
Bilal Hüseyinoğlu, sosyal medyada yaklaşık beş yıldır kesintisiz takip ettiğim ve sürekli iletişim halinde olduğum; ama yüz yüze henüz hiç görüşemediğim genç bir sanatçı.
37 yaşında. Erzurum’da yaşıyor. Tiyatro sanatçısı ve müzisyen…
Deneysel tiyatro yapıyor. Klasikten oldukça uzak bir tarzı var…
Onunla birlikte genç kuşağın tümünün olmasa da önemli kısmının tutkuyla bağlı olduğu müzik anlayışını, yaşadığı kentte temsil ediyor. Doğrusu, Türk Halk Müziğinin göze kentlerinden birinde Rock yapmak ve beğenilmek kolay şey değil.
Fakat o, müthiş bir gitarist, çok etkileyici bir solist. Tam bir yetenek canavarı…
Bunun için de etrafında bir ışık hâlesi oluşturmayı başarmış, tırnaklarıyla kazıya kazıya zirveye ulaşmış bir sanatçı…
İşte o genç sanatçıyla, Sevgili Bilal Hüseyinoğlu’yla ‘Dört Soruluk Kısa Röportajlar Dizisi’ için buluştuk:
***
Savaşkan İlmak: Sevgili Bilal, şu yaptığın işi aynı tarzınla, aynı kalitede İstanbul’da yapıyor olsaydın seni kesinlikle yine ayakta alkışlardık; ama Erzurum’dasın. Bu, koşulları daha fazla zorladığın ve alkışı da daha çok hak ettiğin anlamına geliyor. Az önce seni takdim ederken okurlarıma da dediğim gibi Türk Halk Müziğinin gözelerinden (kaynaklarından) birindesin ve Rock müziği bu kentte tanıtmaya, kabul ettirmeye çalışıyorsun. Zor mu bu?

Bilal Hüseyinoğlu: Öncelikle ilginize ve bana zaman ayırmanıza çok mutlu oldum, çok teşekkür ederim. Evet, çevremde ve özellikle de ailem de olmasa da akrabalarımda ve komşularımızda yaptığım işi iş olmaktan ziyade günü geçirme, oyalanma ve hatta tatlı bir iğnelemeyle soytarılık olarak yorumlayanlar bile oldu. Bu, bana doğrudan söylenmese de dolaylı olarak, özellikle de bakışlarla iletilmeye hala devam ediyor. Bu durum beni etkiledi, çok üzdü diyerek duygu sömürüsü yapamam; çünkü öylesine değerli bir babam var ki o zamanda, şimdi de yaptığımız işlerle hem gurur duyuyor hem de destek veriyor. ‘Yaptığımız’ diyorum çünkü kardeşim Bahadır da müzisyen, bas gitaristim. Ve en önemlisi en büyük desteğimiz babam üflemeli çalgılar çalıyor. Yani uğraşımız biraz genetik. İşte müzik adına beni en çok güdüleyen ya da ateşleyen şey bu iki adamın varlığı. Yoksa her iş için bir, hatta binlerce kulp takan var. Öte yandan ben Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık Bölümü mezunuyum ama her ne hikmetse yazma olayında başarılı olamadım. Lisans dönemimde yazmaktan daha öte hocalarım Sayın Bünyamin Aydemir, Sayın Cem İçyar ve Sayın Erdoğan Göğebakan’dan yazmaktan öte sanatı yaşamaya dair şeyler öğrendim. Evet belki yazamadım ama yazılanları oynamaya çalıştım ve buna hala büyük bir aşkla Erzurum Devlet Tiyatrosunda devam ediyorum. Orada Sayın Bölge Müdürümüz ve çok değerli abim Emrah Keskin, yine kıymetli abilerim Sezai Yılmaz, Mehmet Yıldız, Cengiz Toraman’dan her oyunumuzda yeni bir şeyler öğreniyorum. Sadece onlar da değil, oyunculuk dalı mezunu arkadaşlarımın her birinden teknik olarak yeni şeyler öğreniyorum.
Sanırım hem müzik hem oyunculuk adına benim en büyük motivasyon kaynağım, ailemde ve çevremde bu kadar yetenekli ve her biri şahsına münhasır güzel insanların olması…
S.İ: Son bölümde değindin ama biraz daha açalım; iki koltuğunun birinin altında müzik, diğerinin altında tiyatro var. Bana göre henüz ünlenmemiş oyuncular ve müzisyenler içerisinde o çizgiye en yakın olanlardan birisin; ama sen bu ün meselesini pek önemsemiyor gibisin. Niye?
