
Tebriz kapısının iç tarafında emsalsiz bir kapı ve iki yüksek minaresi vardır ki, bu minareler Çin kâsesi ve güneş gibi olup, ışık vurunca insanın gözü kamaşır. İkinci defa bakmak imkânsızdır. Minareleri göklere yükselmiş olduğundan birçok seyyahlar üzerinde canbazlık ederler. Cami harap olduğundan Sultan Dördüncü Murad tamir ettirip, içinde balyemez toplar dökmek için bir top imalathânesi yaptırmıştı. Hâlen bütün aletleri oradadır.
Seyahatnâmede bundan sonra Lala Mustafa Paşa Camii ile Cafer Efendi Camii'inden sözedilir. Çelebi, Lala Mustafa Paşa Camii müezzinlerinden ‘Yeniçeri’ lâkaplı birisini anlatırken şunları söylüyor:
‘Yeniçeri müezzin isminde Bilâl-i Habeşî benzeri bir müezzin var ki, minarede Davudî bir sesle bir kere "Allâhu ekber" demesi ile büyük küçük herkesin tüyleri ürperip vücudu titrer.
Seyahatnâme'nin Erzurum'u anlatan bu kısmında daha sonra şehirdeki eğitim öğretim kurumlarından yani medreselerden sözedilir.
Evliyâ Çelebi'nin Erzurum'a dair naklettiği bilgiler arasında hayli ilginç tesbitlere rastlanmakta.
Bunlar, halkın yüz renginden tutunuz da insanların giyinişine kadar son derece dikkatli, gözleme dayalı tesbitlerdir.
Ama hepsi halim selim, iyi huylu ve anlayışlı kimselerdir.
Erzurum'un imaret ve mesire yerleri arasında ise, Cirit meydanı, Pazarbaşı değirmeni çimenliği, Gümüşlü Künbet meydanı Umudum Köyü, Abdurrahman Gazi Tekkesi (Türbesi) ve Gürcü meydanı zikredilmektedir ki bugün bunlardan geriye kala kala bir Abdurrahman Gazi Türbesi kalmış sanırım.
Seyahatnâmede sonra şehrin varoşları anlatılır.
Halkın dili, hal ve hareketleri, tavır ve davranışları üzerinde durulur. Erzurum insanının genel durumu dile getirilerek Çelebi'nin ifadesiyle ‘Eğerli Dağı’ yani Palandöken dağı çevresinde oluşan rivayetler nakledilir.
Bugün çırılçıplak bir toprak yığınından ibaret bu dağların binbir çeşit çiçeğin ve şifalı bitkinin vatanı olduğunu yine Seyahatnâme'den öğreniyoruz.
Ve nihayet son olarak Erzurum toprağında yatan büyük velilerin türbelerine işaret edilir…
Yazımızın bu son bölümünde sizleri Seyahatnâme ile başbaşa bırakarak bir zamanların Erzurum'unu Çelebi'nin ağzından dile getirmek istiyorum : "Gerçi Erzurum şiddetli kış ülkesidir. Fakat muntazam bostanları çok olup kavunu karpuzu, lahana ve patlıcanı çok olur. Arazisi geniş, fiatları ucuz dedikleri yer tam burasıdır. Erzurum toprağı verimlidir. Vilayet geniş, mâmur, buğday ve diğer mahsulleri meşhur, yiyecekleri güzel ve beğenilir, ekili yerleri çok, bereketi bol, nimetleri çok, binlerce pınar ve akarsuları olan mamur bir şehirdir. O kadar ucuzluk ki, deve dişi gibi buğdayın beş eşek yükü bir kuruştur. İki at yemi bir akçedir. Bir eşek yükü arpa iki akçeyedir. Koyun etinin okkası iki akçeye, sığır eti bir akçeye, bir tavuk bir akçeye, kırk yumurta bir akçeye, bir güvercin palazı bir akçeye, yüz dirhem yağlı katmer çörek bir akçeyedir. Diğer yiyecekleri de bunlara kıyas oluna. Gerçi kışın şiddetinden bağ ve bahçesi yoktur. Ama paşa sarayı bahçesi, Hacı Murad bağı ve gülistanı, Kefen iğnesioğlu güllüğü, Bedros bağı güllüğü ve daha başka çeşitli gül bağları vardır. Bu adı geçen bağların katmerli gülleri meşhurdur. Yer yer kış elması, ahlat armudu vardır. Ama başka meyvesi yoktur.
