden arkadaşlarının halini hiç iyi görmemişlerdi. Azra Hanım’ın dalıp gitmesine, sessiz haline, çevresiyle ilgilenmemesine hiç alışık değillerdi. Hele ki böyle sevinçli bir haberin ardından bu hal, hal olamazdı. Sonun da sosyal bilgiler öğretmeni Sevinç Hanım dayanamadı ve arkadaşının yanına gitti. Azra Hanım’ın onun geldiğinden bile haberi yoktu. Birkaç kez seslenmesine rağmen Azra Hanım, onu duymamıştı bile... Sevinç Hanım sonunda arkadaşını dürtmek zorunda kalmıştı. Azra Hanım birden irkilmiş, daldığı rüyadan istemeyerek de olsa uyanmıştı. Kaç kere seslendim duymayınca dürtmek zorunda kaldım dedi Sevinç Hanım. Azra Hanım mahcup bir tavırla kusura bakma arkadaşım dalmışım, inan seslendiğini duymadım dedi. Semih’in başarısı ile bizlerde gurur duyduk, mutlu olduk. Senin bu halin nedir? Azra Hanım soruyu duyar duymaz kendini bırakmış ve hüngür hüngür almaya başlamıştı. Sevinç Hanım gibi öğretmenler odasında ki herkes şaşkındı. Bir anda Azra Hanım’ın yanı başına toplanıp, ona destek olmak istediler. Azra Hanım:
-Hepinizden Allah razı olsun, sevincimize ortak oldunuz, şimdi de üzüntüme ortak olmaya çalışıyorsunuz. İnsan en mutlu anında mutsuz olur mu? Olurmuş ben bunu da öğrenmiş oldum. En mutlu olmam gerekirken, şu an dünyanın en mutsuz insanı benmişim gibi geliyor ve gözyaşlarımı tutamıyorum. Beni, benden alıp götüren şimdide yüreğime kor ateş gibi düşen hasret ve Semih’ten ayrı kalmam oldu. O benim kınalı kuzum, o benim ilk göz ağrım, o benim hayatım, onu nasıl şimdi tek başına bu yaşta nasıl gurbete salarım, işte tüm benliğimi saran korku ve hüznümün sebebi bu arkadaşlar. Odada bulunan herkesin aklına bir anda kendi çocukları gelmiş, Azra Hanım’a hak vermişlerdi. Hak vermesine vermişlerdi; ama şu an arkadaşlarını bu duygu selinden çıkarmak gerekiyordu. Sevinç Hanım, Azra Hanımın elini yüzünü yıkamak için kolundan tutup kaldırmış ve birlikte lavaboya gitmişlerdi. Yürürken Azra Hoca’yı o halde gören öğrencilerde tedirgin olmuş ve etraflarını sarmışlardı. Her biri farklı şeyler soruyor, öğretmenlerinin bu haline üzülüyorlardı. Çok kötü bir şey olduğunu düşünüyor, çocuksu halleriyle çözümler üretmeye çalışıyorlardı. İçlerinden bazıları ise koridorun bir köşesinde oturmuş ağlıyorlardı. Lavaboya kadar öğretmenlerinin peşinden gittiler, Sevinç Hanım bir şey yok çocuklar sadece öğretmenizin biraz başı ağrıyor, onun için ben yanımdayım dese de ona kimsenin inanası yoktu. Azra Hanım o an ne yapacağını şaşırdı, durdu, düşünmeye başladı, evet ben ne yapıyorum, kendi derdimi başkalarının derdine dönüştürüyorum. Buna hakkım yok, buna hakkım, bu yavruları üzmemeliyim dedi. İşte sen busun dedi Sevinç Hanım. Yıkılmak ve yılmak yok arkadaşım, her zorluğun üstesinde gelmek var. Hadi kendine gel, silkelen, mutluluğu, mutsuzluğa dönüştürmeye gerek yok. Rabbim ne güzel bir nimet vermiş, şükretmek var, dua etmek var, sabır var, hayata sımsıkı sarılmak var. Yoksa burası dünya, elem de var, sevinçte var, gece de var, gündüz de var. Hepsinde önemlisi umudumuz var, hayallerimiz var, sevenimiz ve sevdiklerimiz var. Baksana seni kapıda bekleyen o küçük bedenlerin kocaman yüreklerinde besledikleri sevgiye, hepsi sen olmuş, derdine derman olmaya gelmişler. Azra Hanım elini yüzünü yıkamış, kendine biraz olsun gelmişti. Sevinç Hanım’ın dediklerini can kulağıyla dinlemiş ve onu kafasıyla tasdik ettiğini göstermişti. O an konuşmak istemedi. Bir iki dakika daha öylece sessizce bekledi. Dışarıda kendisini bekleyen öğrencilerini daha fazla üzmek istemedi, toparlandı ve kapı kolunu çevirip okulun koridorlarına kendini bıraktı. Bir anda kendini çocuklarının arasında buldu. Bazıları ile göz göze, bazıları ile dil dile, bazıları ile gönül diliyle konuşmaya çalıştı. Mutlu olduğunu onlara kabul ettirmeye çalıştı ve kendini bir anda sınıfın önünde buldu. Sınıf onun için dünyanın bir kenarda bırakıldığı kutsal bir mekândı. Azra öğretmen artık duygularından bir süreliğine de olsa özgürdü.