Bilal Hüseyinoğlu: Temsil ettiğimiz müzik maalesef eskisi kadar yankı bulmuyor. Nedeni hepimizin malumu ortaya çıkan yeni akımlar, yeni müzik tarzları (!)... Önceden, çok değil üç beş sene öncesine kadar, Rock müziğe ilgi muazzam derece de iyiydi. Özellikle Erzurum’da çok çok iyi Rock grupları vardı. Atatürk Üniversitesi bahar şenliklerinde hep beraber sahne alırdık ve ilgi on binlerce genç insanın hep bir ağızdan şarkılara eşlik etmesiyle inanılmaz etkileyici bir hal alırdı. Ve bunu haklı bir gururla söylemem gerekiyor, o gruplarda çalan ve söyleyen bütün arkadaşlarım Erzurumluydu. Hala şenliklerde çalıyoruz, kendisi de müzisyen olan arkadaşım Samet Aksakal’ın organizatörlüğünde Atatürk Üniversitesi artık resmen gelenekselleşen bahar şenliklerine devam ediyor; ama eskisi kadar büyük ilgi görmüyor maalesef. Bunun en büyük nedeni şu son birkaç yıldır sözleri genel olarak sürekli aşağılama içerikli, müzikal ölçüde ise hazıra konucu bir yöntemle elde edilmiş bilgisayar ortamında üretilen yeni türler…
Elbette yeni olanların içinde de güzel şeyler var ama onlar bile bu genel yozlaşma içerisinde artık hak ettikleri değeri ve ilgiyi göremiyorlar. Öyle bir hal aldı ki müzik yapabilmek için artık bir enstrüman çalmayı bilmek ya da en azından şarkı söylemeyi bilmek bile gerekmeyecek duruma geldi. Kısacası yıllar ilerledikçe sanat maalesef geriledi! Dinleyenleri yadırgayamıyorum çünkü onların kendilerini ifade biçimi artık o şarkıların içinde. Mesela sahne aldığımız yerlerde dinlendiğimiz zamanlarda çalan şarkıları dinlediğimizde hiçbir şey anlamıyoruz, ama yeni nesil arkadaşlarım hep bir ağızdan eşlik ediyorlar. Yadırgasak da alıştık tabii. Her şeye alıştığımız gibi...
S.İ: Niye uğraşıyorsun bu işlerle sevgili Bilal? Eminim ki ‘Bir baltaya sap olamadın’ diyenler falan oluyordur; ama sen ısrarla, kararlıca, herkesin gittiği yolun dışında bir yoldan ilerlemeye çalışıyorsun.
Neden? Seni güdüleyen, içini ateşleyen şey ne?
Bilal Hüseyinoğlu: Bir önceki sorunuzda ünlü olma-olmama meselesine değinmiştiniz. Burada o mevzuya çok küçük bir dönüş yapacağım: Ünlü olmak konusu eskiden beri hiç ilgimi çekmedi. Sadeliği çok seviyor olmam, şöhrete kayıtsız ya da temkinli duruşumun başlıca nedeni. Bir de çok fazla evci olmam sanırım. Çevremde aynı işleri yaptığım birçok arkadaşımın fırsat olarak nitelendirdiği proje görüşmelerim oldu ancak ‘Yok ya, ben böyle mutluyum!’ diyerek kibarca geri çevirdim. Ve hala iyi ki öyle yapmışım diyorum. Tiyatroda ve müzikte sahne sonrası izlemeye ya da dinlemeye gelenlerin gülüşlerindeki o samimiyet ve şükran ifadeleri ziyadesiyle mutlu ediyor beni.
S.İ: Temsil ettiğin yenilikçi, başka bir deyişle ‘genç işi’ sanat, yaşadığın çevrede nasıl yankı buluyor? Kent ve üniversite… Aynı ekoyu verebiliyor mu sana ve arkadaşlarına?