Mesirelerinden kavak ve söğüt ağaçları çoktur. Kışı katı olduğundan iki ayda eker, biçer, toplayıp döverler ve derhal anbara koyarlar. Bizim bulunduğumuz senede, temmuz ayında iken bir gök gürültüsü, şimşek, tipi, bora, kar ve yağmur oldu ki, atlarımız boşanarak civar köylere kadar kaçtılar. Beş on öyle başıboş gezdiler. Hatta halk arasında şöyle bir darbımesel vardır. Bir dervişe ‘…kanden (nereden) gelirsin?’ demişler, ‘Kar rahmetinden gelirim’ demiş. ‘Ona ne diyorlar?’ demişler, ‘Soğuktan eve zulüm olan Erzurum'dan’ demiş. ‘Orada yaz olduğuna rastladın mı?’ demişler, ‘Vallah, onbir ay yirmidokuz gün kaldım, halk hep yaz gelecek dediler, ben görmedim.’ demiş. Bir de bir kere kedinin bir damdan diğer bir dama sıçrarken boşlukta donup kalmış, sekiz aydan sonra Nevruzda don'u çözülüp miyavlayarak yere düşmüş. Meşhur darbımeseldir.
Ama hakikatta bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhal donar. Elini demirden koparmak imkansızdır. Ancak derisi yüzülerek ah vah ile kurtulabilir. Azak ve Kıpçak'ta zemheri geçirdim, böyle şiddetli kış görmedim. Meyveleri iki konak yerden, İspir, Tortum ve Erzincan'dan gelir. Şeftalisi, kaysısı, üzümü okkası bir akçeye satılır. Bir araba kavun ve karpuz on akçeye verilir. Hasılı yiyecek yönünden benzersiz bir şehirdir. Fakat odunu yoktur. Bütün dağları çıplaktır. Ama Allah'ın hikmeti odunu yine de ucuzdur. İki konak yerdeki dağlardan gemi direkleri getirirler. Kırk arşın boyunda olur, kırk akçeye verirler. Paşasının odunu için gümrüğe gelen bütün kervan develeri birer sefer odun getirirler. Bu kanun gereğidir. Ayrıca odun ağası vardır. Bir deve yükü odunu otuz akçeye verirler. Ama yerlilerin koyun ve sığırları çok olduğundan fakirleri sığır tezeği yakarlar. Fukarâ reâyasının bütün ocakları evlerinin ortasındadır. Dört taraflarında hayvanlar durur. Evleri hamam gibi olur, tandırlarında beriseleri ve ekmekleri pişer...’
Daha birçok şey anlatıyor Çelebi…
Bir zamanlar Çelebi’nin anlatımı ile Erzurum bu idi, ondan geriye ne kaldı dersiniz..?
Seyahatnâmede bundan sonra Lala Mustafa Paşa Camii ile Cafer Efendi Camii'inden sözedilir. Çelebi, Lala Mustafa Paşa Camii müezzinlerinden ‘Yeniçeri’ lâkaplı birisini anlatırken şunları söylüyor:
‘Yeniçeri müezzin isminde Bilâl-i Habeşî benzeri bir müezzin var ki, minarede Davudî bir sesle bir kere "Allâhu ekber" demesi ile büyük küçük herkesin tüyleri ürperip vücudu titrer.
Seyahatnâme'nin Erzurum'u anlatan bu kısmında daha sonra şehirdeki eğitim öğretim kurumlarından yani medreselerden sözedilir.
Evliyâ Çelebi'nin Erzurum'a dair naklettiği bilgiler arasında hayli ilginç tesbitlere rastlanmakta.
Bunlar, halkın yüz renginden tutunuz da insanların giyinişine kadar son derece dikkatli, gözleme dayalı tesbitlerdir.
Ama hepsi halim selim, iyi huylu ve anlayışlı kimselerdir.
Erzurum'un imaret ve mesire yerleri arasında ise, Cirit meydanı, Pazarbaşı değirmeni çimenliği, Gümüşlü Künbet meydanı Umudum Köyü, Abdurrahman Gazi Tekkesi (Türbesi) ve Gürcü meydanı zikredilmektedir ki bugün bunlardan geriye kala kala bir Abdurrahman Gazi Türbesi kalmış sanırım.
Seyahatnâmede sonra şehrin varoşları anlatılır.
Halkın dili, hal ve hareketleri, tavır ve davranışları üzerinde durulur. Erzurum insanının genel durumu dile getirilerek Çelebi'nin ifadesiyle ‘Eğerli Dağı’ yani Palandöken dağı çevresinde oluşan rivayetler nakledilir.
Bugün çırılçıplak bir toprak yığınından ibaret bu dağların binbir çeşit çiçeğin ve şifalı bitkinin vatanı olduğunu yine Seyahatnâme'den öğreniyoruz.