Bilal Hüseyinoğlu: Erzurum’un müzikal açıdan zenginliğine dair tespitinize tamamen katılıyorum. Bu kentin o kadar güçlü ozanları var ki üzerinden yüz yıllar geçmiş olmasına rağmen hala halkın dilinden düşmüyor türküleri, manileri. Klasikler dışında, günümüze daha yakın bir örnek olarak özellikle yakın zamanda kaybettiğimiz sanatçı büyüğümüz rahmetli İbrahim Erkal’ı yâd edelim. O hem besteleriyle hem sesiyle hem de enstrüman çalmaktaki maharetiyle ülkemizde eşsiz bir yere sahipti. Böylesine güçlü bir türkü kültürüne sahip şehirde Rock müzikle sahne almak ve bunu kabullendirmek elbette çok kolay olmadı. Bunun nedeni alışılmış olan halk müziğinin çok yüksek kalitede icra edilmesiydi. Böyle bir ortamda bir alternatif sunacaksanız gerçekten çok güçlü olmanız gerekir. Kısaca işimiz çok zordu! Ama biz bununla yarışmak yerine -ki ne haddimize- o ezgileri de içine alan ve adı Anadolu Rock olan Erkin babaların, rahmetli Cem babaların ve Barış Manço’nun ardından Haluk Levent’i örnek alarak müzik yapmaya başladık. Gelen ilgi öylesine hoş ve naifti ki parklarda çaldığımız yıllarda ak sakallı canım dedelerimizin yanımızdan geçerken gitarlarımıza bakıp “Ola avu elinde ki saz mi? Hele çal bi tene dinniyim” dediklerinde başta Sarı Gelin ve birkaç türkü çaldığımızda “Ola baban anan rehmet” deyip saçımızı okşayarak ve bir de karşılığı hiçbir şeyle kıyaslanamayacak dualar etmeleri tarifi imkânsız mutluluktu. Tabii daha sonra sahne almaya başlayınca Metallica, Linkin Park gibi yabancı müziğin güçlü temsilcilerinin şarkılarını çalıp söylemeye başladık. Hem Türkçe hem yabancı şarkılardan oluşan repertuarımız, üniversite öğrencilerinin yanı sıra Erzurumlu dostlarımızın da oldukça beğenisini kazandı. Yokuş çok dikti; ama biz tırmanmayı başarmıştık.
***
Nokta.
Kısa tuttum…
Çünkü uzaktan, online gerçekleştirdiğim ‘Dört Soruluk Kısa Röportajlar Dizisi’ böyle bir formata dayanıyor.
Öyle olmasaydı herhalde Bilal Hüseyinoğlu’na kırk soru daha sorardım. Onun yaptığı işi o denli önemsiyorum ve beğeniyorum. Söyleşi teklifimi geri çevirmediği için de genç kardeşime tekrar teşekkür ediyorum.
Eminim, bir gün onunla yine röportaj yapacağım ve o, ikinci röportajımızı yaptığımızda herkesin çok daha yakından tanıdığı, -o bunu çok önemsemese de- ünlenmiş ve özgün tarzını herkese kabul ettirmiş bir sanatçı olacak.
Yolu açık olsun sevgili Bilal Hüseyinoğlu’nun ve arkadaşlarının…
37 yaşında. Erzurum’da yaşıyor. Tiyatro sanatçısı ve müzisyen…
Deneysel tiyatro yapıyor. Klasikten oldukça uzak bir tarzı var…
Onunla birlikte genç kuşağın tümünün olmasa da önemli kısmının tutkuyla bağlı olduğu müzik anlayışını, yaşadığı kentte temsil ediyor. Doğrusu, Türk Halk Müziğinin göze kentlerinden birinde Rock yapmak ve beğenilmek kolay şey değil.
Fakat o, müthiş bir gitarist, çok etkileyici bir solist. Tam bir yetenek canavarı…
Bunun için de etrafında bir ışık hâlesi oluşturmayı başarmış, tırnaklarıyla kazıya kazıya zirveye ulaşmış bir sanatçı…
İşte o genç sanatçıyla, Sevgili Bilal Hüseyinoğlu’yla ‘Dört Soruluk Kısa Röportajlar Dizisi’ için buluştuk:
***
Savaşkan İlmak: Sevgili Bilal, şu yaptığın işi aynı tarzınla, aynı kalitede İstanbul’da yapıyor olsaydın seni kesinlikle yine ayakta alkışlardık; ama Erzurum’dasın. Bu, koşulları daha fazla zorladığın ve alkışı da daha çok hak ettiğin anlamına geliyor. Az önce seni takdim ederken okurlarıma da dediğim gibi Türk Halk Müziğinin gözelerinden (kaynaklarından) birindesin ve Rock müziği bu kentte tanıtmaya, kabul ettirmeye çalışıyorsun. Zor mu bu?

Bilal Hüseyinoğlu: Öncelikle ilginize ve bana zaman ayırmanıza çok mutlu oldum, çok teşekkür ederim. Evet, çevremde ve özellikle de ailem de olmasa da akrabalarımda ve komşularımızda yaptığım işi iş olmaktan ziyade günü geçirme, oyalanma ve hatta tatlı bir iğnelemeyle soytarılık olarak yorumlayanlar bile oldu. Bu, bana doğrudan söylenmese de dolaylı olarak, özellikle de bakışlarla iletilmeye hala devam ediyor. Bu durum beni etkiledi, çok üzdü diyerek duygu sömürüsü yapamam; çünkü öylesine değerli bir babam var ki o zamanda, şimdi de yaptığımız işlerle hem gurur duyuyor hem de destek veriyor. ‘Yaptığımız’ diyorum çünkü kardeşim Bahadır da müzisyen, bas gitaristim. Ve en önemlisi en büyük desteğimiz babam üflemeli çalgılar çalıyor. Yani uğraşımız biraz genetik. İşte müzik adına beni en çok güdüleyen ya da ateşleyen şey bu iki adamın varlığı. Yoksa her iş için bir, hatta binlerce kulp takan var. Öte yandan ben Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık Bölümü mezunuyum ama her ne hikmetse yazma olayında başarılı olamadım. Lisans dönemimde yazmaktan daha öte hocalarım Sayın Bünyamin Aydemir, Sayın Cem İçyar ve Sayın Erdoğan Göğebakan’dan yazmaktan öte sanatı yaşamaya dair şeyler öğrendim. Evet belki yazamadım ama yazılanları oynamaya çalıştım ve buna hala büyük bir aşkla Erzurum Devlet Tiyatrosunda devam ediyorum. Orada Sayın Bölge Müdürümüz ve çok değerli abim Emrah Keskin, yine kıymetli abilerim Sezai Yılmaz, Mehmet Yıldız, Cengiz Toraman’dan her oyunumuzda yeni bir şeyler öğreniyorum. Sadece onlar da değil, oyunculuk dalı mezunu arkadaşlarımın her birinden teknik olarak yeni şeyler öğreniyorum.
Sanırım hem müzik hem oyunculuk adına benim en büyük motivasyon kaynağım, ailemde ve çevremde bu kadar yetenekli ve her biri şahsına münhasır güzel insanların olması…
S.İ: Son bölümde değindin ama biraz daha açalım; iki koltuğunun birinin altında müzik, diğerinin altında tiyatro var. Bana göre henüz ünlenmemiş oyuncular ve müzisyenler içerisinde o çizgiye en yakın olanlardan birisin; ama sen bu ün meselesini pek önemsemiyor gibisin. Niye?
Bilal Hüseyinoğlu: Temsil ettiğimiz müzik maalesef eskisi kadar yankı bulmuyor. Nedeni hepimizin malumu ortaya çıkan yeni akımlar, yeni müzik tarzları (!)... Önceden, çok değil üç beş sene öncesine kadar, Rock müziğe ilgi muazzam derece de iyiydi. Özellikle Erzurum’da çok çok iyi Rock grupları vardı. Atatürk Üniversitesi bahar şenliklerinde hep beraber sahne alırdık ve ilgi on binlerce genç insanın hep bir ağızdan şarkılara eşlik etmesiyle inanılmaz etkileyici bir hal alırdı. Ve bunu haklı bir gururla söylemem gerekiyor, o gruplarda çalan ve söyleyen bütün arkadaşlarım Erzurumluydu. Hala şenliklerde çalıyoruz, kendisi de müzisyen olan arkadaşım Samet Aksakal’ın organizatörlüğünde Atatürk Üniversitesi artık resmen gelenekselleşen bahar şenliklerine devam ediyor; ama eskisi kadar büyük ilgi görmüyor maalesef. Bunun en büyük nedeni şu son birkaç yıldır sözleri genel olarak sürekli aşağılama içerikli, müzikal ölçüde ise hazıra konucu bir yöntemle elde edilmiş bilgisayar ortamında üretilen yeni türler…
Elbette yeni olanların içinde de güzel şeyler var ama onlar bile bu genel yozlaşma içerisinde artık hak ettikleri değeri ve ilgiyi göremiyorlar. Öyle bir hal aldı ki müzik yapabilmek için artık bir enstrüman çalmayı bilmek ya da en azından şarkı söylemeyi bilmek bile gerekmeyecek duruma geldi. Kısacası yıllar ilerledikçe sanat maalesef geriledi! Dinleyenleri yadırgayamıyorum çünkü onların kendilerini ifade biçimi artık o şarkıların içinde. Mesela sahne aldığımız yerlerde dinlendiğimiz zamanlarda çalan şarkıları dinlediğimizde hiçbir şey anlamıyoruz, ama yeni nesil arkadaşlarım hep bir ağızdan eşlik ediyorlar. Yadırgasak da alıştık tabii. Her şeye alıştığımız gibi...
S.İ: Niye uğraşıyorsun bu işlerle sevgili Bilal? Eminim ki ‘Bir baltaya sap olamadın’ diyenler falan oluyordur; ama sen ısrarla, kararlıca, herkesin gittiği yolun dışında bir yoldan ilerlemeye çalışıyorsun.