Ve nihayet son olarak Erzurum toprağında yatan büyük velilerin türbelerine işaret edilir…
Yazımızın bu son bölümünde sizleri Seyahatnâme ile başbaşa bırakarak bir zamanların Erzurum'unu Çelebi'nin ağzından dile getirmek istiyorum : "Gerçi Erzurum şiddetli kış ülkesidir. Fakat muntazam bostanları çok olup kavunu karpuzu, lahana ve patlıcanı çok olur. Arazisi geniş, fiatları ucuz dedikleri yer tam burasıdır. Erzurum toprağı verimlidir. Vilayet geniş, mâmur, buğday ve diğer mahsulleri meşhur, yiyecekleri güzel ve beğenilir, ekili yerleri çok, bereketi bol, nimetleri çok, binlerce pınar ve akarsuları olan mamur bir şehirdir. O kadar ucuzluk ki, deve dişi gibi buğdayın beş eşek yükü bir kuruştur. İki at yemi bir akçedir. Bir eşek yükü arpa iki akçeyedir. Koyun etinin okkası iki akçeye, sığır eti bir akçeye, bir tavuk bir akçeye, kırk yumurta bir akçeye, bir güvercin palazı bir akçeye, yüz dirhem yağlı katmer çörek bir akçeyedir. Diğer yiyecekleri de bunlara kıyas oluna. Gerçi kışın şiddetinden bağ ve bahçesi yoktur. Ama paşa sarayı bahçesi, Hacı Murad bağı ve gülistanı, Kefen iğnesioğlu güllüğü, Bedros bağı güllüğü ve daha başka çeşitli gül bağları vardır. Bu adı geçen bağların katmerli gülleri meşhurdur. Yer yer kış elması, ahlat armudu vardır. Ama başka meyvesi yoktur.
Mesirelerinden kavak ve söğüt ağaçları çoktur. Kışı katı olduğundan iki ayda eker, biçer, toplayıp döverler ve derhal anbara koyarlar. Bizim bulunduğumuz senede, temmuz ayında iken bir gök gürültüsü, şimşek, tipi, bora, kar ve yağmur oldu ki, atlarımız boşanarak civar köylere kadar kaçtılar. Beş on öyle başıboş gezdiler. Hatta halk arasında şöyle bir darbımesel vardır. Bir dervişe ‘…kanden (nereden) gelirsin?’ demişler, ‘Kar rahmetinden gelirim’ demiş. ‘Ona ne diyorlar?’ demişler, ‘Soğuktan eve zulüm olan Erzurum'dan’ demiş. ‘Orada yaz olduğuna rastladın mı?’ demişler, ‘Vallah, onbir ay yirmidokuz gün kaldım, halk hep yaz gelecek dediler, ben görmedim.’ demiş. Bir de bir kere kedinin bir damdan diğer bir dama sıçrarken boşlukta donup kalmış, sekiz aydan sonra Nevruzda don'u çözülüp miyavlayarak yere düşmüş. Meşhur darbımeseldir.
Ama hakikatta bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhal donar. Elini demirden koparmak imkansızdır. Ancak derisi yüzülerek ah vah ile kurtulabilir. Azak ve Kıpçak'ta zemheri geçirdim, böyle şiddetli kış görmedim. Meyveleri iki konak yerden, İspir, Tortum ve Erzincan'dan gelir. Şeftalisi, kaysısı, üzümü okkası bir akçeye satılır. Bir araba kavun ve karpuz on akçeye verilir. Hasılı yiyecek yönünden benzersiz bir şehirdir. Fakat odunu yoktur. Bütün dağları çıplaktır. Ama Allah'ın hikmeti odunu yine de ucuzdur. İki konak yerdeki dağlardan gemi direkleri getirirler. Kırk arşın boyunda olur, kırk akçeye verirler. Paşasının odunu için gümrüğe gelen bütün kervan develeri birer sefer odun getirirler. Bu kanun gereğidir. Ayrıca odun ağası vardır. Bir deve yükü odunu otuz akçeye verirler. Ama yerlilerin koyun ve sığırları çok olduğundan fakirleri sığır tezeği yakarlar. Fukarâ reâyasının bütün ocakları evlerinin ortasındadır. Dört taraflarında hayvanlar durur. Evleri hamam gibi olur, tandırlarında beriseleri ve ekmekleri pişer...’
Daha birçok şey anlatıyor Çelebi…
Bir zamanlar Çelebi’nin anlatımı ile Erzurum bu idi, ondan geriye ne kaldı dersiniz..?