Neden? Seni güdüleyen, içini ateşleyen şey ne?
Bilal Hüseyinoğlu: Bir önceki sorunuzda ünlü olma-olmama meselesine değinmiştiniz. Burada o mevzuya çok küçük bir dönüş yapacağım: Ünlü olmak konusu eskiden beri hiç ilgimi çekmedi. Sadeliği çok seviyor olmam, şöhrete kayıtsız ya da temkinli duruşumun başlıca nedeni. Bir de çok fazla evci olmam sanırım. Çevremde aynı işleri yaptığım birçok arkadaşımın fırsat olarak nitelendirdiği proje görüşmelerim oldu ancak ‘Yok ya, ben böyle mutluyum!’ diyerek kibarca geri çevirdim. Ve hala iyi ki öyle yapmışım diyorum. Tiyatroda ve müzikte sahne sonrası izlemeye ya da dinlemeye gelenlerin gülüşlerindeki o samimiyet ve şükran ifadeleri ziyadesiyle mutlu ediyor beni.
S.İ: Temsil ettiğin yenilikçi, başka bir deyişle ‘genç işi’ sanat, yaşadığın çevrede nasıl yankı buluyor? Kent ve üniversite… Aynı ekoyu verebiliyor mu sana ve arkadaşlarına?
Bilal Hüseyinoğlu: Erzurum’un müzikal açıdan zenginliğine dair tespitinize tamamen katılıyorum. Bu kentin o kadar güçlü ozanları var ki üzerinden yüz yıllar geçmiş olmasına rağmen hala halkın dilinden düşmüyor türküleri, manileri. Klasikler dışında, günümüze daha yakın bir örnek olarak özellikle yakın zamanda kaybettiğimiz sanatçı büyüğümüz rahmetli İbrahim Erkal’ı yâd edelim. O hem besteleriyle hem sesiyle hem de enstrüman çalmaktaki maharetiyle ülkemizde eşsiz bir yere sahipti. Böylesine güçlü bir türkü kültürüne sahip şehirde Rock müzikle sahne almak ve bunu kabullendirmek elbette çok kolay olmadı. Bunun nedeni alışılmış olan halk müziğinin çok yüksek kalitede icra edilmesiydi. Böyle bir ortamda bir alternatif sunacaksanız gerçekten çok güçlü olmanız gerekir. Kısaca işimiz çok zordu! Ama biz bununla yarışmak yerine -ki ne haddimize- o ezgileri de içine alan ve adı Anadolu Rock olan Erkin babaların, rahmetli Cem babaların ve Barış Manço’nun ardından Haluk Levent’i örnek alarak müzik yapmaya başladık. Gelen ilgi öylesine hoş ve naifti ki parklarda çaldığımız yıllarda ak sakallı canım dedelerimizin yanımızdan geçerken gitarlarımıza bakıp “Ola avu elinde ki saz mi? Hele çal bi tene dinniyim” dediklerinde başta Sarı Gelin ve birkaç türkü çaldığımızda “Ola baban anan rehmet” deyip saçımızı okşayarak ve bir de karşılığı hiçbir şeyle kıyaslanamayacak dualar etmeleri tarifi imkânsız mutluluktu. Tabii daha sonra sahne almaya başlayınca Metallica, Linkin Park gibi yabancı müziğin güçlü temsilcilerinin şarkılarını çalıp söylemeye başladık. Hem Türkçe hem yabancı şarkılardan oluşan repertuarımız, üniversite öğrencilerinin yanı sıra Erzurumlu dostlarımızın da oldukça beğenisini kazandı. Yokuş çok dikti; ama biz tırmanmayı başarmıştık.
***
Nokta.
Kısa tuttum…
Çünkü uzaktan, online gerçekleştirdiğim ‘Dört Soruluk Kısa Röportajlar Dizisi’ böyle bir formata dayanıyor.
Öyle olmasaydı herhalde Bilal Hüseyinoğlu’na kırk soru daha sorardım. Onun yaptığı işi o denli önemsiyorum ve beğeniyorum. Söyleşi teklifimi geri çevirmediği için de genç kardeşime tekrar teşekkür ediyorum.
Eminim, bir gün onunla yine röportaj yapacağım ve o, ikinci röportajımızı yaptığımızda herkesin çok daha yakından tanıdığı, -o bunu çok önemsemese de- ünlenmiş ve özgün tarzını herkese kabul ettirmiş bir sanatçı olacak.
Yolu açık olsun sevgili Bilal Hüseyinoğlu’nun ve arkadaşlarının…